Ayıranlar Ayrılanlar
Ayıranlar Ayrılanlar
Allah dostlarının bir kısmı açık bir şekilde bellidir. Mürşid-i kâmillerin büyük çoğunluğunu Allah Tealâ insanlara gösterir. İrşadla vazifeli bir kısım velîler de gizli bir şekilde insanların arasında dolaşır. Onları bilemeyiz. Onun için “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” denilmiştir.
Ayrıca, Ümmet-i Muhammedi birbirinden ayırmamak gerekir. Zengine itibar edip fakiri küçük görmemelidir. Allah dostunun zenginden mi fakirden mi hastadan mı çıkacağı bilinmez. Sofi odur ki, halk nazarında neyin itibarlı olduğuna bakmaz, şöhretin peşine takılmaz, mal mülk sahibi diyerek zengine ayrıca itibar etmez.
Mürşid o kimsedir ki, kendini toprak, Ümmet-i Muhammedi tohum kabul eder. Kendisine geleni yetiştirip, olgunlaştırıp meyve vermesine çalışır. Bir mürşidin vekili, vazifelisi de o kimsedir ki, mürşidi “hâdimü’l-müslimîn” yani “müslümanların hizmetçisi” diye imza atarken, kendisi ağa gibi sofilere caka satmaz. Eğer kendi nefsine değer verirse, bilmelidir ki başkaları ondan değerli olabilir. Nice günahkâr tevbe edip kısa zamanda velî olabilir. Yeter ki insan kendini beğenmiş ve ameline güvenmiş cinsten olmasın.
Ruhu’l-Beyan tefsirinde İsmail Hakkı Bursevî k.s. hazretleri şöyle buyurur: “Allah Tealâ bir kulun helakini isterse onu üç şeyle cezalandırır: Birincisi, ilim verir fakat âlimlerin amellerinden mahrum eder. İkincisi, sâlihlerin sohbetiyle rızıklanır ama onların hakkını bilmez. Sâlihler içinde derviş oldum diye kendine kıymet biçmek insanın helakinin alâmetidir. Üçüncüsü, ibadet ehlidir fakat ihlâs ve niyeti sahih değildir.”
Adâvet yani düşmanlık etmek, diğer müridlere hakaret ederek cemaati bölüp ayırmak kadar kötü fiil yoktur. Kim düşmanlıkla meşgul olursa, sofi kardeşlerini herhangi bir sebeple düşman ilan ederse ahiret menfaatine işlerde çalışmaktan kesilir. “Kindar bir adamım. Unutamam.” diyenler adâvet ehlidir. Değil vekil, halife de olsa bir milim yükselemez. Düşmanlık edenin kalbi kin ve nefretle meşguldür. Kin dolu bir kalp Allah Tealâ’ya hayırlı amel yapamaz. Çünkü kalp birbirine zıt iki şeyi bir arada bulundurmaz.
Dervişlik zordur. Haddi hukuku bilmek lazımdır. Haddi hukuku bilmeyenin dervişliği yalancılıktır. Mademki senin peygamberin, senin mürşidin merhamet sahibidir, sen de merhametli olup düşmanlığı bırakmalısın. Mademki mürşid “Hâdimü’l-Müslimîn” diye imza atıyor, o zaman sofisi, vekili, vazifelisi de “hizmetçilerin hizmetçisi” olur.
Sofi, mürşidini örnek kabul etmeli, ona benzemeye çalışmalıdır. “Ben şeyhin yirmi otuz senelik müridiyim” diyenler, yirmi otuz senede şeyhin güzel ahlâkının ne kadarını aldı? Sabrı, şükrü, hizmeti, tevazuyu öğrendi mi? Kendisini şeyhine ne kadar benzetebildi?
Mademki şeyhte peygamber ahlâkından hasletler var, vekilde de sofide de olmalıdır. Eğer sende peygamberlerin hasleti yoksa, olmuyorsa nefsin ve şeytan sana galip demektir.
Halis, kâmil, güzel bir müslüman olmak gerekir. Fatiha suresini okuyor “sadece sana kulluk ederiz” diyoruz. Biraz sonra da yalancılık, gıybet, her türlü haramı işliyoruz. Bu nasıl sofilik, bu nasıl vekilliktir! Sizin şeyhiniz böyle mi yapıyor?
Allah dostlarının bir kısmı açık bir şekilde bellidir. Mürşid-i kâmillerin büyük çoğunluğunu Allah Tealâ insanlara gösterir. İrşadla vazifeli bir kısım velîler de gizli bir şekilde insanların arasında dolaşır. Onları bilemeyiz. Onun için “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil!” denilmiştir.
Ayrıca, Ümmet-i Muhammedi birbirinden ayırmamak gerekir. Zengine itibar edip fakiri küçük görmemelidir. Allah dostunun zenginden mi fakirden mi hastadan mı çıkacağı bilinmez. Sofi odur ki, halk nazarında neyin itibarlı olduğuna bakmaz, şöhretin peşine takılmaz, mal mülk sahibi diyerek zengine ayrıca itibar etmez.
Mürşid o kimsedir ki, kendini toprak, Ümmet-i Muhammedi tohum kabul eder. Kendisine geleni yetiştirip, olgunlaştırıp meyve vermesine çalışır. Bir mürşidin vekili, vazifelisi de o kimsedir ki, mürşidi “hâdimü’l-müslimîn” yani “müslümanların hizmetçisi” diye imza atarken, kendisi ağa gibi sofilere caka satmaz. Eğer kendi nefsine değer verirse, bilmelidir ki başkaları ondan değerli olabilir. Nice günahkâr tevbe edip kısa zamanda velî olabilir. Yeter ki insan kendini beğenmiş ve ameline güvenmiş cinsten olmasın.
Ruhu’l-Beyan tefsirinde İsmail Hakkı Bursevî k.s. hazretleri şöyle buyurur: “Allah Tealâ bir kulun helakini isterse onu üç şeyle cezalandırır: Birincisi, ilim verir fakat âlimlerin amellerinden mahrum eder. İkincisi, sâlihlerin sohbetiyle rızıklanır ama onların hakkını bilmez. Sâlihler içinde derviş oldum diye kendine kıymet biçmek insanın helakinin alâmetidir. Üçüncüsü, ibadet ehlidir fakat ihlâs ve niyeti sahih değildir.”
Adâvet yani düşmanlık etmek, diğer müridlere hakaret ederek cemaati bölüp ayırmak kadar kötü fiil yoktur. Kim düşmanlıkla meşgul olursa, sofi kardeşlerini herhangi bir sebeple düşman ilan ederse ahiret menfaatine işlerde çalışmaktan kesilir. “Kindar bir adamım. Unutamam.” diyenler adâvet ehlidir. Değil vekil, halife de olsa bir milim yükselemez. Düşmanlık edenin kalbi kin ve nefretle meşguldür. Kin dolu bir kalp Allah Tealâ’ya hayırlı amel yapamaz. Çünkü kalp birbirine zıt iki şeyi bir arada bulundurmaz.
Dervişlik zordur. Haddi hukuku bilmek lazımdır. Haddi hukuku bilmeyenin dervişliği yalancılıktır. Mademki senin peygamberin, senin mürşidin merhamet sahibidir, sen de merhametli olup düşmanlığı bırakmalısın. Mademki mürşid “Hâdimü’l-Müslimîn” diye imza atıyor, o zaman sofisi, vekili, vazifelisi de “hizmetçilerin hizmetçisi” olur.
Sofi, mürşidini örnek kabul etmeli, ona benzemeye çalışmalıdır. “Ben şeyhin yirmi otuz senelik müridiyim” diyenler, yirmi otuz senede şeyhin güzel ahlâkının ne kadarını aldı? Sabrı, şükrü, hizmeti, tevazuyu öğrendi mi? Kendisini şeyhine ne kadar benzetebildi?
Mademki şeyhte peygamber ahlâkından hasletler var, vekilde de sofide de olmalıdır. Eğer sende peygamberlerin hasleti yoksa, olmuyorsa nefsin ve şeytan sana galip demektir.
Halis, kâmil, güzel bir müslüman olmak gerekir. Fatiha suresini okuyor “sadece sana kulluk ederiz” diyoruz. Biraz sonra da yalancılık, gıybet, her türlü haramı işliyoruz. Bu nasıl sofilik, bu nasıl vekilliktir! Sizin şeyhiniz böyle mi yapıyor?