İster Şükreden İster Nankör
Şükür; karşılık vermek, yapılan iyiliği dile getirmek, iyilik sahibini övmek anlamına gelir. Yani yapılan iyiliğin değerini bilmek, makbule geçtiğini ifade etmek, iyilik yapanı övmek ve ona nankörlük etmemektir. Fakat asıl şükür, bahşedilen nimetin yerli yerinde kullanılmasıdır.
İnsanoğlu kendisine ve çevresine baktığında, doğrudan kendisinin eseri ve dahli olmayan pek çok nimete sahip olduğunu rahatlıkla görebilir. Doğup büyüdüğü, içinde yetiştiği ailesi, eğitim gördüğü kurumlar, hocaları, birlikte ilim irfan tahsil ettiği arkadaşları, Allah Tealâ tarafından istifadesine sunulmuş olan yeryüzündeki türlü yiyecekler, sayısız hayvan türleri bu nimetlerden sadece bazıları.
Ne yazık ki çoğu kimse bu nimetlerin farkında olamıyor; farkında olanlar bunu yaşantılarına yansıtmıyor ya da farkındaymış gibi bir hayat sürdüremiyor. Allah’a ve ahiret gününe inanan her insanın, öncelikle bu nimetlerin farkında olması, sonra da bu farkında oluşun hakkını vermesi, inancının bir gereği ve tabii sonucudur. İşte dinimiz bunu şükür olarak tarif etmektedir.
Şükür; karşılık vermek, yapılan iyiliği dile getirmek, iyilik sahibini övmek anlamına gelir. Yani yapılan iyiliğin değerini bilmek, makbule geçtiğini ifade etmek, iyilik yapanı övmek ve ona nankörlük etmemektir. Fakat asıl şükür, bahşedilen nimetin yerli yerinde kullanılmasıdır. Şükür kavramına baktığımızda, bunun ilk basamağının nimeti tanımak ve onun farkına varmak olduğunu söyleyebiliriz.
Farkında olun, şükredin
Kur’an-ı Kerim’de şükürle ilgili ayet çoktur. Bunların bir kısmı şöyledir:
“Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz!” (A‘râf 10)
“O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.” (Nahl 14)
“Allah sizi analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl 78)
“Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de lütfundan rızkınızı isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı.” (Kasas 73)
“Allah, içinde gemilerin emriyle akıp gitmesi, O’nun lütfunu aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verendir.” (Câsiye 12)
“Dileseydik buluttan inen yağmuru acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya!” (Vâkıa 70)
“Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (Yâsîn 35)
“Biz insana, anne babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da anne babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş banadır.” (Lokman 14)
Bir kısmını mealen zikrettiğimiz ve Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda benzerleri bulunan bu ayet-i kerimelerde şu hususlar müminlerin dikkatine sunulmaktadır: Yeryüzünde verilen imkânlar, geçim vasıtaları, insanın hizmetine sunulan denizler, türlü hayvanlar ve onlardan yararlanma yolları, insanın yaratılışı, sahip olduğu mükemmel organlar; evrenin, gece ve gündüzün, dağların, ovaların, nehirlerin yaratılışı ve insanın istifadesine sunulması gibi hususlar hep birer nimettir. İnsanın bu nimetlerin farkına varması, karşılığında şükretmesi gerekir. Âlemlerin Rabbi, insandan bunu istemektedir.
Allah’a şükrün ilk adımı nimetin Allah Tealâ’dan olduğunu kalbiyle kavramak, ikinci adımı diliyle O’na senâda bulunmak ve dinin rükünlerini yerine getirerek taatte bulunmaktır. Bütün bunları yaptıktan sonra da şükrün hakkını vermekten aciz ve kusurlu olduğunu bilip itiraf etmektir. Zira şükretmeyi başarabilmek, ayrıca şükretmeyi gerektiren bir nimettir ve bu işin hakikatini ve sonucunu görmek insanı hayrette bırakır.
Şükür aynı zamanda insanın dünya hayatındaki imtihanın bir parçasıdır. Aşağıda mealleri verilen ayetlerde şükürle ilgili şu hususlar vurgulanır:
• Ne şükredenlerin şükrü ne de nankörlük yapanların küfrü, Allah Tealâ’ya bir fayda ya da zarar verebilir.
• Şükür ve nankörlüğün yararı da zararı da kula dönüktür.
• Şükür, ihsan edilen nimetin artmasına ve sahibinin mükâfatlandırılmasına vesile olurken, nankörlük edenler ilahî azaba düçar olacaktır.
• Şükredenler nankörlerden azdır.
“Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için Rabbim’in bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki Rabbim’in hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, cömerttir.” (Neml 40)
“Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” (Yunus 60)
“Eğer şükreder ve iman ederseniz Allah size niye azap etsin ki? Allah şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.” (Nisâ 147)
“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (Ra‘d 7)
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değildir. Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin hesabınıza buna razı olur.” (Zümer 7)
Yine ayet-i kerimelerde şükredenlerden sayılmak için Allah’ın emrine uygun yaşamak; helal yoldan kazanıp, helal rızıklardan yemek, yalnızca Allah’a kulluk etmek gerektiği bildirilmekte; peygamberlerin, sâlihlerin ve Allah dostlarının şükreden kullardan olduğu hatırlatılarak bizlerin de onlar gibi olmamız istenmektedir. Şeytanın tuzağına düşenlerin şükürden uzak olduğu da dikkatimize sunulur:
“O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.”
(Âl-i İmrân 123)
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların helal olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.”
(Bakara 172)
“(İblis dedi ki) sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden kimseler bulamayacaksın.” (A‘râf 17)
“(İbrahim) Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.” (Nahl 121)
“Muhakkak ki biz insana yolu gösterdik. İster şükreden olsun ister nankör kâfir.” (İnsan 3)
İnsanlara teşekkür
Bir kısmının yukarıda mealini verdiğimiz pek çok ayet-i kerimede belirtildiği gibi, insanın sahip olduğu nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Aynı husus çok sayıda hadis-i şerifte de beyan edilmektedir. İnsana erişen ve onun sahip olduğu nimetler çeşitli vasıta ve vesilelerle eriştiği gibi, bazen de doğrudan doğruya verilebilir. Bütün nimetlerin hakiki sahibi Allah Tealâ olsa da, nimetlerin ulaşmasına vesile olan kimselere de teşekkür etmek gerekir. Bu davranış, yapılan iyiliğin kadrini bilmek anlamına gelir.
Şu hadis-i şerif, bize şükrün bu iki yönünü ortaya koyması bakımından önemli bir uyarı niteliğindedir: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmiş olmaz.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, nr. 218; Ebu Davud, Edeb, 12; Tirmizî, Birr ve Sıla, 35)
Hadis âlimi Hattâbî rh.a. bu hadis-i şerif hakkında şöyle der: Bu hadis-i şerif iki şekilde yorumlanabilir. Birincisi: Karakteri ve yapısı, nimete karşı nankörlük ve insanların iyiliklerine teşekkürü terk etmek olan kişi, genellikle Allah Tealâ’ya karşı da şükür görevini yerine getirmez. İkinci anlamı ise şudur: Eğer bir kul, insanların iyiliklerine teşekkür etmezse, Allah Tealâ o kulun kendisine yaptığı şükrü de kabul etmez. Çünkü Allah’a şükür ile kula teşekkür birbiriyle ilişkilidir. (Hattâbî, Me‘âlimü’s-Sünen, 4/11)
Şeyh Kelâbâzî rh.a. der ki: Allah’ın kullarına ihsan ettiği nimetler sayıya gelmez. “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, sayamazsınız.” (Nahl 18) ayet-i kerimesi bu hakikate işaret eder. Bu nimetlerden bir kısmı kula doğrudan gelir, bazıları da vasıta ve sebeplerle ulaşır. Bu durumda o vasıta ve sebepler ile Hak Tealâ kişiye o nimeti eriştirmiş olur. Bu sebep ve vasıtaların ilki Rasuller ve nebîlerdir. Bu yüzden Cenab-ı Hak onlara iman ve itaat etmeyi zorunlu kılmış ve buyurmuştur ki: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin.” (Nisâ 59). Yine şöyle buyurmuştur: “Siz gerçekten müminler iseniz Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin.” (Enfâl 1)
O Rasuller ve nebîler Allah Tealâ ile insanlar arasında Allah’a davet eden vasıtalardır. Hak Tealâ’dan gelen mesajların kullara tebliği elçiler vasıtasıyla olur. Onların tebliği vesilesiyle ilahî emir ve yasakların kabullenilmesi, hidayet yolunun bulunması mümkün olur. İlahî mesajları tebliğ ve açıklamanın ötesinde peygamberlerin hidayete erdirmek veya insanlara kefil olmak gibi bir vazifesi yoktur. Nitekim Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Peygamber’e düşen ancak apaçık bir tebliğdir.” (Mâide 99). “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; fakat Allah dilediğine hidayet verir.” (Kasas 56)
Allah Tealâ, ana babaya şükretmeyi vacip kılmış ve şöyle buyurmuştur: “Bana ve anne babana şükret.” (Lokman 14). Çünkü Allah Tealâ, anne babayı çocuğun varlığının sebebi kılmıştır. Âlimlere teşekkür etmeyi de vacip kılmıştır. Çünkü âlimler onların ilim öğrenmelerinin sebebidir. Oysa hakiki muallim Allah Tealâ’dır.
Allah Tealâ ulülemre (müslümanların kendilerinden olan idarecilerine) teşekkür etmeyi de vacip kılmıştır. Çünkü onlar ülke güvenliğinin ve kamu düzeninin sebebidir. O buyurur ki: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulülemre (yetki sahiplerine) de itaat edin.” (Nisâ 59). Ayet-i kerimede geçen ulülemr ile idarecilerin yahut âlimlerin kastedildiği söylenmiştir. Ancak her ikisine karşı da yerine getirilmesi farz ve zorunlu haklar vardır.
Allah Tealâ’nın kullarından biri vasıtasıyla bir kimseye bir nimet ihsan etmesi, ya bir faydanın eriştirilmesi veya bir zararın bertaraf edilmesi olabilir.
Bu durumda ona teşekkür etmek o kişi üzerine vacip yani gerekli olur. O nimet için Allah’a da şükretmelidir. Çünkü hakikatte o nimetin asıl sahibi Allah Tealâ’dır. Nitekim Hak Tealâ; “Size ulaşan her nimet Allah’tandır.” (Nahl 53) buyurmuştur.
Vasıta olduğu iyilikten dolayı insana teşekkürün kapsamına vefâ borcunu ödemek, mümkünse onu mükâfatlandırmak, ondan gelen iyiliği yaymak, hakkında güzel dua ve övgüde bulunmak da vardır. Mükâfatı imkânı olan verir, gücü yetmeyen dua eder.
İyiliğe karşılık vermek
Usame b. Zeyd r.a.’dan nakledildiğine göre Rasulullah s.a.v. şöyle buyurur:
“İnsanlar içinden Allah’a en çok şükredenler, insanlara en çok teşekkür edenlerdir.” (Ahmed, el-Müsned, 36/166; Tayâlisî, el-Müsned, 2/377; Harâ’itî, Fazîletü’ş-Şükr, s. 61)
Bu hadisin anlamı şudur: Allah Tealâ’ya şükür vazifesinin ifası, yapılabildiği ve kişinin gücü nispetindedir. İnsan bütün gayretini ortaya koyar, bütün ciddiyet ve samimiyetiyle Allah’a şükür görevini yapmaya çalışır. Rızasını kazanmaya, emir ve yasaklarına vefa göstermeye gayret eder. Öyle ki, onun bu gayreti, Allah Tealâ’nın ona verdiği insanlara şükretme vazifesini yerine getirmek için bütün gayretini ortaya koymaya sevk eder. Diğer taraftan insanlara ne kadar çok şükür görevini yerine getirirse, o nispette Allah’a şükür vazifesini yerine getirme çabası göstermiş olur. Yani Allah’a ve insanlara şükür birbiriyle kopmaz şekilde bağlıdır. (Kelâbâzî, Bahrü’l-Fevâid, 1/311-312)
Abdullah b. Ömer r.a.’ın naklettiği şu hadis-i şerif, yapılan iyiliğe güzel bir karşılık verilmesini, hatta iyilik yapan kişinin ödüllendirilmesini bizlere tavsiye eder:
“Kim size güzel bir haber getirirse ona karşılık verin (ödüllendirin). Eğer karşılık verecek bir şey bulamazsanız ona dua edin ki sizin ona karşılık vermek istediğinizi bilsin.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, nr. 216; Ebû Davud, Zekât, 39; Edeb, 84; Nesâî, Zekât, 72)
Şeyh Kelâbâzî rh.a. der ki: Rasul-i Ekrem s.a.v. iyilik yapana karşılık vermeyi emir buyurmuştur. Karşılık vermek ise, sana bir şey yapana aynısını yapmaktır. Karşılık vermek dilimize mükâfat olarak geçmiştir. Mükâfat kelimesi sözlükte eşitleme, denk olma anlamına gelir. İnsanlardan biri sana bir iyilik yapar ve senden de bir şey yapmanı isterse, demek ki onun sana yaptığı iyilik ve güzelliğe senin muhtaç olduğun gibi, o da senden gelecek iyiliğe muhtaç durumdadır. Onun senin için gösterdiği dostluk, yapmış olduğu yardım gibi onun da tıpkı senin gibi dostluk ve yardıma ihtiyacı vardır. O da senin gibi iyilik edilmeye ve zararlardan korunmaya muhtaçtır. Eğer sen de onun sana yaptığına misliyle karşılık verir, ona iyilik yaparsan onunla durumu eşitlemiş olursun. Onun sana iyilik yapmasına izin vermen ve imkân tanıman Allah’ın sana olan bir nimetidir. O nimeti sana ihsan eden Allah Tealâ’dır. Bundan dolayı Allah’a şükretmen gerekir.
Özetlersek: Şükür,
• Gelen nimette o nimeti ihsan eden Rabbi’ni görmek,
• O’nun emrettiği ve yasakladığı hususlarda itaat ve kulluğa sarılmak,
• O’nun zatına layık övgülerle hamd etmek,
• Şükrünü yerine getirmekten aciz olduğunu itiraf etmektir.
• İyilik yapanların hakkı ise onlara misliyle karşılık vermektir. Eğer misliyle karşılık vermek mümkün değilse iyilik yapan kişi için dua ile bu karşılığı Hak Tealâ’ya havale etmektir.