İki İmtihan
İki İmtihan
Cenab-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münâfikûn 9)
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır. Büyük ecir ise Allah katındadır.” (Tegâbûn 15)
Ayet-i kerimede buyurulduğu üzere dünya malı ve çocuklar insanoğlunu Allah Tealâ’yı anmaktan alıkoyma ihtimali olan unsurlardandır. Çünkü hayatımızdaki diğer her şey gibi malımız mülkümüz, evlâd ü ıyâlimiz birer imtihandır. Ayet-i kerimelerde işaret buyurulan olumsuzluk, mal ve çocuklar yüzünden kişinin imtihanı kaybetmesi, bunlar sebebiyle asıl hedefinden sapmasıdır.
Helal ve haramlar da “apaçık”, yani “mübîn” dinimiz yoluyla bizlere gösterilmiş, öğretilmiştir. Helal yoldan rızık toplamak, zengin olmak, hatta çok zengin olmak mübah kılınmıştır. Evlilik de Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in sünnetidir. Evlat sahibi olmak da övülmüştür. Öyleyse önemli bir gerçeği yeniden hatırlamamız gerekiyor.
Söze dünyadan başlayalım: Dünyanın değersizliği ve aldatıcılığı müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde sıkça ifade edilen bir husustur. Fakat burada kötülenen şey, üzerinde nice ayetler ve ibretler taşıyan, kudret-i ilahînin bin bir tecellisi ile bezeli yerküre değildir. Aynı şekilde ebedi hayatın tarlası olan ve Cenab-ı Mevlâmızın lütfu ile bahşedilen ömür de değildir.
Kötülenen, zemmedilen şey, fani dünyayı ebedi zannetmek, onun süsüne aldanmak, ahirete vasıta olmaktan başka özelliği olmayan bu hayatı gaye ve maksat haline getirmektir. Böyle olunca kişi kendisine niçin hayat verildiğini unutur, Rabbi ile arasına malları ve evlatları gibi türlü perdeler koyar, böylece kötü akıbete doğru sürüklenir gider.
Yine hatırlamak lazım; insanı Rabbi’nin yolundan alıkoyan dünya malının çokluğu değildir. Gaflete düşmüş kalp, kaybedilmiş imtihandır. Nur suresi 37. ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulur: “(Öyle) adamlar ki onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekden alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.”
Nice kimseler de vardır ki, fakirlik içindeyken bile elindeki az mala düşkünlüğü gözlerini kör etmiştir. Ya da içinde bulunduğu hal içinde sabrı ve şükrü unutmuş, isyan etmiştir. Zenginin imtihanı çokluk ile, fakirin imtihanı ise yokluk iledir. Değişmeyen husus, her iki durumda da imtihanın devam ettiğidir.
Zenginlik ya da fakirlik eleştirisi yaparken sınırlara dikkat etmek gerekir. Helali haram, haramı helal saymak âlimlerimizce küfre düşmek olarak görülmüştür. Haramlar ve helaller bellidir. Dinimizin belirlediği mübah sahasını daraltmak veya genişletmek kimsenin hakkı ve haddi değildir. İçtihadın aslı ise yeni hükümler koymak değil, dinin muhafazasıdır.
Kişinin görüşünde ve yaşantısında ifrada yahut tefride düşmekten kaçınması gerekir. Dinde ifrat ve tefrit, İslâm’ın yaşanılır halini, hayatımızı kuşatan ve bizi sırat-ı müstakim üzere tutan hükümlerini göz ardı etmek manasına gelir.
Yazımızın başında meallerini zikrettiğimiz ayet-i kerimelerin izahına dair bu ikazlardan sonra, diğer bazı veçhelerini de ele alalım.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. bir hadis-i şerifte, dünyayı “süslü bir kocakarı”ya benzetmiştir. Yaşlı ve çirkindir, fakat süsleriyle aldatır. Demek ki insanoğlunun dünyanın geçiciliğini unutmaması, onun mal mülk, evlat ve başka süslerine aldanmaması lazımdır.
Tasavvuf erbabının eserlerinde, sohbetlerinde dünyanın değersizliğine dair anlattıkları bu minvalde anlaşılmalıdır. Yoksa Allah dostlarının dünyalık edinmedikleri şeklinde anlaşılır ki, bu yanlıştır. Umumi bir kaide olarak haram olanın azı da çoğu da haramdır. Bir zarar ve israf olmadıkça helal olanın çoğu da helaldir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Şöhret, mal ve ikbâl hırsı, koyun sürüsüne salıverilmiş açgözlü iki kurdun sürüye verdiği zarardan daha fazla müslümanın dinine zarar verir.” (Tirmizî 2376; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/460)
Hadis-i şerifteki “hırs” ifadesine dikkat etmek gerekir. Helal olan herhangi bir makamda vazife yapıp insanlara hizmet etmek haram değildir. Fakat bu makamın hırsını kalbinde taşımak, ona bağlanmak tehlikelidir ve insanı helake götürür. Aynı şekilde mal mülk sahibi olmak da helal yoldan olduğu sürece mahzurlu değildir. Fakat maksat haline gelirse, hakikati unutturursa yani hırsa dönüşürse tehlikelidir. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Kârun kıssasında da bu duruma işaret edilir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyuruyor:
“İnsanoğlu ‘malım, malım’ der. Acaba yiyip tükettiğinden veya giyip eskittiğinden yahut tasadduk ederek ahiret için ayırdığından başka malın mı var?” (Müslim 2958; Tirmizî 2342, Nesâî 3613)
Bu hadis-i şerif, bize şu iki hakikati öğretiyor: İnsanoğlu yemek, giyecek, barınma gibi ihtiyaçları için dünyadan faydalanabilir. Bu faydalanma helal dairede kaldığı sürece mübah, faydalanmayı terk edip kendine zarar vermek ise haramdır. İstifade edip şükretmelidir.
İkinci hikmet ise “ahiret için ayırdığından başka” ifadesindedir ki asıl tutunmamız gereken budur.Çünkü dünya ve dünyalıklar, ahiret hayatını kazanmak için vasıtadır. Mal mülk ancak tasadduk edilirse fayda verir. Aksi halde insanı kandırır, oyalar, kaybedilmiş bir imtihana dönüşür.
İmam Gazalî rh.a. hazretleri, Mükâşefetü’l-Kulûb adlı eserinde âriflerden bir zatın şöyle bir şiirine yer veriyor:
“Ben takvayı şu parada buldum
Sakın başka şeyde bulduğumu sanmayın.
Önce ona sahip oldum, sonra terk ettim.
Evet; işte budur müslümana yakışan takva!”
Bu hikmetli mısralarda ârif zatın bahsettiği, dünya malını öylece bırakıp gitmek değildir. Onu Allah Tealâ’nın yolunda harcamak, sadaka vermek, insanların faydalanmasını sağlamaktır. O zaman dünya imtihanı şerden hayra dönmüş olur.
Yahya b. Muaz k.s. hazretlerinin menkıbesi ile bitirelim. Bir mecliste Yahya b. Muaz k.s. şöyle buyurur:
“Ölüm anında insanın başına gelen şu iki musibeti hiç kimse ne duymuş ne de görmüştür.”
“O iki musibet nedir?” diye sorulunca der ki: “Önce servetinin tamamı elinden alınır (yani ölür), sonra da tamamından dolayı hesaba çekilir.”
Bize düşen, Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in emrine uyarak “hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek”tir.
Cenab-ı Mevlâ dünya hayatında bizleri kimseye muhtaç eylemesin. Dünyanın çokluğu veya yokluğuyla verdiği imtihanlardan yüz akıyla çıkmayı nasip eylesin.
Tevfik ve inayetiyle…
Cenab-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır.” (Münâfikûn 9)
“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır. Büyük ecir ise Allah katındadır.” (Tegâbûn 15)
Ayet-i kerimede buyurulduğu üzere dünya malı ve çocuklar insanoğlunu Allah Tealâ’yı anmaktan alıkoyma ihtimali olan unsurlardandır. Çünkü hayatımızdaki diğer her şey gibi malımız mülkümüz, evlâd ü ıyâlimiz birer imtihandır. Ayet-i kerimelerde işaret buyurulan olumsuzluk, mal ve çocuklar yüzünden kişinin imtihanı kaybetmesi, bunlar sebebiyle asıl hedefinden sapmasıdır.
Helal ve haramlar da “apaçık”, yani “mübîn” dinimiz yoluyla bizlere gösterilmiş, öğretilmiştir. Helal yoldan rızık toplamak, zengin olmak, hatta çok zengin olmak mübah kılınmıştır. Evlilik de Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in sünnetidir. Evlat sahibi olmak da övülmüştür. Öyleyse önemli bir gerçeği yeniden hatırlamamız gerekiyor.
Söze dünyadan başlayalım: Dünyanın değersizliği ve aldatıcılığı müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde sıkça ifade edilen bir husustur. Fakat burada kötülenen şey, üzerinde nice ayetler ve ibretler taşıyan, kudret-i ilahînin bin bir tecellisi ile bezeli yerküre değildir. Aynı şekilde ebedi hayatın tarlası olan ve Cenab-ı Mevlâmızın lütfu ile bahşedilen ömür de değildir.
Kötülenen, zemmedilen şey, fani dünyayı ebedi zannetmek, onun süsüne aldanmak, ahirete vasıta olmaktan başka özelliği olmayan bu hayatı gaye ve maksat haline getirmektir. Böyle olunca kişi kendisine niçin hayat verildiğini unutur, Rabbi ile arasına malları ve evlatları gibi türlü perdeler koyar, böylece kötü akıbete doğru sürüklenir gider.
Yine hatırlamak lazım; insanı Rabbi’nin yolundan alıkoyan dünya malının çokluğu değildir. Gaflete düşmüş kalp, kaybedilmiş imtihandır. Nur suresi 37. ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulur: “(Öyle) adamlar ki onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekden alıkoymaz. Onlar kalblerin ve gözlerin (dehşetle) döneceği günden korkarlar.”
Nice kimseler de vardır ki, fakirlik içindeyken bile elindeki az mala düşkünlüğü gözlerini kör etmiştir. Ya da içinde bulunduğu hal içinde sabrı ve şükrü unutmuş, isyan etmiştir. Zenginin imtihanı çokluk ile, fakirin imtihanı ise yokluk iledir. Değişmeyen husus, her iki durumda da imtihanın devam ettiğidir.
Zenginlik ya da fakirlik eleştirisi yaparken sınırlara dikkat etmek gerekir. Helali haram, haramı helal saymak âlimlerimizce küfre düşmek olarak görülmüştür. Haramlar ve helaller bellidir. Dinimizin belirlediği mübah sahasını daraltmak veya genişletmek kimsenin hakkı ve haddi değildir. İçtihadın aslı ise yeni hükümler koymak değil, dinin muhafazasıdır.
Kişinin görüşünde ve yaşantısında ifrada yahut tefride düşmekten kaçınması gerekir. Dinde ifrat ve tefrit, İslâm’ın yaşanılır halini, hayatımızı kuşatan ve bizi sırat-ı müstakim üzere tutan hükümlerini göz ardı etmek manasına gelir.
Yazımızın başında meallerini zikrettiğimiz ayet-i kerimelerin izahına dair bu ikazlardan sonra, diğer bazı veçhelerini de ele alalım.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. bir hadis-i şerifte, dünyayı “süslü bir kocakarı”ya benzetmiştir. Yaşlı ve çirkindir, fakat süsleriyle aldatır. Demek ki insanoğlunun dünyanın geçiciliğini unutmaması, onun mal mülk, evlat ve başka süslerine aldanmaması lazımdır.
Tasavvuf erbabının eserlerinde, sohbetlerinde dünyanın değersizliğine dair anlattıkları bu minvalde anlaşılmalıdır. Yoksa Allah dostlarının dünyalık edinmedikleri şeklinde anlaşılır ki, bu yanlıştır. Umumi bir kaide olarak haram olanın azı da çoğu da haramdır. Bir zarar ve israf olmadıkça helal olanın çoğu da helaldir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Şöhret, mal ve ikbâl hırsı, koyun sürüsüne salıverilmiş açgözlü iki kurdun sürüye verdiği zarardan daha fazla müslümanın dinine zarar verir.” (Tirmizî 2376; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/460)
Hadis-i şerifteki “hırs” ifadesine dikkat etmek gerekir. Helal olan herhangi bir makamda vazife yapıp insanlara hizmet etmek haram değildir. Fakat bu makamın hırsını kalbinde taşımak, ona bağlanmak tehlikelidir ve insanı helake götürür. Aynı şekilde mal mülk sahibi olmak da helal yoldan olduğu sürece mahzurlu değildir. Fakat maksat haline gelirse, hakikati unutturursa yani hırsa dönüşürse tehlikelidir. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Kârun kıssasında da bu duruma işaret edilir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyuruyor:
“İnsanoğlu ‘malım, malım’ der. Acaba yiyip tükettiğinden veya giyip eskittiğinden yahut tasadduk ederek ahiret için ayırdığından başka malın mı var?” (Müslim 2958; Tirmizî 2342, Nesâî 3613)
Bu hadis-i şerif, bize şu iki hakikati öğretiyor: İnsanoğlu yemek, giyecek, barınma gibi ihtiyaçları için dünyadan faydalanabilir. Bu faydalanma helal dairede kaldığı sürece mübah, faydalanmayı terk edip kendine zarar vermek ise haramdır. İstifade edip şükretmelidir.
İkinci hikmet ise “ahiret için ayırdığından başka” ifadesindedir ki asıl tutunmamız gereken budur.Çünkü dünya ve dünyalıklar, ahiret hayatını kazanmak için vasıtadır. Mal mülk ancak tasadduk edilirse fayda verir. Aksi halde insanı kandırır, oyalar, kaybedilmiş bir imtihana dönüşür.
İmam Gazalî rh.a. hazretleri, Mükâşefetü’l-Kulûb adlı eserinde âriflerden bir zatın şöyle bir şiirine yer veriyor:
“Ben takvayı şu parada buldum
Sakın başka şeyde bulduğumu sanmayın.
Önce ona sahip oldum, sonra terk ettim.
Evet; işte budur müslümana yakışan takva!”
Bu hikmetli mısralarda ârif zatın bahsettiği, dünya malını öylece bırakıp gitmek değildir. Onu Allah Tealâ’nın yolunda harcamak, sadaka vermek, insanların faydalanmasını sağlamaktır. O zaman dünya imtihanı şerden hayra dönmüş olur.
Yahya b. Muaz k.s. hazretlerinin menkıbesi ile bitirelim. Bir mecliste Yahya b. Muaz k.s. şöyle buyurur:
“Ölüm anında insanın başına gelen şu iki musibeti hiç kimse ne duymuş ne de görmüştür.”
“O iki musibet nedir?” diye sorulunca der ki: “Önce servetinin tamamı elinden alınır (yani ölür), sonra da tamamından dolayı hesaba çekilir.”
Bize düşen, Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in emrine uyarak “hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek”tir.
Cenab-ı Mevlâ dünya hayatında bizleri kimseye muhtaç eylemesin. Dünyanın çokluğu veya yokluğuyla verdiği imtihanlardan yüz akıyla çıkmayı nasip eylesin.
Tevfik ve inayetiyle…