Görüş Bildir

Dönenler Yönelenler

Cenab-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:
“Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O’na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz. Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur’an’a uyun.” (Zümer, 54-55)
Ayet-i kerimede “Rabbinize yönelin” buyrulurken “inâbe” kelimesi kullanılmıştır. “İnâbe” ve “tevbe” kelimelerine tasavvufî eserlerde, birbirine yakın manalarda çokça rastlarız. “Tevbe”, dönmek demektir. “İnâbe” de dönmek, yönelmek demektir. Fakat âlimlerimiz, bu iki kelime arasında fark olduğunu söylemişlerdir.
Tevbe, Cenab-ı Hakk’ın emrine muhalefet halindeyken bundan vazgeçip O’nun emrine dönmeye denir. İnâbe ise Cenab-ı Hakk’ın emrine uyuyorken O’na yönelmeye denir. Yani inâbe daha sıkı bağlanmayı, hangi hal üzere olunursa olunsun, kalbi sahibine bağlı tutmayı ifade eder. 
Âriflerden Osman Mağribî hazretleri şöyle buyurmuştur:
“İnâbe tevbeden üstündür. Çünkü tevbe eden Cenab-ı Mevlâ’nın emrine muhalefet ve isyanları terk ettiği zaman ‘tâib’ yani tevbekâr olur, ona ‘münîb’ denmez. Münîb yani inâbe eden, her türlü isyan ve muhalefetten tamamen Allah Tealâ’nın rızasına dönendir.”
Ebu Ali Dekkâk r.a. hazretleri de tevbeyi üç kısma ayırmıştır:
“Tevbe üç kısımdır; çünkü onun başlangıcı, ortası ve sonu olur. Başlangıcı tevbe diye isimlendirilir. Ortası inâbe ve sonu ise ‘evbe’ diye isimlendirilir. Tevbe korkan kimselerin, inâbe tevbeye istekli kimselerin, evbe ise ilahî emre tam riayetkârın vasfıdır.”
Allah dostlarının tevbeyi bu kadar farklı isim ve mertebelerle anlatmaları, tevbeye verdikleri önem kadar, bu ifadelerin Kur’an-ı Kerim’de geçiyor olmasındandır. Kur’an-ı Kerim’de geçen ifadelerin her birinin ayrı bir hikmeti vardır. Tefsir âlimlerimiz bu ifadeleri hikmetleriyle izah etmişlerdir.
Şeyh Yahya Şirvânî k.s. hazretleri inâbenin mertebelerini şöyle açıklamıştır:
“İnâbe üç şekilde Cenab-ı Mevlâ’ya dönmektir:
İlki, ibadet ve taatını ıslah etmek bakımından O’na dönmektir. İkincisi özür beyan edip, tevbe anında günahlardan dönmektir. Üçüncüsü de, ahde vefa gösterip, Cenab-ı Mevlâ’ya verdiğimiz söze dönmektir.”
Fahr-i Kâinât Efendimiz s.a.v. buyuruyor:
“Hesaba çekilmeden nefsinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan evvel tartınız ve ölmeden önce ölünüz.”
Hadis-i şerifte ifade buyurulan kendini hesaba çekme, tevbeden sonra devam eden bir haldir. Tasavvuf büyükleri de tevbe ile başlayan ilk adımın muhasebe ile devam etmesinin gerekliliğini söylemişlerdir. Kendini hesaba çekmenin ihmali halinde tevbenin kalıcı olmayacağını ihtar etmişlerdir. 
Tevbenin ilk adımı günahları bırakmaya niyet etmektir. Bunun için de günahlardan, kötü hallerden pişmanlık duymak gerekir. Pişmanlığın derecesi niyetin sağlamlığını belirler. Kişinin pişmanlığı tam olursa, o zaman tevbesi de sağlam olur ve tevbe sonrasında Rabbi’ne dönüşünü pekiştirir. Bunu başardığında günahları birer birer terk eder, günaha meyledecek her türlü hal ve ortamdan da kendini uzak tutar. Çevresini, işlerini, arkadaşlarını ve alışkanlıklarını buna göre gözden geçirir, yolunu kesme ihtimali bulunanlardan uzaklaşır.
İşte, yazımızın başındaki ayet-i kerimede geçen inâbe, herhangi bir isyan ve günah olmaksızın tevbe halinin devam etmesidir. Böylece bütün ibadetler ve işler ıslah olur, birer ebediyet sermayesine dönüşür. İbadet ve taatın ıslahı ise müminin suretini ve ahlâkını güzelleştirir.
Tasavvuf erbabının ihvanın bulunduğu meclisleri gül bahçesine benzetmesi boşuna değildir. En güzel güller mâhir bir bahçıvanın terbiyesinde yetişir. Bahçıvan, gerektiği zaman budar, gerektiğinde sular. Ama daima sever. Gülü sevmeyen bahçıvanın gülistanı olmaz. Eskiden ârif kişilerin bir dervişi görünce “Hangi bağın gülüsün?” diye sormaları bundandır.
Allah Tealâ’nın velî kulları müminler için bir ümittir. Tevbe ile ak pak olmanın, güzel kokmanın ümidi... Günahlar ise Müberra Kitabımız’ın ifadesiyle karanlıktır. Tevbe karanlıktan ışığa, aydınlığa çıkmaktır. Tevbede sebat etmek aydınlıkta kalmak, aydınlıkta yaşamak, aydınlık bir kalp taşımak demektir. 
İnâbeyi “ihsan” hali ile de irtibatlandırabiliriz. Bilindiği üzere ihsan, Efendimiz s.a.v.’in ifadeleriyle “Cenab-ı Hakk’ı görüyormuş gibi” kulluk etmektir. Bu da daimî zikir ile gerçekleşir. Kalp zikirle huzur bulduğu gibi aynı zamanda Rabbi’nin huzurunda bulunur. Böylece kul kendiliğinden münîb olur. İşte tasavvufun insana kazandırmaya çalıştığı hal budur.
Sözü Cüneyd-i Bağdâdî k.s. hazretlerinin bir menkıbesiyle bitirelim:
Bir gün arkadaşlarından biri Cüneyd-i Bağdâdî k.s. hazretlerini hüzünlü görür ve sorar:
– Niçin mahzunsunuz Efendim?
O da;
– Virdlerimden birinin vaktini geçirdim, diye cevap verir. Arkadaşı; 
– O zaman onu kaza et, der.
Cüneyd-i Bağdâdî k.s. hazretleri şöyle cevaplar:
– Nasıl kaza ederim? Her vakit başka bir virde ayrılmıştır ve o vird o vakitte yapılmalıdır.”
Tevbe ile başlayan kişi, inâbe ile yola sımsıkı tutunur ve âriflerin hali olan evbe ile ilahî rızadan başka her şeyi kalbinden temizler ve arınır.
Cenab-ı Mevlâ bizleri emrine itaat eden, rızasına muvafakat eden kullarından eylesin.
Tevfik ve inayetiyle…
 


Semerkand Dergi Logo