Bir Hizmet Yolu
İslâm tarihi içinde son derece etkili bir irşad damarı olan Nakşibendiyye yolu, hizmet odaklı yaklaşımıyla da öne çıkar. Nakşibendiyye’nin hizmete verdiği büyük önem, yolun pîri olan Hâce Bahâeddin Muhammed Nakşibend k.s.’nin (v:1389) sözleri ve menkıbeleri sayesinde tarikatın rükünlerinden biri haline gelmiştir.
Sonraki dönemlerde de Nakşibendiyye mürşidleri hem kendi uygulamalarıyla hem sohbetleri ve eserleriyle hizmet meselesini müridânın ve muhibbânın nezdinde daima gündemde tutmuşlardır. Bu vakıadan hareketle denilebilir ki, “Nakşibendiyye, hizmet yoludur.”
Hem yolun pîri Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend k.s. hazretlerinin hem de diğer bazı Nakşibendiyye mürşidlerinin birkaç sohbet ve menkıbesi ile Nakşibendiyye’nin hizmet anlayışının muhtevasını ve çerçevesini çizmeye çalışalım.
Kime, ne zaman hizmet?
Hâce Bahâeddin Şâh-ı Nakşibend k.s. hazretleri Buhara’da yedi sene boyunca hayvanların hizmetini görmüş, ayrıca insanların gelip geçtiği yolları temizlemişti. Bu hususu şöyle anlatmıştır:
“Bana şu tavsiyede bulunuldu: Kalplere dikkat et. Düşkün, zayıf ve gönlü kırıklara yardımcı ol. Halkın iltifat etmediği kimselere iltifat et ve onlara karşı mütevazi ol. Hayvanların bakımını da kibirlenmeden yerine getir. Çünkü hayvanlarda Hak Tealâ’nın mahluku olmaları sebebiyle rubûbiyet nazarı vardır. Eğer onların bir uzvunda yaraları varsa ilaç sürerek tedavi et. Yol ve geçitlerin bakımı ile meşgul ol. Eğer yol üzerinde insanların hoşlanmayacağı bir şey görürsen onu kaldırıp at ki oradan geçenlere bir zarar gelmesin.’” (Prof. Dr. Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşibend - Hayatı Görüşleri Tarikatı, İnsan Yayınları, s. 324)
Yine o, doğduğu ve vefat ettiği belde olan Kasr-ı Ârifan’da inşa edilen mescidin harcını başı üstünde mescidin damına taşımış, bir dönem Buhara’daki medreselerin tuvaletini de temizlemiştir. Nakşibendiyye yolunun usulünü ve meşrebini ise şu şekilde açıklamıştır:
“Bizim usulümüz halk içinde Cenab-ı Hak ile beaber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhrettir, şöhrette ise afet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup Allah rızası için hizmet etmektedir.”
Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrar k.s. (v:1490) hizmet hususunda şunları söyler:
“Nakşibendiyye yolunda vaktin icabı ne ise ona göre davranılır. Zikir ve murakabe ancak müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilebilir. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve murakabeden önde gelir. Bazıları zannederler ki nafile ibadetlerle uğraşmak hizmetten üstündür. Halbuki gönül feyzi, hizmet mahsulüdür.”
Bu sözler Nakşibendiyye yolunun hizmet hususundaki düsturunu son derece net olarak özetler. Hiçbir Nakşibendiyye mürşidi bu sözlerin hilafına bir beyanda bulunmamış, aksine uygulamaları ve sohbetleriyle her devirde teyit etmişlerdir.
Muhabbet ve tevazu
Yaşadığı dönemin iz bırakmış simalarından biri ve aynı zamanda bir Nakşibendiyye mürşidi olan Seyyid Ahmed el-Kâsânî k.s. (v:1542) müridlerine, hizmet sırasında insanlar arasında ayrım yapmamaları gerektiğini telkin etmiş; aynı zamanda hayvanlara hizmet edilmesini istemiştir. (Necdet Tosun, a.g.e.)
Daha yakın dönemlere baktığımızda da Nakşibendiyye’nin hizmet vurgusunun zayıflamadan devam ettiğini görürüz. Mesela Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşamış olan ve Nakşî-Hâlidî yolun yaygınlaşmasına büyük katkıları bulunan Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî k.s. de (v:1893) Nakşibendilerin hizmet anlayışını şöyle özetlemiştir:
“Derviş sevap kazanmak için, Allah’ın rızasını kazanmak için hizmet etmelidir. Yol, hizmet yoludur. Kurda, kuşa, leyleğe, kediye, kuzuya, köpeğe, insana, insan-ı kâmile hizmet edecek... Her şeye hizmet edecek! İnsan hizmet ederse izzet bulur.”
Nakşibendilerin hizmet anlayışının ve bu hizmetin çerçevesinin genişliğinin temelinde, “Allah sevgisinin O’nun mahlukatına yansıması” ile birlikte kibirden uzak bir bakış açısının yattığı söylenebilir. Bir Nakşibendiyye mürşidi olan Hacı Aziz Efendi k.s.’nin (v:1949) meczup bir kişiyle alakalı menkıbesi buna örnektir. Hacı Aziz Efendi, bir müridi meczub bir kişiye gülünce ona şöyle der:
“Senin bu adama gülmen neye benzer, biliyormusun? Sırtına zor taşıyacağın kadar yük vurmuşlar. Bu yükün altında kan ter içinde Zeyrek Yokuşu’nu çıkıyorsun. Yanından sırtında hiç yük olmayan, güle oynaya koşarak yokuşu çıkan adama gülüyorsun. Oğlum, akıllı hesap verinceye kadar meczup çoktan cenneti bulur! Kendisine yük olarak akıl verilmiş adam akılsızlara gülmez; kendi yükünü nasıl taşıyacağını düşünür.” (Osman N. Çataklı, Hacı Hasib Efendi ve Hacı Aziz Efendi, s.151-152)
Sosyoloji penceresinden
Bu az sayıda örneğin de gösterdiği gibi Nakşibendîler, insan başta olmak üzere bütün mahlukata hizmet hususunda yarışmışlar ve İslâm’ın hizmet ruhunu, yaşadıkları toplum içinde ihya etmişlerdir. Bu konuda sosyoloji hocası Ergün Yıldırım’ın söyledikleri dikkate değerdir. Diyor ki:
“İslâm toplumlarını anlamak için Nakşîlik en önemli yollardandır. Nakşîlik asırlar boyu İslâm toplumlarını en geniş biçimiyle etkileyen bir sosyal tasavvur ve sosyal pratikler dünyasına sahiptir. ‘Sefer der vatan’ prensibiyle hem içsel hem de dışsal yolculuklara gönderme yapılır. İnsanın kendi iç dünyasında tefekkür yoluyla yaptığı seferler üzerinde durulur. Mürid, iç dünyasında yapacağı bu seferlerle olgunlaşır. Dış sefer ise daha sosyolojik bir bağlama oturur. Toplumdaki ihvanları, ilim ve irfan ehlini ve şeyhini ziyaret etmek, onlara yardım etmek ve onlarla beraber olmak için yapılan yolculuktur. Bu sefer hali, tasavvufun bir ‘sosyal network’ (network society) içinde var oluşuna da işaret etmektedir.
Bu kurucu ilkenin etrafında Nakşîlerin çeşitli şehirler, beldeler ve meskenler arasında seyr ü sefer halinde olduklarını görüyoruz. Yolculuklarla ilim, irfan ve dayanışma açısından önemli bir sosyal ağ meydana gelmektedir. Şeyhler, halifeler ve müridler arasındaki sosyal, fizikî ve etnik sınırlar aşılır.
Günümüzün önemli sosyal antropologlarından F. Barth’ın sınırlarla tanımladığı etnik kimlikler tam da bu kurucu ilkeyle aşılmaktadır. Bundan dolayı Arap, Türk, Kürt, Çerkes gibi birçok İslâm kavminin sınırlar oluşturmasını engelleyerek onlar arasında önemli bir kardeşlik ağı/ihvan ağı meydana getirmiştir. Bu da İslâm toplumlarında bütünleşmeye büyük bir katkı sağlamıştır. Nitekim Orta Asya, Mezopotamya, Hindistan, Anadolu, Kafkaslar, Balkanlar ve Afrika bölgelerinde onlarca etnik yapıyı, dili, aşireti, vs. kapsayan bir genişliğe sahip olmuştur. Bu açıdan Nakşîlik bir ‘sosyal geçişgenlik’ alanıdır. İslâm toplumlarında etnisiteler arası, coğrafyalar arası, kültürler arası, diller arası bir geçişgenliktir. Bu geçişgenlik sayesinde etnik, coğrafî ve diller üstü bir kimlik inşa eder.
Toplum olma hali bir üstünlüktür. İnsanı diğer varlıklardan farklı ve üstün kılan bir özelliktir. Nakşîliğin büyük tefekkür ve irfan insanlarından İmam Rabbanî k.s., insanoğlunu diğer varlıklardan üstün kılan vasfın onun cem’iyyet (farklılıklara rağmen toplanma, bir araya gelme) yeteneğine sahip olması olduğunu söyleyerek bunu gösteriyor. İnsanın birey vasfından ayrı, bir de diğer insanlarla beraber yaşamasını sağlayan cem’iyyet özelliğinden bahsediyor. Yine devamla bu cem’iyyetten Hz. Muhammed s.a.v. de Ebu Cehil de çıktığını ve Nakşîlerin ‘zâhirî cem’iyyetin kefilleri’ olduğunu ifade ediyor.
Bütünleşmenin en önemli boyutlarından biri kurumlar dedik. Bu açıdan Nakşî tekkeleri, kültürel bütünleşmeyi sağlama açısından önemli ocaklar olmuşlardır. Bu Nakşî tekkelerinde dinî eğitimler, dil eğitimleri (Arapça ve Farsça gibi) ve edebiyat eğitimleri (şiir, yazı, mesnevî dersleri) verilmektedir. Bu eğitim çalışmaları hem bilginin aktarılmasında, hem bilginin üretilmesinde, hem de bilginin toplumu aydınlatmasında önemli roller oynuyor.
Nakşîliğin İslâm toplumlarının belli bölgelerinde sosyal ağlara merkezlik yaptığını görüyoruz. Nakşilîğin kurucusu Bâhaeddin Nakşibend k.s.’nin türbesi sosyal ilişkilerin odaklandığı bir merkez olmuştur çevresinde. İç Asya için, Türkistan için ve Çin için önemli bir eğitim ve ziyaretgâh olmuştur. Bunlarla beraber eğitim, ilim, sosyal ilişkiler ağı çerçevesinde, bölgesinde önemli işlevler üstlenmiştir. Yine Irak, Suriye, Anadolu, Kafkaslar; özellikle Hâlidîliğin aktivizmiyle beraber çeşitli Nakşî merkezlerinin coğrafî mekânlarına dönüşmüşlerdir. Buradaki Nakşî tekkeler, halifeler ve medreseler ilim, kültür ve sosyal hayatta büyük roller üstlenmişlerdir. İslâm toplumun ihtiyaç duyduğu irfan ehli ve ulema buralarda yetişmiş ve yine toplum bu tekkeler aracılığıyla sosyalleşme sürecine dahil olmuştur. Algar’ın ifadesi ile Ehl-i Sünnet’in üç önemli bölgesi olan Hindistan, Osmanlı ve Orta Asya, Nakşîlik aracılığı ile bütünleşmiştir.
Nakşîlik, aynı zamanda büyük savaş ve buhranlar döneminde İslâm toplumunun içine girdiği krizi gidermek üzere bütünleşmeye büyük katkılar sağlamaktadır. Toplumların bütünleşmesine yönelen büyük tehditlerin başında işgaller, sömürgeleştirme çabaları ve savaşlar gelmektedir. Çünkü bu tehditlerle birlikte toplumlarda büyük kaoslar, bunalımlar ve sarsılmalar yaşanır. Osmanlı’nın zayıflamasıyla beraber, 18. yüzyılın sonlarından itibaren İslâm toplumları sömürgeciliğin hedefleri arasında yer almaya başlar. 19. yüzyılın başından itibaren de bu hedefler yavaş yavaş pratiğe aktarılmaya başlanır. Fransa, İngiltere, İtalya gibi Avrupa ülkeleri; Afrika, Ortadoğu ve Hindistan coğrafyalarındaki İslâm topraklarını işgale başlar. Rusya da Kafkaslar’daki müslüman toplumları sömürgeleştirmeye başlar.
Bu işgal, savaş ve sömürgeleştirme faaliyetlerine karşı yeniden politik ve toplumsal bütünleşme için Nakşîliğin büyük bir çaba içinde olduğunu görürüz. Birçok Nakşî şeyhi, anti kolonyal bir direniş içine girer. En başta Mevlâna Hâlid k.s. halifelerine gönderdiği mektupta, sömürgeci düşmanlara karşı Osmanlı Devleti’nin yanında yer almayı söyler. Osmanlı Sultanını ‘genel halife’ (el-Halifetü’l-Âmm) olarak tanımlar. Kâfirlerin, din düşmanlarının mahvolması, Sünnet’in diriltilmesi, Şeriat’ın yüceltilmesi için ona dua edilmesini yazar.” (Ergün Yıldırım, Nakşibendiliğin Sosyolojik Muhayyilesi, Uluslararası Bahaeddin Nakşibend ve Nakşibendilik Sempozyumu Tebliğ Metinleri 2016)
Özetle, Allah rızası için insanlara dinî ve dünyevî açıdan faydalı olabilme adına yapılan bütün işleri hizmet olarak gören Nakşibendîler, “hizmeti, Ümmet-i Muhammed’in menfaatine nefsi feda etmek” olarak tanımladıkları görülür.