Nefs-i Levvâme
İbn Acîbe k.s. hazretleri, hakikatte nefsin tek olduğunu ama onun manevi temizlik ve terbiyesindeki iniş çıkışlarına göre farklı isimler aldığını söyler. Günah bataklığına batan, münkere sevk eden nefs, “emmâre” ismini alırken, yaptığı kötü işleri kınamaya başladığında “levvâme” ismini alır. Yani kul, günahlarını düşünüp çirkin hallerinin farkına varınca kendini hesaba çeker ve pişmanlıkla kınamaya başlar. Bu gayreti neticesinde tevbeye sarılır. Böylelikle nefs günahlardan uzaklaşma gayretiyle emmâreden levvâmeye geçer ki “levvâme” nefsin ikinci mertebesidir.
* * *
“Levm” sözlükte kınamak, azarlamak demektir. Edebe uymayan, hoşa gitmeyen hareketler levm edilir, yani kınanır. Levvâme ise kendini çokça kınayan anlamındadır. Nefsin levvâme mertebesi Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle geçer: “Hayır, kendini kınayan nefse de yemin ederim...” (Kıyâmet 2). İbn Acîbe k.s. hazretleri bu ayetin tefsirini şöyle yapar: “Allah Tealâ kıyamet gününe yemin ettikten sonra peşinden nefs-i levvâmeye yemin etmiştir. Bunun sebebi, ikisinde de vuku bulan olayların azametine vurgu yapılmasındandır. Hatta nefs-i levvâme Allah katında daha büyük bir rütbeye sahiptir. Çünkü bu nefs, önce işlediği kusurlardan dolayı sahibini kınar, sonra bu halden de yükselerek sahibine hayırları ve ledünnî ilimleri ilham eden nefs olur.”
Hasan-ı Basrî rh.a. ise bu ayetle ilgili olarak der ki: “Allah’a yemin olsun ki, gerçek mümin sürekli olarak nefsini kınayandır. O, ‘Şu sözümle neyi kastettim? Bu yemeği yememdeki gayem neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?’ der. Fısk içinde bulunan (fütursuzca günah işleyen) kimse ise nefsini asla kınamaz.”
* * *
Şehabeddin Sühreverdî k.s. hazretleri, nefs-i levvâmeyi şöyle tanımlar: “Nefs, asıl karakterinden ve bu karakterinin doğurduğu kötü arzularından ruhun bulunduğu makama ulaşmışsa levvâme mertebesindedir. Çünkü o, mutmainne makamına nazar ederek oranın yüceliğini idrak eder. Böylece kendisini devamlı kötülüğe çağıran nefsini kınamaya başlar. Ancak nefs kendi makamında çakılıp kalınca, ilim ve marifet nurundan mahrum kalır. O zaman da zulmet içinde kalıp devamlı kötülüğü emreder.”
* * *
Nefs-i levvâme, kişinin kendisinin farkına vardığı mertebedir. Yapılan iyi ya da kötü işlerin muhasebesi bu mertebede yapılır, kötü olanlara tevbe edilir. Diğer taraftan bu nefs, kendisinden bir alt mertebe olan emmâre ve bir üst mertebe olan mülhime makamlarına baktığı için kişi tevbe etse dahi bir zaman sonra tekrar günaha düşebilir. Ancak peşinden tekrar pişman olur. Ama arzu ve duygularını tam manasıyla kontrol edemediği için günah işlemekten tam manasıyla da kurtulamaz. Günah arzusu azalsa da tamamen bitmez. Bunun ilacı ise zikre devam etmek, Sünnet-i Seniyye’ye sarılmaktır.
Ayrıca nefs-i levvâme makamındaki kişinin ilk yapacağı şey kötü arkadaş çevresini değiştirip, görüldüğünde Allah’ı hatırlatacak ve günaha davet etmeyecek kişilerle dostluk kurmaktır. Zira bu mertebedeki bir kimse tek başına bulunduğunda nefsinin isteklerine karşı çıkamaz, çabuk teslim olur. Nefs-i levvâmede, emmâreden kalan sıfatlar olduğu için kişinin sürekli kendini kontrol altında tutması gerekir. Yoksa her an kötü arzulara uyabilir ve kendini günah bataklığında bulabilir.
* * *
Her nefs mertebesinin kendine has bazı sıfatları vardır. Nefs-i levvâmenin de öne çıkan sıfatları; günah işlemeye meyilli olmak, kendini beğenmek, uyku ve yemeğe düşkünlük, cehalet, hırs, gizli riya ve pişmanlıktır. Bu mertebede hamlık hâlâ devam ettiği için kişi beğenilmekten, yaptığı iyi amellerden dolayı övülmekten hoşlanır. Sâlik bu mertebeden bir üst mertebeye ancak Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlılıkla, zikre devam ederek çıkabilir. Eğer nefs-i levvâmede çok uzun kalırsa tekrardan nefs-i emmâreye düşme tehlikesi vardır. Bu sebeple ibadetlerine ve bilhassa zikrine devam etmeli ve kötü alışkanlıklardan uzak durmalıdır. Nefsinin arzularına ise olabildiğince muhalefet etmek suretiyle mürşidinin emirlerine harfiyyen uymalıdır.
* * *
Nefs-i levvâme makamındaki kişide sâlih ameller de çoğalır. Namazlarına dikkat eder ve vakit buldukça nafile ibadet etmeye gayret eder. Yaptığı sâlih amelleri ve ibadetleri haz alarak yapar. Ancak bu halinin insanlar tarafından bilinmesini ister ve bu sebeple de mutlu olur. Fakat kendini muhasebe ettiğinde bu hallerinden dolayı kınar. Bu sebeple olsa gerek ki Hakîm et-Tirmîzî rh.a nefs-i levvâmenin hilekâr ve aldatıcı olduğunu söyler.
* * *
Sühreverdiyye yolunun büyüklerinden Abdürrezzak Kâşânî k.s. hazretleri Istılâhâtu’s-Sûfiyye isimli eserinde nefs-i levvâmeyi şöyle açıklar: “Gaflet uykusundan uyandığı ölçüde kalbin nuruyla aydınlanmış olan nefstir. Bu durumdaki nefs artık uyanmış ve halini düzeltmeye başlamıştır. Ne zaman onun karanlık fıtratından ve tabiatından ortaya bir günah çıksa, hemen ilahî bir uyarı nuru onun yardımına koşar. Böylece nefs kendini kınamaya, Gaffâr ve Rahîm olanın kapısında istiğfar ederek günahından tevbe etmeye başlar.”
* * *
Sonuç itibariyle kendini kınamak mümin kimsenin sıfatıdır. Çünkü ölü kalpler yani Allah Tealâ’dan uzak kimseler yaptıkları günahları görmezden gelip kendilerini kınamazlar. Kendileriyle barışık, özgüvenleri yüksektir. Hatta günahlardan zevk alırlar. O halde kendini kınama aşamasına gelmiş nefs sahipleri Allah’a itaati her şeyin üstünde tutmalı, emmâre seviyesine düşmekten korkmalı ve nefsinin vesvese ve tuzaklarına karşı uyanık olmalıdır.