Haller, Rüyalar ve İşler
Dervişler, tasavvufun latif halleriyle, kerametleriyle, rüyalarıyla meşgul olmamalıdır. Bu çok önemli hususla ilgili şu uyarı yapılmıştır:
“Bir derviş zikre oturduğunda manevi bir hal görse bunu kendisinin noksanlığı kabul etmeli. Ben zayıf bir kimseyim ki Allah Tealâ beni ibadete ve taate teşvik için bu manevi hali gösteriyor. Eğer ben sağlam olsaydım, yani Cenab-ı Hakk’a itikadım ve itimadım tam olsaydı, ahiret mükâfatı olan bu manevi halleri beklemez, niyetime maddi veya manevi bir ücret ummaz, ‘İlahî ente maksudî ve rıdâke matlubî’yi gözetirdim, demesi lazım gelir. Manevi haller beklenmez; beklense verilmez, ele geçmez.”
Şu halde müridânda gördüğümüz manevi haller muhtemelen yolda kalmalarına sebeptir. Onlar manevi lezzetlere dalarak kemalâtı tahsil yerine bu lezzetlerin verdiği hazlarla yetiniyorlar. Bu haller zayıfları teşvik içindir, güçlülere verilmez. Çocuklara anne babaları nasıl oyuncak verirse, mürşid de zayıf müridlerine böyle bir oyuncak verir ki oynasın, muhabbeti gelsin.
En çok karşılaşılan hallerden biri de sofilerin rüyaya itibar etmeleridir. Şeyhlerimiz her zaman rüya ve manevi hallerle amel etmemeyi sıkı bir şekilde tenbih etmişlerdir. Çünkü şeytan, baştan çıkartmak ve yoldan uzaklaştırmak için yalancı rüyalar gösterir. Çoğu zaman da şeyhin şekline girerek talimatlar verir. Bazen, Allah muhafaza, ilahî rızanın ve ibadetlerin terkine yol açar. Bu bakımdan rüyada şeyhin emir verdiği görüldüğünde muhakkak şeyhe veya onun işaret ettiği birine danışılmalı, rüya ona anlatılmalıdır.
Zamanın irşad kutbu böyle bir meselede şöyle buyurmuştur: “Sofilerin maneviyat dediği hallerin yüzde doksanı şeytaniyettir. Onlar kâmil bir velî olmadıklarından işin hakikatini göremezler.”
İrşadü’l-Müridîn’de denilmiştir ki: “Zâhiren gidip görüşülmediği halde ‘şeyhim beni biliyor’ iddia ve itikadında bulunmak hatadır. Müridin her bir halini şeyhine anlatması gerekir. Nice müridler var ki dile getirmese de ‘şeyhim benim halimi bilir’ der. Dervişler bilmelidir ki gaybı ancak Allah Tealâ bilir.
Şeyhle zâhiren konuşup derdini anlatmak varken, ‘benim şeyhim her şeyi bilir’ deyip konuşmamak büyük vebaldir. Şeyh ancak Allah Tealâ’nın ona bildirdiği kadarını bilir.
Nebîler ve velîler mutlak gaybı bilecek diye bir hüküm yoktur. Her şeyhin zâhire göre müridlerine hüküm vermesi şarttır. Bâtınla amel etmek caiz değildir. Bunun için Rasulullah s.a.v. Efendimiz dahi münafıkların zâhirde görülen hallerine göre amel etmiş, onların münafıkça işlerini bildiği halde manevi halleriyle ilgilenmemiştir. Rüyayla, bâtınla amel edilseydi peygamberler gelmezdi, Kur’an-ı Azimüşşan inmezdi.”
İki cihan saadeti zâhir ile kâimdir. Allah Tealâ her bir dervişe, her bir velîye Cibril a.s.’ı göndermez. O peygamberlere gelir.
Bir velî zat hata ederse veya müslümanlar günah işlerse ne yapmak lazım gelir? Bir velî hatasını, bir mümin günahını Kur’an-ı Azimüşşan’ın, Şeriat-ı Muhammediye’nin hükmüyle bilir. Kitaplara başvurur veya bir âlimin konuşmasını dinler ya da şeyhinin sohbetine katılır. Bunlar gibi ilmî usullerle zâhirî hallerindeki hatalarını düzeltir, noksanlarını tamamlar.