Sözün Güzeli Güzelin Sözü
Cenab-ı Mevlâ, İsra suresinin 53. ayet-i kerimesinde Peygamberimiz s.a.v.’e hitapla mealen buyurur ki: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. (Aksi halde) şeytan aralarını bozar. Şüphesiz ki şeytan insanın apaçık düşmanıdır.”
Bugün müslümanlar arasında dahi itici, ötekileştirici bir kavga dilinin yaygınlaşmış olmasına bakılırsa, bu mükellefiyeti ifada yeterince hassasiyet gösterdiğimiz söylenemez. Bazen maruz kaldığımız haksız bir suçlama karşısında kapıldığımız öfke, bazen meşru dairedeki farklılıklara tahammülsüzlüğümüz dengemizi bozuyor, kötü sözler söylememize sebep olabiliyor. Tartışmalarımız çoğu zaman üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek niyetiyle yapıldığından kırgınlıklara, küskünlüklere hatta düşmanlıklara yol açıyor. Bir müslümanın gündeminde olmaması gereken konular üzerine çok konuşup sözü de vakti de israf edebiliyoruz.
Kim bilir, belki ağız dalaşında muhatabı alt eden sertliği, ince imalara gizlenmiş hakareti, bir meseleyi lüzumundan fazla uzatarak anlatmayı, bağıra çağıra söz söylemeyi yerinde ve doğru bulanlarımız vardır. Belki “güzel sözleri güzel söylemek” mükellefiyetimizi unutmuşuzdur. Yahut güzel nedir, hangi sözler güzeldir, nasıl güzel söylenir; bunlarla alâkalı ölçülerimiz şaşmış olabilir. Böyle bir ihtimale binaen güzel söze ve güzel söz söylemeye dair ölçülerimizi hatırlamalıyız.
Güzel söz ‘hasene’dir
“Güzel söz” denince akla, genellikle yabancı filozof, şair, yazar veya devlet adamlarının vecizeleri geliyor. Bunda temel eğitimin hemen her kademesinde öğrencilerin bir şekilde karşılaştığı “Güzel Sözler” veya “Özlü Sözler” listesinin payı olmalı. Özlü söz de denilen vecize, “uzun yahut karmaşık bir konuyu az sayıda kelime ile anlatan; etkileyici, akılda kalıcı, sloganımsı söz” demektir. Sözün “veciz” olması şüphesiz bir maharettir ama sadece bu vasfı bizim o sözü “güzel” bulmamıza yetmemelidir.
Müslümana göre bahis konusu “söz”de ise, güzellik kişilere, zamana, zemine göre değişen bir nitelik değildir. Bizim için “güzel söz” bir “hasene”dir. Dolayısıyla “ilahî hakikate ve rıza-yı Bârî’ye uygun, sevaba vesile, doğru, meşru, faydalı olan ve âdâbına riayetle söylenen söz” güzel sözdür. Veciz olması bir güzellik unsuru olarak bunlardan sonra gelir.
Güzel sözleri bilhassa Batılı meşhurlara atfedilen kısa, çarpıcı, parlak ifadelerden ibaretmiş gibi görmek tehlikelidir de üstelik. Zira bunlar bir hale uygun olsa da hakikate uygun olmayabilir. Bizi yabancı hayranlığına, hasene kapsamına girmeyen sakat bir güzellik tasavvuruna sevk edebilir. Çoğunlukla şahsî ve kibirli bir yaklaşımın ürünü olan birtakım iddiaların kesin doğrularmış gibi anlaşılmasına sebebiyet verebilir. Aslında vecizenin bütün Batı dillerindeki karşılığı sayılabilecek “aforizma”nın en önemli vasfı budur. Aforizma, “aforoz”dan gelir ve bir konuda aforizma sayılan sözün sınırlarına dahil olmayan, aynı konudaki diğer bütün düşüncelerin dışlanması, reddedilmesi ve yok sayılması gerektiği iddiasını taşır.
Öte yandan güzel sözlerin ancak tanınmış kişilerce söylenen fiyakalı laflar olabileceği kabulü, sıradan insanların kendilerini güzel söz mükellefiyetinden muaf tutmasına bahane yapılabilir. Yahut bazıları yapmacık bir şairaneliği ya da her halükârda muhatabın hoşuna gidecek, onayını alacak bir alttan alma dilini güzel söz söylemek zannedebilir.
Güzellerin güzel sözleri
Her güzel davranış gibi sözün güzelini güzel söylemek de güzel ahlâkın, içselleştirilmiş bir güzelliğin yansımasıdır. Bu sebepledir ki sözün güzeli, güzelin sözüdür. Öyleyse meselenin hepimizi alâkadar eden kısmına geçmeden önce, güzeller kimlerdir, bu güzellerin sözleri nedir; buna bir bakalım.
Evvela mutlak manada güzel olan hiç şüphesiz Allah Azimüşşân’dır. O, Cemâl-i bâ-Kemâl’dir. Yani eksiği, kusuru olmayan yegâne güzelliğin sahibidir ve bütün güzelliklerin kaynağıdır. O’nun kelâmı olan Kur’an-ı Kerim, “ahsenü’l-kavl” (Zümer 18) yahut “ahsenü’l-hadîs”tir ki (Zümer 23) sözlerin en güzeli demektir. Müfessirler Kur’an-ı Kerim’de Kelâmullah’ın güzelliğine dair bazı ibarelerin, mesela “ahsenü’l-kavl” yahut “temiz, iyi, hoş, güzel söz” diye karşılayabileceğimiz “kelimü’t-tayyib” (Fâtır 10) veya “kavlü’t-tayyib” (Hacc 24) ile hususan kelime-i şahadetin kastedilmiş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Fakat yine de Kur’an-ı Kerim’in maksadı ve hülasası olması hasebiyle kelime-i şehadete mahsus görünen bu vasıfların bütün ayet-i kerimeleri niteleyebileceğini söylemişlerdir. Kısaca, en güzel söz Allah Tealâ’nın kelâmı, Kur’an-ı Hakîm’dir.
Sonra, Hâlıkımız’ın bütün mahlukatı içinde “en güzel kıvamda yarattım” (Tîn 4) buyurduğu insanların sîrette de surette de en güzeli Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in hadis-i şerifleri sözlerin en güzelidir. O, “yürüyen Kur’an” olduğu, mübarek sözleriyle Kur’an ayetlerini en güzel şekilde açıkladığı, “Hayatım elinde olan Allah Tealâ’ya yemin ederim ki ağzımdan ancak doğru olan çıkar.” (Ebu Davud, İlim 3) buyurduğu için, sözlerin en güzelini söyleyendir. Rasul-i Kibriyâ s.a.v., en güzel sözleri en güzel surette söyleyendir aynı zamanda.
Nihayet ihsan mertebesinde her an her yerde Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olduklarını bilen “muhsin”ler güzeldir ve onların kelâmı, kibârın kelamıdır. “Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmdır” denilmiştir. “Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözüdür” manasına gelen bu cümledeki “sözlerin büyüğü”nden kasıt, “hakikati veciz bir tarzda ifade eden hikmetli ve güzel sözler”dir. “Büyükler”i de “muhsinler” olarak anlamalıdır. Sahabe-i Kiram başta olmak üzere Selef-i Salihîn, Efendimiz s.a.v.’in mirasçısı âlimler, ârifler, velîler, kâmil mürşidler bizim büyüklerimizdir.
Güzel söz, ‘sözlerin en güzeline uyarak’ söylenir
Güzel söz söyleme mükellefiyetimizden bahisle girdiğimiz konuyu, müslüman nezdinde güzel sözlerin ayet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden ve kelâm-ı kibarlardan ibaret olduğu hususuna getirdik. Buradan sadece bu sözleri tekrarlayarak güzel söz söylemiş oluruz gibi bir neticeye varmak istemiyoruz elbette. Maksadımız, güzel söz söyleyebilmek için, daha önce söylenmiş güzel sözlerin hem muhtevası hem üslubu ile bize örnek olması ve bir çerçeve çizmesi zaruretine işaret etmek. Çünkü diğer bütün davranışlarımız gibi söylediklerimizi de bir şekilde işittiğimiz, okuduğumuz, öğrendiğimiz sözler belirliyor. Zümer suresinin 18. ayet-i kerimesinde Allah Tealâ’nın hidayete erdirdiği akl-ı selim sahibi müminler için, “Onlar sözü dinler ve (o sözlerin) en güzeline uyarlar” buyruluyor. Şu halde imana ve akl-ı selime delalet eden güzel sözleri söyleyebilmemiz için, söylenmiş en güzel sözlere uymamız, bunun için de o en güzel sözlerin neler olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Esas olan, güzel sözlerin yani ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ile bunların açıklaması mahiyetindeki sözlerin çizdiği sınırlar içinde kalabilmektir. Bu sınırlar gözetildiği takdirde, gündelik hayatın akışı içinde sarf ettiğimiz sıradan sözler bile edebine riayetle söylendiği için güzelleşecektir. Edep, girdiği her davranışı güzelleştirir. Sözü uzatmamak, nezaketi elden bırakmamak, muhatabın durumunu dikkate almak, çirkin ifadelerden kaçınmak için parlak bir hatip veya şair olmaya gerek yoktur. Her haliyle Hakk’a ve hakikate şahitlik eden, sâlih amel işleyen ihlâslı bir mümin olmak yeterlidir. Nitekim Fussilet suresinin 33. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulur: “Allah’a davet eden, sâlih amel işleyen ve ‘ben gerçekten müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”
Ayet-i kerimede Rasul-i Ekrem s.a.v.’e, Sahabe-i Kiram efendilerimize, Peygamberimiz s.a.v.’in mirasçısı âlimlere, kâmil mürşidlere, vaizlere veya müezzinlere işaret olduğuna dair tefsirler yapılsa da, genel kanaat bütün samimi müslümanların kastedildiği yönündedir. Öyleyse bu ayette, belli şartlara uymak suretiyle bütün müslümanların “güzel söz” söyleyebileceğine de işaret buyurulmaktadır.
İman ve sâlih amel şartı
O şartlardan biri ve en önemlisi sâlih amel işlemektir. Zor zamanlarda da İslâm’ın ölçülerini titizlikle gözetmek, her işini sâlih amel kılmaya çalışmak suretiyle Müslümanlık iddiasındaki samimiyetini ispat eden bir kimsenin “Elhamdülillah müslümanım!” demesi güzeldir. İkinci şart; müslümanın, sözleri kadar ifrat ve tefritten uzak tutum ve davranışlarıyla da Hakk’a ve hakikate şahitlik eden bir örneklikle tebliğde bulunmak, insanları Allah Tealâ’ya çağırmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak gibi bir vazifeyle yükümlü olduğunu bilmesidir.
Bu iki şart dili kendiliğinden güzel kılar. Gerçi İslâm’ı tebliğde hem hal dilimizin hem kâl dilimizin güzel olması esastır. “Rabbimiz’in yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağırmak” (Nahl 125) bizim de yükümlülüğümüzdür şüphesiz ama bu yükümlülük başka sözlerimizi güzel söyleme hususunda ihmalkâr davranmamıza yol vermez.
Örneklik vazifemiz, hangi bağlamda, hangi ihtiyaca binaen nerede ve ne zaman söylenirse söylensin, her sözü güzel söylememizi gerektirir. Kaldı ki sözlerimizi güzel söyleyerek “hasene” kılmak da bir sâlih ameldir.
Kur’an-ı Kerim’de sözün hasenattan sayılabilmesi için kime nasıl söyleneceğine dair ölçüler verilmiştir. Buna göre mesela müslümanın sözü “maruf”, yani şeriata ve akl-ı selime uygun, bilgiye dayalı, faydalı ve olumlu olmalıdır. “Adl” ile söylenmeli; ölçüyü, dengeyi, insafı gözetip aşırılıklardan kaçınmalıdır. Söz, “sedîd” olmalı; doğruyu eksiltip abartmadan dosdoğru ve sağlam bir şekilde ifade etmelidir. Ana babamızın, üzerimizde hakkı olan büyüklerimizin karşısında hürmetkâr ve iltifatkâr bir dil kullanılmalıdır. Yoksula, düşküne, mağdura bir şeyler söylerken yatıştırıcı, teselli edici bir üslup tercih edilmelidir. Firavunlaşma istidadı gösterenlere, sükûnetimizi bozmadan yumuşak bir dille doğruları hatırlatmalı; inkârcılara karşı Hakk’ı ve hakikati anlatırken sözü açık, kolay anlaşılır, etkili bir tarzda söylemelidir.
Her halükârda yalandan, yapmacıklıktan, kabalıktan sakınmalıdır. Zira tebliğ maksadı taşımadığını düşündüğümüz beşerî münasebetlerimize dair bir sözü dahi kötü, çirkin, kaba bir tarzda söylemek, bir sâlih amel imkânını heba etmek yanında, Hakk’a davet örnekliğimize halel getirecektir.
Güzelliği heba eylemek
Hasılı kelâm, Hakk’a şahitlik ve davet mesuliyetinin idrakiyle iman ve amel bütünlüğünü sağlamış samimi bir müslümanın kendisi de sözleri de güzeldir. Söz de bir ameldir ve bütünlükten muradımız, söylenen güzel sözlerle itikadımız ve diğer davranışlarımızın mutabakatıdır. Bu sebeple bilhassa amelde ihmalkârlık, ağzımızdan çıkan güzel sözlerin fayda ve tesirine mâni olmakta, daha da önemlisi bu sözler, güzelliğine rağmen Cenab-ı Hak katında hasene kıymeti taşımamaktadır.
Fâtır suresinin 10. ayet-i kerimesinde mealen, “Güzel sözler (Allah’a) yükselir. Onu da sâlih ameller yükseltir.” buyurulur. Ayet-i kerimeyi bu şekilde anlayan müfessirler, güzel ve hoş sözler (el-kelimü’t-tayyib) ile kelime-i tevhid, ayet, hadis, tesbih, tahmid, tekbir, esma zikri, dua, istiğfar gibi kulun rağbetinden bağımsız, bizatihi güzel olan sözlerin kastedildiği görüşündedir. Başkalarının dünya ve ahiret saadeti için verdiğimiz öğüt ve nasihatler de buraya dahil edilebilir.
Bu sözlerin Allah Tealâ’ya yükselmesi, Allah indinde kabule şayan olmasıdır. Fakat bu güzel sözleri yükselten, yani onların sevap defterine yazılmasını sağlayan sâlih amellerdir.
Şu halde söylediğimiz güzel sözlerin gerektirdiği uygun amelleri işlemiyorsak, o “hasen” sözleri söylüyor olmak bize bir “hasene” kazandırmıyor. Telkin ettiği, yönlendirdiği davranışları kendi hayatımızda sergilemiyorsak, güzel bir sözü söylememiz bizi güzel söz söyleyen bir müslüman yapmadığı gibi, güzellikleri heba eyleme, onlara gölge düşürüp değersizleştirme vebalini yüklüyor omuzlarımıza. Bizi, Allah Zülcelâl Hazretlerinin, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara 44) mealindeki itâbına muhatap kılıyor. Hatta belki Kur’an-ı Kerim’de (Saff 2-3), “yapmadıklarımızı, (yapıyormuş izlenimi verecek şekilde) söylemek” diye tanımlanan ve Allah Tealâ’nın gazabını celbeden bir günaha sürükleyebiliyor bizi.
Öyleyse güzel söz, mana ve muhtevasını yaşayışımıza tatbik edegeldiğimiz sözdür aynı zamanda. Fakat bu hakikat ve aksi durumda günaha girme ihtimali, sözle olsun emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker mükellefiyetimizden imtinaya bahane yapılamaz. Fayda ve tesir için, emrettiğimiz marufu önce kendimizin yapması, nehyettiğimiz münkerden de yine önce kendimizin kaçınması zaruretine işaret eder.
Kök sağlam ve sabit değilse
İbrahim suresinin 24 ile 25. ayetlerinde “kelime-i tayyib” diye nitelenen “güzel, doğru, hoş, temiz ve sağlam söz”, güzel bir ağaca benzetilmek suretiyle, güzel sözün hem imanla irtibatına hem de sınırsız genişlikteki imkânlarına dikkat çekilir. Buna göre “Güzel söz, kökü sabit, dalları göğe yükselen ve Allah Tealâ’nın izniyle her zaman meyve veren bir ağaç gibidir.”
Kökün sabit olması; güzel sözün sabit, değişmeyen, sağlam bir hakikate yani vahye yahut tevhid akidesine dayanmasıdır. Göğe yükselen dallar; mutlak hakikate dayandığı, vahiyle irtibatını zedeleyip koparmadığı sürece, göklere kadar uzanan geniş bir sahada söz söylenebileceği ve hangi konuyla alâkalı olursa olsun, bu geniş çerçevede söylenen her sözün güzel olacağı manasına gelir. Nitekim her mevsim meyve vermektedir. Yani bu güzel sözler, insanların her devirde faydalanmasına, istikamet bulmasına ve söyleyenin iki dünya saadetine vesile olabilmektedir. Mevlâna k.s. hazretlerinin “Bir ayağını iman esasları üzerinde sabitleyip diğer ayağı ile yetmiş iki milleti dolaşmayı” salık veren meşhur “pergel teşbihi”, sanki bu ayet-i kerimelerin yatay planda ve söz ekseninde tekrarı gibidir.
Takip eden ayette (İbrahim 26), bu defa “kelime-i habîs”, yani çirkin söz yine bir ağaca benzetilir. Ama köksüz, ayakta ve yerinde sabit duramayan, bir nevi çalıdır bu. Tefsirlerde “ebucehil karpuzu” denilen ve mezbelelikler üzerinde derinlere kök salmadan yayılarak yetişen dikenli, kötü kokulu, tadı acı ve zehirli bir bitkiye benzetilerek izah edilir. Boy vermez, dal budak salmaz. Kısa ömürlüdür. Biraz kuvvetlice bir rüzgârda kopar, savrulur, kuruyup kaybolur.
Bu benzetme ile küfür, inkâr, şirk ifadesi taşıyan kötü, çirkin veya habis sözlerin temelsizliğine, verdiği zarara rağmen kalıcı bir tesir bırakamayacağına işaret edilmiştir. Yine de habis sözü, sakındırıldığımız bu uç örneklerle, yani “elfaz-ı küfür”le sınırlayıp, bu sınırlar içine girmediğini düşündüğümüz sözler hususunda lakayt davranmamalıdır. Zira habis sözde esas olan söylenenlerin vahye, vahiyle bildirilen hakikatlere, İslâm’ın ölçülerine değil; mesela nefsin hevasına, zanna, moda anlayışlara dayanmasıdır. Yani sözü çirkinleştiren, söylenişinden ziyade söylenenin mahiyetidir.
Nasıl söylediğimiz kadar ne söylediğimiz de önemli
Çirkin söz, çirkinlik derecesi ve tesirine göre yapılan bütün tarif ve konumlandırmaların ötesinde “güzel olmayan söz”dür. Fakat işte güzelliği sadece “söyleyiş”te arayıp “söylenen”i ihmal eden İslâm’a aykırı bir anlayış, bugün bizi de güzel olmayan sözleri, güzel sözlermiş gibi söyleyip dinler hale getirdi.
Mâlâyaniden ibaret bir konunun etkileyici bir dille anlatılmasını güzel bulabiliyoruz mesela. Polemik yapmayı, rakiplerimize yönelik mesnetsiz iddia ve suçlamalara kitleleri inandırabilmeyi, bizim gibi düşünmeyen herkesi ustalıklı bir dille suç oluşturmayacak şekilde aşağılayıp alaya almayı meziyet zannedebiliyoruz. Asabiyemiz, hakikati aramaya da söylemeye de mâni oluyor çoğu zaman. Söz söyleme gündemimizi gazete ve televizyon haberleri, politikacıların demeçleri, internet sitelerindeki ölçüsüz ve aykırı konuşmalar yahut yazılar belirliyor.
Bu kaynaklardan duyup okuduklarımızı, taraf veya karşı oluşumuza göre bir vazife hissiyle çevremize aktarırken, bir yalana şahitlik edip etmediğimizi sorgulamıyoruz bile. Hem, “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeylerin peşine düşme!” (İsra 36) mealindeki ilahî emrin, hem de Efendimiz s.a.v.’in, “Her işittiğini söylemesi kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, İman, 3) ikazının hilafına davranabiliyoruz.
Halbuki sözü güzel kılan “sabit kök” mesabesindeki ölçüler, bizim ve yakınlarımızın aleyhine bile olsa doğru söylememizi gerektiriyor. Başkalarının bizzat şahit olmadığımız hallerini şahit olmuş gibi anlatmamızı, böylece iddia ve ithamlarda bulunmamızı “yalancı şahitlik” sayıyor. Zandan ve münakaşadan kaçınmamızı, iyice araştırıp soruşturmadan fâsıkların verdiği haberlere itibar etmememizi istiyor bizden.
En azından Müslümanlık iddiamız, “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların emin olduğu kimsedir.” (Buharî, Rikak 26) hadis-i şerifi mucibince kardeşlerimize karşı güzel, yapıcı, gönül alıcı, samimi bir muhabbet dilini zaruri kılıyor.
Buna rağmen güzel olmayan, kırıcı, kaba, aşağılayıcı ve ayrıştırıcı bir dil kullanabiliyor; böyle sözlere konu olan kişi veya toplulukların hata, kusur ya da günahları sebebiyle bunu hak ettiğini düşünüyoruz. Aynı sebeple muhteva itibariyle güzel ve doğru olan bir sözü kötü, çirkin, incitici, muhatabı rahatsız edici bir tarzda söylediğimiz oluyor.
Güzel sözleri en güzel üslupla söylemek için
Bazı durumlarda yanlış yapanları, hata ve kusurlarında ısrar edenleri doğruya yönlendirmek için eleştirmek, kınamak, sert bir üslupla uyarmak kaçınılmaz olabiliyor elbette. Böyle bir tavır, Allah Tealâ’nın rızasını gözeten, muhatabın ıslah ve iyiliğini isteyen bir muhabbet ve samimiyetin eseriyse eğer, güzeldir. Yine de önce kendimizdeki kusurları görüp eleştiri ve kınamayı kendi nefsimize yöneltmek, her insanın hata yapabileceğini hesaba katmak, düşmanlığımızın günahkâra değil günaha olduğunu hissettirmek ve rıfk ile söz söylemede ısrarcı olmak daha güzeldir.
Müslüman, güzel sözler söyleme mükellefiyetini ifada da hep “daha güzeli“ tercih etmelidir. Bunun için “en güzel sözleri” yani ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri ve kelâm-ı kibarları öğrenmeli; sözümüzü daha güzel söylemek için bu sabitelerin belirlediği sınırlara titizlikle riayet etmelidir.
Büyükler, dil insanın terazisidir manasına “el-lisân veznü’l-insan”; kişinin kemâli kelâmının altındadır, yani sözünden belli olur manasına “kemâlüke tahte kelâmik” buyurmuşlardır. Bugün de kullandığımız “üslûb-i beyan ayniyle insan” sözü, “bir insanın ifade tarzı onun nasıl biri olduğunu gösterir” demektir. Öyleyse “küp içindekini sızdırır” fehvasınca, güzel sözleri en güzel şekilde söylemek için öncelikle her işi gibi sözlerini de amel-i sâlih yapmaya çalışan kâmil iman sahibi “güzel bir mümin” olmaya geyret etmelidir. Bu uğurda güzel müminlerle; Rabbimiz’in sâdık, sâlih ve müttaki kullarıyla beraber olarak, kalbi en güzel sözlerin sahibi Cenab-ı Mevlâ’ya tahsis eyleyip, beytullah kılmak üzere yola koyulmalıdır.
Ve Allah Tealâ’nın Habib-i Edibi Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in, güzel sözleri en güzel şekilde söylememiz hususunda da bizim için “üsve-i hasene” yani en güzel örnek, en doğru rehber olduğu unutulmamalıdır.
Güzel Sözün Sekiz Şartı
• Güzel söz doğru sözdür. Doğruluktan murat, sözün hem ilahî hükümlere hem bahis konusu vakıaya uygun olmasıdır. Sahih bilgiye dayanmayan, asılsız yahut hakikati yalanlayan, çarpıtan, eksilten ve abartan sözler güzel değildir.
• Güzel söz; düşünülerek, dili dikkatli kullanarak söylenen sözdür. Yanlış anlamalara sebep olacak şekilde maksadı aşan ifadeler barındıran, nereye varacağı kestirilemeyen, öylesine söylenmiş sözler güzel değildir.
• Güzel söz, halin gereklerine uygun, yani muhatabın seviyesine göre yerinde ve zamanında söylenen sözdür.
• Güzel söz, en doğru kelimelerle maksadı ve mesajı açık, net, anlaşılır bir şekilde aktaran sözdür.
• Güzel söz, adaleti ayakta tutan, özellikle bir meselede şahitlikte bulunur veya hüküm verirken insafı elden bırakmadan söylenen sözdür.
• Güzel söz, konuşurken ölçülü bir ses tonuyla, bağırıp çağırmadan, acele etmeden, gereğinden fazla hızlanıp yavaşlamadan, dinleyenleri bıktıracak kadar uzatmadan tane tane söylenen sözdür.
• Güzel söz, özentiye ve gösterişe kaçmadan samimi ve tabii bir tavırla kalpten söylenen sözdür.
• Güzel söz, hep bir faydayı veya hayrı gözeterek dostça, nezaketle, yumuşaklıkla söylenen sözdür.
Kelime Seçimindeki Edep ve İncelik
Sahabeden Kubas b. Uşeym r.a., Hz. Osman r.a.’ın da bulunduğu bir mecliste, kendisinin de Rasulullah s.a.v. gibi Fil Senesi’nde doğduğunu söyleyince, Hz. Osman ona;
– Sen mi büyüksün, yoksa Rasulullah s.a.v. mi, diye sorar.
Kubas, aynı sene içerisinde fakat Efendimiz s.a.v.’den önce doğmuştur. Ancak “Ben O’ndan büyüğüm” demenin edebe aykırı olduğunu bilecek kadar Nebevî terbiyeden geçmiş biridir. Biraz düşünür ve şöyle cevap verir:
– Rasulullah s.a.v. elbette benden büyüktür. Ben ise doğumda O’ndan daha eskiyim.
Kaynaklarda Efendimiz s.a.v.’e kıyasla yaşı sorulan ve O’ndan daha önce doğmuş bulunan bütün sahabiler benzer cevaplar vermişler: “O bizden büyük ama biz O’ndan yaşlıyız!”
O Nasıl Konuşurdu?
Güzel söz söylemede de örneğimiz olan Hz. Peygamber s.a.v., gerekmedikçe konuşmazdı.
Konuştuğunda ise sözü yerli yerinde, herkesin anlayacağı şekilde tane tane, az ve öz söylerdi.
Sözü uzatmaz, muhatabın zihnini yoracak ağdalı cümleler kurmazdı.
Sözlerinde eksiklik de olmazdı, fazlalık da.
Tatlı dille, güler yüzle, mütevazi bir eda ile sesini yükseltmeden, karşısındakine bütün vücuduyla dönerek konuşurdu.
Bir yanlışı, “bazılarımıza ne oluyor ki” buyurarak, yapanın ismini zikretmeden dile getirir; bu yanlıştan herkesi sakındırırdı.
En doğru, en güzel, en uygun kelimeyi seçer; tuhaf, anlaşılması güç, kaba ifadeler kullanmazdı.
Öfkelendiği, buğz ettiği zamanlarda dahi nezaketi elden bırakmaz; asla kırıcı, küçük düşürücü, hakaretâmiz sözler söylemezdi.
Dikkat edilmesini ve iyice anlaşılmasını istediği hususlarda bazı sözleri üç defa tekrarlardı.
Rasulullah s.a.v., hadis-i şeriflerinde de bizi her zaman sade ve anlaşılır bir dille hayır söylemeye teşvik etmiş; beğenilmek, gösteriş yapmak, bilgiçlik taslamak için lafı uzatmayı, lügat paralamayı, sanat yapacağım diye yapmacık bir süsleme çabası manasına tasannuyu hoş karşılamamıştır.
Tevhid akidesine aykırı, mâlâyani kabilinden şiirlere, ne kadar etkileyici, ustalıklı bir dille söylenmiş olursa olsun itibar etmemiştir.
‘Kırk Hadis’lerle Güzel Söz Temrini
Rasulullah s.a.v.’e, kendilerinin de beyan buyurdukları üzere ilahî bir ikram olarak “cevâmiu’l-kelim” verilmiştir. (Müslim, Mesâcid 5)
Cevâmiu’l-kelim, az sözle çok ve derin manaları ifade kudretidir. Efendimiz s.a.v.’in pek çok hadis-i şerifi, fesahat ve belâgati, yani açık, anlaşılır ve kusursuz bir güzellikte olması, kısalığına rağmen barındırdığı mana zenginliği bakımından böyle bir ifade kudreti ile söylenmiş hikmetli sözlerdir.
Bunlar kısa, öz, ezberlenmesi kolay fakat mesela, “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) mümin olamaz.” (Buharî, İman 7) hadis-i şerifinde olduğu gibi, mümin kardeşlerimizle münasebetlerimizin âdeta bütün boyutlarını kapsayan nebevî öğüt ve ikazlardır.
“Kırk Hadis” derleme ve yazma geleneği, böyle hadis-i şerifleri öğretip yaygınlaştırarak müslümanca bir yaşayışın ölçülerini hatırlatma ihtiyacından doğmuştur.
Kırk Hadis kitaplarındaki akılda tutulması kolay bu cevâmiu’l-kelim örneği hadislerin mana genişliği üzerinde düşünüp bunları hayatımıza aktarmak, bizlere güzel sözleri güzel bir tarzda söylemeyi de öğretecektir.
Hz. Ömer r.a.’ın İkazı
Hz. Ömer r.a. güzel konuşan iyi bir hatipti. Fakat o da Allah Rasulü s.a.v. gibi sözü güzelleştirmek adına yapmacık süslemelerden, zoraki secîlerden yani birbiriyle kafiyeli kelimeleri tekellüfle kullanmaktan hoşlanmazdı.
Hilafeti zamanında İran’ı dolaşıp dönen Suhâr b. Abbas r.a.’a Mekran şehrinin durumunu sordu. Bu sahabi şairane bir dille konuşmayı severdi.
– Mekran şehrinin ovası ‘cebel’ (dağ), suyu ‘veşel’ (yetersiz), iyileri ‘kalîl’ (az), kötüleri ‘tavîl’ (çok), diyerek secîlerle kurulu cümleleri birbiri ardına sıralamaya başlayınca, Hz. Ömer r.a. hiddetlendi.
– Dur ey Suhâr, dedi, ben senden secî değil, haber istedim!
Hz. Ömer r.a. bu ikazı ile bize de sözün mana ve maksadını gölgeleyen bir süsleme veya sanat kaygısından uzak durmamızı, güzelliğin tabiilikte olduğunu söylüyordu.
Cehenneme Sürükleyen Nedir?
Bir gün Muaz bin Cebel r.a. Peygamber Efendimiz s.a.v.’e hangi ameli işlemenin daha hayırlı olacağını sormuş ve bu meyanda pek çok sâlih amel saymıştı. Fakat Efendimiz s.a.v. her seferinde:
– İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır, buyurmuştu. Muaz r.a.:
– Anam babam sana feda ya Rasulallah, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir, diye sorunca Efendimiz s.a.v. ağzını gösterdi ve buyurdu ki:
– Hayır konuşmayacaksa susmak!
Muaz r.a.:
– Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz, diye tekrar sorunca, Rasulullah s.a.v., Muaz’ın dizine hafifçe vurarak şöyle buyurdu:
– Allah hayrını versin ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen şey dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun! Zararlı söz söylemesin. Siz hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkın; zararlı sözden sakınarak da rahata ve huzura kavuşun. (Hâkim, IV, 7774)