Görüş Bildir

Aile Meselemiz

Aile Meselemiz

Aile, sığındığımız kaledir. Bu sebeple her daim korunmalıdır. Toplumun sağlıklı olması ailenin sağlıklı olmasına bağlıdır. Aile fertlerinin fesadı ile toplum da fesada uğrar. Bu nedenle ailenin temel unsurları olan kadına ve erkeğe büyük görevler düşer. Her ikisi birden hem ailenin hem de gelecek nesillerin ıslahına veya ifsadına sebeptir. Hadis-i şerifte ifade edildiği üzere her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Onu anne ve babası ya aslî fıtratında tutar ya da farklı mecralara sürükler.

Çocukların İslâm fıtratı üzere bulunmaları, aynı zamanda onların doğuştan temiz ve İslâm’a yatkın olduğuna işaret eder. Ancak daha sonra anne baba, çevre, okul, toplum gibi etkenler kişiliğini şekillendirir. Unutmamak gerekir ki çocukların iyi ya da kötü çevre edinmelerinin sebebi de yine anne babadır.

Allah Rasulü s.a.v. herkesin birer çoban gibi mesul olduğunu şu manada ifade buyurur: “Hepiniz (bir bakıma) çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Devlet reisi emri altındakilerin çobanıdır ve onlardan sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve elinin altındakilerden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sorumludur…”

İbadet evleri

Aile söz konusu olduğunda müslümanın esas meselesi evleri huzur ve sükûnet mekânı kılmaktır. Saadet ve selamet, ibadet ve itaat evi kılmaktır. Zikir ve fikir mahalli yapmaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa a.s. ve kardeşi Harun a.s.’a, Mısır’da İsrailoğulları için içerisinde ibadet edebilecekleri evler yapmalarının vahyedildiği belirtilir:

“Musa’ya ve kardeşine; ‘Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi namazgâh yapın ve namazı hakkıyla eda edin! Ve (ey Musa! Evini bu hale getiren) müminleri müjdele!’ diye vahyettik.” (Yunus 87) 

Evet; Rabbimiz müminlere evler edinmeyi, evleri birer namazgâh haline çevirmeyi, kendisine kulluğa tahsis edilmiş mescitler haline getirmeyi, orada müslümanca bir hayat yaşamayı emrediyor.

Günümüzde ailenin “ekonomi ve haz odaklı” olduğu gerçeğinden hareketle “ibadet odaklı aile”ye geçmeyi ciddi manada düşünmemiz gerekiyor. Ancak böylece hâkim kültürün yıkıcı etkisinden kurtulup Allah Tealâ’nın ve Peygamberi s.a.v.’in emir ve tavsiyeleri doğrultusunda bir hayat yaşamayı mümkün kılabiliriz.

Ancak bu hususta niyet ve gayretin neticesi olarak aile fertlerimiz sadece Allah Tealâ’nın kıblesine yönelecek, sadece O’nun yoluna girecek, sadece O’nun hoşnutluğunu isteyecek. Ancak niyet ve gayretle evlerimizi, ayet-i kerimede belirtildiği üzere mescit yapmak mümkün.

İşte evlerini bu hale getiren müminler müjdelenmiştir.

Mükemmel aile hayali

Günümüzün en büyük sorunlarından biri aile. Evlilikler yürümüyor, çocuklar ikisi de hayatta olsalar da ya babadan ya anneden yetim kalıyor. Yalnız hayatlar, gayrimeşru beraberlikler gün be gün artıyor. Uzmanlar kendilerine göre çözüm yolları gösteriyor, kimileri de ideal aile modelini tarif ediyor.

Diğer taraftan TV dizileri, sosyal medya, filmler, reklamlar üzerinden inşa olan bir aile muhayyilesi var. Fakat hayatın gerçekleri bambaşka şeyler söylüyor.

Hakikatli, işe yarar, uygulanabilir bir aile modeline ihtiyaç var. Daha açıkçası, tek tek her bir insanın bir modele ihtiyacı var. Çünkü aile de kişilerden oluşuyor.

Nereden başlamalı?

Mutlu olabilmek, muhabbetli bir yuva sahibi olabilmek için kimi örnek almalıyız? Huzuru ve mutluluğu nerede aramalı, nereden başlamalıyız?

Önce kendimizi, müslüman olduğumuzu hatırlamamız lazım. Bizim tâbi olduğumuz, izinden yürüdüğümüz bir peygamberimiz var. Rabbimiz O’nu bir rehber, bir model olarak önümüze koydu:

“Andolsun, Allah’ın Rasulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21)

Hz. Peygamber s.a.v. bizzat Âlemlerin Rabbi tarafından en güzel şekilde terbiye edildi. En güzel ahlâkla donatıldı. Örnek insan ve model olarak insanlığın önüne konuldu.

Elbette Allah Rasulü s.a.v.’i örnek ve rehber kabul etmek tercihe bağlı. Fakat ayet-i kerimeye baktığımızda, eğer Allah Tealâ’ya kavuşmayı, ebedi saadeti istiyor ve umuyorsak başka yol yok. Yine anlıyoruz ki O’na muhabbetle tâbi olmak için çok zikreden bir kalbe sahip olmamız gerekiyor. Nitekim ârif zatlar, evinden ailesinden şikayet edenlere ne kadar zikrettiklerini soruyor.

O’nun evi

Acaba âlemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu Peygamber s.a.v.’in evi ailesi nasıl tasvir edilebilir, neler söylenebilir? Üç beş satırla ifade etmeye çalışalım:

O mübarek hane yeryüzünün en muhabbetli hanesi idi.

Geçmiş ve gelecek bütün evlerin en samimisi, en huzurlusu idi.

O mübarek hane nübüvvet evi idi. Meleklerin sık sık ziyaret ettiği, Cibril-i Emin’in vahiy getirdiği ev idi.

Sakinleri Allah Tealâ’nın tertemiz kıldığı Ehl-i Beyt idi. Hanımları müminlerin anneleri ve cennet kadınlarının hanımefendileri idi.

Zira Allah Rasulü s.a.v. zarafet, merhamet, şefkat, muhabbet timsali idi.

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetlidir, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 128)

Beklentiler ve gerçekler

Hayattan beklentilerimiz sadece kendi halimizi değil, belki en çok evimizi, eşimizi ve çocuklarımızı etkiliyor. Hâkim kültürün hayata bakışımızı yönlendirmesinden bir an sıyrılıp, işin hakikatine odaklanmamız faydalı olacaktır.

Önce şunu bilelim: Dünya ebedi yurt değildir. Sonsuza giden yolculukta sadece bir konaktır.

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ot ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd 20)

“Onlara dünya hayatının örneğini şöyle ver: Sanki bir su, onu gökten indirmişiz; onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış. Derken bir çöp kırıntısı oluvermiştir, rüzgârlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir.” (Kehf 45)

Dünya hayatı için cennete ve cehenneme giden bir kavşak misalini de verebiliriz. İnsan da birer yolcu... Kavşakta kimi bir yola, kimi diğerine sapar. Fakat kimsenin kavşakta kalma ihtimali yoktur. Hedef ahirettir. Şu halde yolcu olduğumuzu hatırlamak, beklentilerimizi taleplerimizi buna göre ayarlamak gerekir.

Efendimiz s.a.v. dünyaya karşı kendi tavırlarını şöyle ifade buyurdular:

“Benim, dünya ile ilgim, yolunda giderken bir ağaca rastlayan, öğle vakti dinlenmek için o ağacın gölgesine sığınan, sonra yine yoluna devam eden bir yolcunun ilgisi gibidir.”

O zevk ve keyif içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarını da zevklere dalmaktan men ederdi.

Diyelim, O peygamberdi. Cenab-ı Hak tarafından seçilmiş, terbiye edilmiş, yaratımışların en üstünü kılınmış bir insan. Biz ise bu asırda, nefsin ve şeytanın her türlü ayartmasına açık, zayıf kullarız.

Şu kadarını bilmemiz lazım: Nefsimiz keyfini konforunu, zevkü safayı talep ederken, ruhumuz başka bir şeyi, ötelerin iklimini istiyor. Bedenin keyfi onu mutlu etmiyor. Bunca oyalanmaya rağmen huzur bulmuyor. İnsanlık depresyonda. Anlam kaybı, boşluk ve tatminsizlik hemen herkesin başının derdi. Psikiyatrisler, psikologlar “müşteriye” yetişemiyor.

Bir denge ihtiyacı

Diğer taraftan İslâm, ister fetva boyutuyla ister tasavvufî hassasiyetle yaşansın, dünyaya sırtını dönmeyi emretmiyor. Çalışmak, para kazanmak, mal mülk edinmek, yuva kurup çoluk çocuğa karışmak yasak değil; tam aksine helal çerçevede olmak şartıyla teşvik ediliyor. Allah rızası ve müminlere hizmet hedeflendiğinde ibadet sevabı vaadediliyor.

Mesele şu ki, dünya ve ahiret dengesini bulmamız lazım. Zaten mümin denge insanıdır; dünya için ahireti, ahiret için de dünyayı terk etmez. Her ikisini gereği kadar talep eder. Dünya çalışma, ahiret ise mükâfat yeridir.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de mealen buyuruyor: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma.” (Kasas 77)

Efendimiz s.a.v. kendini tamamen ibadete verip dünyayı ihmal etmeyi hoş karşılamamıştır. Buyurur ki: “Sizin hayırlınız, ahiret için dünyayı, dünya için de ahireti terk edenler değildir. Sizin en hayırlınız, kâfi miktarda her ikisinden de alandır.”

İşte, dünyaya bakışımızdaki düzelme sadece iç dünyamızı değil evimizi de onaracak, gerçekleşmeyecek hayaller peşinde ömür tüketmekten bizi alıkoyacaktır.

Gönül geniş ev geniş

Efendimiz s.a.v.’in ev ve aile örnekliğinden payımıza düşenlere dönersek:

O’nun terbiyesi altında bulunan annelerimiz yani ezvâc-ı mutahharât, asıl yatırımı bizim gibi bitmez tükenmez taksitlerle eve eşyaya değil, ebedi yurt olan cennete yapıyorlardı. Gerçi bu bütün sahabi efendilerimizin hayat tarzı idi.

Onlar dünyayı kalıcı bir yuva olarak görmemiş, aksine burada bir yolcu olduklarını asla unutmamışlardır. Asıl mutluluğun ahiret evinde olduğunu, dünya evinde ise bu mutluluktan bir hissenin ancak aile efradımızla ibadet ve zikir ile olabileceğini yaşayarak ispat etmişlerdir.

İnsanın tek gayesi dünya, tek hedefi zenginlik olunca, sabrı da şükrü de unutur. Günümüzde olan da budur. Bugün maddi sıkıntıların evlerdeki huzuru mahvetmesi, mutluluğun eşyada, konforda aranıyor olmasından kaynaklanır.

Pek çok kişi çocukluğunda fakir bir aile içinde yaşadığı tadı arar; yokluğa rağmen anne babasının nasıl huzurlu olduğunu hatırlar. Demek ki huzur ve mutluluğun elin geniş olması ile ilgisi yok, gönlün geniş olması ile ilgisi var. Gönül genişliği ise maddi sıkıntı ve dertlere sabredip Allah Tealâ’nın takdir ettiği mevcut nimetlere şükretmek, sabırlı ve kanaatkâr olmak demek.

Allah Tealâ’nın verdiği nimetleri O’nun rızası doğrultusunda kullanmak, bu nimetlerin kulluk yapmak için verildiğini bilmek gerekir. Zenginlik şükür ve çok infak gerektiren gerektiren, fakirlik ise sabır ve rıza gerektiren bir imtihandır.

Esas olan, hangi halde olursak olalım, kul olduğumuzu unutmamak, yüzümüzü daima Rabbimiz’e dönmek ve ibadetlere devam etmektir. Günah ve isyan içimizi zehirleyen, huzurumuzu bozan ve boğan birer karanlıktır. En küçük bir sıkıntıda bile isyan bayrağını çekmek, günah ve haramlarda keyif aramak evlerin huzurunu ve mutluluğunu yıkan zulümdür. Önce kendimize, sonra eşimize çocuğumuza zulüm...

Mevlâna Hâlid Bağdâdî k.s.’nin mürşidi Şeyh Abdullah Dıhlevî k.s. der ki: “Nefsaniyetin olduğu yer cehennemdir.” Evler neden cehenneme döner, yaşanmaz hale gelir, dönüp kendimize bakmamız lazım.

Bitmeyen tartışmalar ve çocuklar

Allah Rasulü s.a.v. eşleri ile asla münakaşa etmez, onları azarlamazdı. Kötü davranmaz, incitmezdi. Dövüp sövmek bir yana, asla öfke ile hareket etmezdi. Fakat Allah Tealâ’nın emirlerinin yerine getirilmesi ve haram kıldığı bir şeyden uzaklaşılması için bütün gayretini sarf ederdi. Bu hususta da en başta kendi aile fertlerini uyarırdı. O’nun hane-i saadetlerinde şeriata aykırı bir iş olmadığından sürekli huzur ve saadet hüküm sürerdi.

Günümüzde birçok huzursuzluğun ana sebeplerinden birisi nefsanî öfke ve hiddettir. Öfke ateşi tutuştuğunda ağızdan çıkan sözler, hal ve hareketler kontrolden çıkmaya başlar. Bunun ana kaynağı nefstir. Nefs istediğini alamayınca, önüne engel konulunca çileden çıkar. Nitekim en büyük mücadelenin de nefs mücadelesi olduğu unutulmamalıdır.

Öfke halinden daima uzak durmak, en başta evlad ü ıyalimiz olmak üzere herkese hilm ve rıfk ile muamele etmek İslâm ahlâkının temel unsurlarıdır. Hele karşı koyacak gücü olmayan bir sabiye bağırıp çağırmak, dövmek vahşettir, canavarlıktır.

Anne çocuğunu döver, çocuk yine onun eteğine sarılır, anne diye ağlar. Bundan büyük vahşilik olabilir mi. Kalbi imanla hassasiyet kazanmış, yumuşamış bir mümin, nefsinin azgınlığı ile kendinden zayıfa vuramaz.

Bizim Peygamberimiz bağırıp çağırmak bir yana, çocuklara bile “yap, getir, götür” gibi emir sîgasıyla konuşmazdı. Bir çocukla muhatap olduğunda ya onu tutup kaldırır ya da kendisi çökerek göz hizasında tutardı.

Birbirimize nasıl davranacağımız hususunda öğrenmemiz gereken çok şey var. Fakat yanlış yerde aradıkça asla bulamayacağız. Şu halde takrar hatırlayalım:

“Andolsun, Allah’ın Rasulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 21)

Hz. Peygamber s.a.v. ve Çocuk

Efendimiz s.a.v çocukları çok sever hatta torunlarını sırtına alır dolaştırırdı. Bir gün Hz. Ömer r.a. hane-i saadete girdi. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i Rasulllah s.a.v.’in sırtında gördü. Çocuklara;

– Ne güzel bineğiniz var, dedi. Efendimiz s.a.v. de;

– Ya onlar ne güzel süvariler, buyurdu.

Allah Rasulü s.a.v., kızı Zeyneb r.anhâ’dan torunu Ümame’yi namaz kılarken sırtında taşıdığı olurdu. Secde yapacağı zaman onu yere kor, secdeden kalkarken de yine omuzuna alırdı.

O, geride bir çocuğun ağladığını duyarsa namazı kısa tutardı.

Kimden Çekiniyorlar

Günün birinde Hz. Ömer r.a. Hane-i Saadet’e girmek için izin istedi. Bu sırada Rasulullah s.a.v.’in yanında Kureyş kabilesinden bir grup kadın vardı. O’nun huzurunda yüksek sesle konuşuyor, bir şeyler soruyorlardı. Hz. Ömer r.a.’ın sesini duyunca her biri perdenin arkasına geçerek gizlenmeye başladı. Nihayet Hz. Ömer r.a. huzura girdi ve Rasulullah s.a.v.’in tebessümüyle karşılaştı. Bunun üzerine;

– Ey Allah’ın Rasulü, anam babam sana feda olsun, Allah seni ebediyen güldürsün. Sizi güldüren sebep nedir, diye sordu.

Allah Rasulü s.a.v. yine tebessümle cevap verdi:

– Şu kadınların haline gülüyorum. Oturmuş benim yanımda konuşuyorlardı, senin sesini duyunca her biri bir yere saklandı.

Hz. Ömer r.a. kadınların Rasulullah s.a.v.’in huzurunda bu şekilde rahat konuşmalarına üzüldü ve dedi ki:

– Sana anam babam feda, sen onların saygısına benden daha layıksın.

Sonra kadınlara dönerek şöyle seslendi:

– Ey kendilerinin düşmanları! Rasulullah’tan çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?

Kadınlar ona şu karşılığı verdiler:

– Sen katı ve şiddetlisin!

Efendimiz s.a.v. hemen duruma müdahale etti, mesele uzamadan kapandı.

Görünce şeytanın bile yolunu değiştirdiği Hz. Ömer r.a.’ın bir sözü:

“Erkek o kişidir ki evine girdiğinde çocuk gibi olur.”



Semerkand Dergi Logo