Derviş Bohçası
Nefs-i Mutmainne
“İtminan” Arapça bir kelime olup sakinleşmek, rahatlamak, bir şeyi kararlaştırıp oturaklı kılmak anlamlarına gelir. Yatışmış, huzur bulmuş, tatmin olmuş anlamlarına gelen “mutmainne” mülhime makamından sonra gelir ve nefs mertebelerinin dördüncüsüdür. Büyük dil âlimi Râgıb el-İsfahânî rh.a. “mutmainne” kelimesini açıklarken, bu mertebede artık nefsin kötülüğü emretmeyeceğini söyler.
* * *
Nefs-i mutmainnedeki kişiler, “Ey mutmain olmuş nefs!” (Fecr 27) ayet-i kerimesi ile doğrudan Allah Tealâ’nın hitabına layık görülmüştür. İbn Acîbe el-Hasenî k.s. hazretleri bu ayet-i kerimenin tefsirinde nefs-i mutmainneyi şöyle tarif eder: “Allah’ın varlığına iman ederek, O’nu zikrederek yahut müşahede ederek huzura kavuşmuş, yakînin zirvesine ulaşmış nefstir. Öyle ki ona artık hiçbir şek, şüphe, vehim gelmez.”
İbn Acîbe k.s. ayrıca mutmainneye “hiçbir şeyin kendisini korkutamadığı, üzüntüye düşüremediği, güven içinde olan nefs” anlamını da vermiştir.
* * *
Bu makamdaki kimseler, şiddetli ve zorlu haller karşısında kolay kolay yılmaz, pes etmez. “Kim gerçekten Yüce Allah ile birlikte ise kendisini korkutanlara, tehdit edenlere aldırmaz” diyen İbn Acîbe el-Hasenî k.s., burada mutmainne mertebesine ulaşmış nefsin özelliğine işaret eder. Buna göre nefs-i mutmainne sahiplerini şöyle tarif edebiliriz: Onlar, kalbi son derece kuvvetli bir iman ile huzur ve sükûn bulan, tüm şüphelerinden arınan, Allah Tealâ’nın muhabbetinin tüm kalbini kapladığı, azalarından ihlâslı ameller zuhur eden ve Efendimiz s.a.v.’in sünnetini titizlikle hayatına uygulayan nefs sahipleridir.
* * *
Her nefs mertebesinin kendine has sıfatları vardır. Nefs-i mutmainnenin en bariz sıfatlarını ise Hakk’a teslimiyet, sabır, cömertlik, tevekkül, tevazu, ihlâs, hata ve kusurları affetmek, tüm varlığı Hakk’ın bir ayeti olarak görmek ve güler yüzlülük şeklinde sayabiliriz. Bu mertebedeki kişilerin temel gayesi Hakk’ın emirlerine harfiyen ve ihlâsla uymaktır. Allah Tealâ’nın kendileri üzerindeki sonsuz nimetlerinin farkında olup, sürekli hamd, şükür ve ibadet hali içindedirler. İmam Rabbanî k.s. hazretlerinin “Nefs-i mutmainneye kadar yapılan ibadetler ve kulluk taklidîdir. Nefs-i mutmainnede ise bunlar taklitten tahkike dönüşür.” buyurduğu üzere kullukta hakikat halini yaşarlar. İbadetlerini son derece şuurlu, gafletten uzak ve muhabbet içinde yaparlar.
* * *
Mutmainne makamındaki kişilerin kalpleri sadece Allah Tealâ’nın zikri ile yatışır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Onlar iman eden ve kalpleri Allah’ı zikrederek huzura eren kimselerdir. İyi bilin ki kalpler sadece Allah’ın zikriyle huzur bulur.” (Rad 28). 17. asrın büyük âlimi Abdurrahman Fâsî rh.a. hazretleri bu ayetin tefsirini şöyle yapar: “Kalbin huzur bulmasından maksat, zikrettiği Yüce Zât ile sükûnete kavuşması ve O’nunla ünsiyeti elde ederek içinde sevinç, ferahlık, genişlik ve tevekkül hali bulunmasıdır.”
* * *
Hakîm et-Tirmizî k.s. hazretleri de mutmainne mertebesini şöyle tanımlar: “Nefs-i mutmainne, zulmet kirlerinden temizlenmesi sebebiyle nuranî hale gelen ve ruha benzeyen nefstir. Allah Tealâ’nın emirlerine kalben itirazsız şekilde boyun eğer. O’na itaatle rahat eder. O, her bir yanı Allah’ın muhabbetiyle dolu olan Sıddık’ın nefsidir.”
Sehl b. Abdullah et-Tüsterî k.s. hazretleri kulun kalbi Allah ile sükûnet bulup mutmain olunca, halinin kuvvet bulduğunu ve artık her şeyin onunla dost olduğunu söyler.
* * *
“Abdalların Serveri” ünvanıyla bilinen büyük sûfî Ruzbihân el-Baklî k.s. hazretleri de kalbin huzuru ile ilgili olarak şunları söyler: “İman önce kalpte sadece kabul düzeyinde bir itikatla oluşur; kalbin huzuru da zikir ile sağlanır. Eğer kalpteki iman müşahedeye dayalı ise, kalbin huzuru Hak Tealâ ile ve O’nun zâtına ait sırların keşfedilmesiyle oluşur.”
İbn Acîbe k.s. da bu söze ilave olarak şöyle bir açıklama getirir: “Buna göre zikir ile huzuru yakalamış bir kalp, tefekkür eden ve ibret alan tüm müminler için gereklidir. Hakk’ı müşahede etmeye dayalı kalp huzuru ise ancak ‘mukarrebîn’ makamındaki müşahede ve basiret sahibi seçkin velîlerde bulunur. Birinci grup, Allah’a varlıkları delil yaparken, ikinci grup Allah’ı varlıklara delil yapmakta ve âlemde her şeyi var edeni görmektedir. Yüce Allah’ı varlıklara delil görenle, varlıkları O’na delil gören arasında şüphesiz büyük fark vardır.”
* * *
İlk dönem tasavvuf büyüklerinden Ebu Nasr Serrâc k.s. hazretleri mutmainne makamının insanlar arasında üç şekilde yaşandığını söyler:
• Halkın (avamın) mutmainliği: Halk Allah Tealâ’yı zikretmekten dolayı mutmain olur. Onların mutmainlikten nasipleri dualarının kabul edilerek rızıklarının bollaşması ve belaların ortadan kalkmasıdır.
• Seçkinlerin (havassın) mutmainliği: Seçkinler kazaya rıza, belaya sabır gösteren, ihlâs, takva ve sekinet ehli kimselerdir. Onlar şu ayetlerde beyan edildiği üzere beraberlikle itminana ermişlerdir: “Şüphesiz Allah takva ve ihsan sahibi kimselerle beraberdir.” (Nahl 128) ve “Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153)
• En seçkinlerin (ehassü’l-havassın) mutmainliği: Bunlar, Allah Tealâ’nın heybet ve azametinden dolayı sırlarının (manevi ilimlerinin) O’nunla itminana ve sekinete ermeye güç yetiremeyeceğini bilen kimselerdir. Çünkü O’nun idrak olunabilecek bir sınırı yoktur ve “Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlâs 4)