Rabbânî Öğütler
Yüce Mevlâ, kendi aralarında sözleşmiş gibi gönderilen peygamberleri alaya alan ve azgınlıkta sınır tanımayan önceki ümmetlerin hallerinden bahsettikten sonra (Zâriyât 52-53), ayetin devamında aynı muameleye maruz bırakılan Rasul-i Ekrem s.a.v.’e yine de öğüt vermeye ve hatırlatmaya devam etmesini şöyle bildirmektedir:
“Sen yine de öğüt ver, hatırlat. Çünkü öğüt/hatırlatma müminlere fayda verir.” (Zâriyât 55)
Kur’an-ı Kerim baştan başa öğüt
Ayet-i Kerime’deki öğüt ve hatırlatmanın muhatabı iman edenlerdir. Müminlere yönelik bu öğüt ve hatırlatma onların gaflete düşmemesi, imanlarının kuvvetlenmesi ve bilmediklerini öğrenmeleri içindir. Devam eden ayette ise öğüt ve hatırlatmanın en ileri şekli ve temel hedefi; insanın yaratılışının ana gayesi açıklanmaktadır:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 56).
Netice itibariyle insanın yaratılışının ana gayesi Allah Teâlâ’ya ibadet etmek ve O’nu tanımak olunca, bunun temini için öğüt, nasihat ve hatırlatmaya zaruri ihtiyaç vardır.
Yüce Mevlâ’nın kelamı olan Kur’an-ı Kerim de baştan sona bir öğüt ve hatırlatma kitabıdır. İman, sâlih amel ve kâmil bir insan olmayı merkeze alan Kur’an ayetleri, önceki ümmetlerin hallerinden ibret alınmasını öğütlerken, dünyanın geçiciliğini, asıl varılacak yerin ise ahiret yurdu olduğunu hatırlatmaktadır. Nitekim Kur’an’ın isimlerinden olan “zikr” ve “mev’ıza”; hatırlatma, öğüt ve nasihat demektir:
“İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?” (Enbiyâ 50)
“Ey İnsanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.” (Yunus 57)
Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetler, netice olarak dünya ve ahiret saadetinin elde edilmesini vazederken, öğüt ve nasihat muhtevalı bazı ayetlerle de iki cihan saadetine götürecek hususlara özel olarak dikkat çekilmektedir. Tıpkı Hz. Lokman a.s.’ın oğluna nasihatlerinin yer aldığı ayetlerde olduğu gibi.
Hz. Lokman a.s.’ın öğütleri
Peygamber veya velî bir zat olduğu ihtilaflı olmakla beraber, âlimlerin çoğunluğuna göre hikmet ehli bir zat olan Hz. Lokman Hakîm’in öğütleri Lokman suresinde şöyle yer alır:
13. ayet: “Hani Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrucuğum! Allah’a şirk koşma; çünkü şirk gerçekten büyük bir zulümdür.”
İlk olarak şirkten uzak durmanın öğütlenmesiyle tevhid inancının en başta geldiği hatırlatılmaktadır. Herhangi bir şeyi Allah Tealâ’ya ortak koşan kişi ilahlığı başkasına tanımış, böylelikle en büyük zulmü işlemiş demektir. Bu ayetin tefsiri hakkında müfessir Zemahşerî rh.a. şöyle der:
“Şirk gerçekten büyük bir zulümdür. Zira bütün nimetlerin sadece kendisinden geldiği Zat’ı, kendisinden hiçbir nimet gelmeyen ve gelmesi de düşünülemeyen biriyle eşit tutmak, aklın alamayacağı derecede bir zulümdür.” (Keşşâf, V, 11)
14. ayet: “Biz insana anne babasını (onlara itaati) tavsiye ettik. Annesi güçten kuvvetten düşerek onu karnında taşıdı. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. (İşte bunun için insana şöyle emrettik): Bana ve anne babana şükret. Dönüş ancak banadır.”
15. ayet: “Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarsa onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Nihayet dönüşünüz ancak banadır. (O vakit) ben de size ne yapıyor idiyseniz, onu haber veririm.”
Bu iki ayet, Hz. Lokman a.s.’ın oğluna yaptığı nasihatler arasında ara cümle olarak zikredilmiştir. Yine bu ayetler, sanki daha önceki ayette Hz. Lokman a.s.’ın oğluna söylediği “Allah’a şirk koşma” emrini tekid etmektedir.
Her ne kadar anne baba, kendilerine itaat edilmesi konusunda Allah’tan hemen sonra gelseler de bu ayetler, şirk ve isyan konusunda anne babaya itaat edilmemesi gerektiğini bildirir. Fakat dünya işlerine gelince, yanlarında bulunmak, ihtiyaçlarını karşılamak, eziyet etmemek gibi vazifelerde kusur edilmemelidir.
Rivayete göre bu ayetler, İslâm’ı kabul eden Saad b. Ebî Vakkas r.a.’a annesinin; “Eğer bu dini bırakmazsan yemin olsun ki yemeyi içmeyi bırakırım ve sonunda ölürüm!” demesi üzerine onun “Vallahi yüz canın olsa ve hepsi birer birer çıksa yine de ben bu dini terk etmem!” şeklinde cevap vermesi neticesinde nâzil olmuştur. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, XI, 272-273)
16. ayet: “Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu açığa çıkarır. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”
Fahreddin Râzî rh.a.’e göre bir önceki ayette, “(O vakit) ben de size ne yapıyor idiyseniz, onu haber veririm.” buyurulunca, Hz. Lokman a.s.’ın oğlunun hatırına, gizlice yapılan şeylerin saklı kalabileceği gibi bir düşünce geldiği için Hz. Lokman a.s. böyle nasihatta bulunmuş, ne kadar küçük ve gizli olsa da hiçbir şeyin Allah Teâlâ’ya saklı kalmayacağını hatırlatmıştır. (Mefâtîhu’l-Gayb, XXV, 148)
17. ayet: “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmetmeyi gerektiren işlerdendir.”
Bu ayet-i kerimede kulluğun üç önemli unsuruna dikkat çekilmektedir. Namaz, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve sabır. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi rh.a. bu ayetin tefsirinde şu tespitlerde bulunur:
“Yani ey oğulcuğum! Kendi nefsinin kemâle ermesi için namazı gereğince kıl; başkasının kemâle ermesi için de onlara iyiliği emret, kötülükten de vazgeçirmeye çalış; bu emrolunduğun işleri yerine getirirken uğradığın sıkıntı ve mihnetlere sabret.” (İrşâd, VI, 435)
Fahreddin Râzî rh.a. ise bu ayet-i kerimeyi öncekilerle şöyle ilişkilendirir: “Hz. Lokman a.s. oğlunu şirkten men edip, Allah’ın ilmi ve kudretiyle onu sakındırınca, ona tevhide dair gerekli olan şeyleri emretmiştir ki bu da namazdır. Namaz, halisane bir şekilde Allah rızası için yapılan bir ibadettir. Ayetin bu ifadesiyle, şekli farklı olsa da diğer ümmetlerde de namazın mevcudiyeti anlaşılmaktadır.” (Mefâtîhu’l-Gayb, XXV, 149)
18. ayet: “Gurura kapılarak insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş, böbürlenip duran kimseleri sevmez.”
19. ayet: “Yürüyüşünde mutedil ol, sesini yükseltme. Çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır.”
Lokman a.s. oğlundan, kâmil olmasını, başkalarını da kemâle erdirmesini istedikten sonra son olarak, gurur, kibir, böbürlenerek yürüme gibi kalbî hastalıklardan kendisini muhafaza etmesini tavsiye etmektedir. Zira bu haller amellerin zayi olmasına sebep olmanın yanında Allah Tealâ’nın da sevmediği davranışlardandır.
Kur’an-ı Kerim, kalpleri katılaşmış olanlar için değil, Allah’ın zikriyle kalbinde bir yumuşama ve ürperti bulunanlar için öğüttür. Böyle bir kalbe sahip olmak için yukarıda 15. ayette tarif edildiği üzere bütün benliğiyle Yüce Mevlâ’ya yönelenlerin yoluna tâbi olmak gerekir.
Mekke’de sıkıntı içinde yaşayıp Medine’ye geldikten sonra bol rızık ve nimete kavuşan ve böylece dini yaşama konusunda gevşeklik gösteren bir kısım sahabiyi uyarmak için nâzil olan şu ayet, elbette kıyamete kadar bütün müslümanları uyarmaya devam etmektedir:
“İman edenlerin, Allah’ı zikretme ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha evvel kendilerine kitap verilip de üzerinden uzun zaman geçmiş ve artık kalpleri katılaşmış olanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd 16)