Hangi Farzdan Başlamalı?
Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de bazen açıkça bazen de üstü kapalı ifadelerle farzların yerine getirilmesini emretmiştir. Üstü kapalı ifadelerle zikredilen ayetler açıklanırken Sünnet-i Seniyye’ye ihtiyaç duyulur. Bazı farzların belirlenmiş vakitleri vardır. Hiçbir mazeret olmaksızın belirlenen vakitte eda edilmesi gereken farz yerine getirilmiyorsa, Allah’a isyan edilmiş olur. Bazı farzların da iki vakti olup ilk vaktinde yapılması daha faziletlidir. İkinci vaktinde yapılmasında da bir sakınca yoktur.
Cenab-ı Hak, farz kılınan bir şeyin haram yollarla yapılmasını caiz görmediği gibi, bir nafilenin farza tercih edilmesini de caiz görmez. Müminlere düşen, her farzı ilk vaktinde yapmaktır. Ayrıca yapabileceği bir farzı terk edip veya geciktirip, Allah Tealâ’ya yakınlık sağlayacağı zannıyla nafilelerle meşgul olmak da büyük bir yanılgıdır.
Denildi ki: Bütün bunların nasıl yapılacağını, birkaç farzın vakti birden girince hangisinin önce yapılacağını izah eder misin?
Dedim ki: Bir vakitte iki farz eda edileceği zaman, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de öncelik hangisine verilmişse ondan başlanmalıdır. Mesela, hem annenin hem de babanın ihtiyaç içinde olduğu bir zamanda öncelik anneye verilir. Çünkü Hz. Peygamber s.a.v.’in sünneti ve âlimlerin ittifakıyla anneye iyilik yapmak, babaya iyilik yapmaya tercih edilmiştir. Anne babası olmayan ise iyilik yapmaya akrabalarının en yakın olanından başlamalıdır.
Konuyla alakalı bir hadis-i şerifte “Kime iyilik edeyim ya Rasulallah?” şeklinde soru soran sahabeye Hz. Peygamber s.a.v. üç defa “annene” demiştir. Dördüncü defa “Sonra kime?” diye sorunca da “Babana, sonra da sırasıyla akrabalarına iyilik et.” buyurması bunun delilidir. (Buharî, Edeb 2; Müslim, Birr 1; Ebu Davud, Edeb 160; Tirmizî, Birr 1). Yakın akrabalar arasında da en muhtaç olana iyilik edilmelidir. Ancak hepsine birden iyilik yapmaya güç yetiyorsa, öncelik istenilene verilir.
Mesela birisi, “Çıkmış olduğum yolculuktan sağ salim evime dönersem, eve vardığım ilk günden itibaren bir ay oruç tutmayı adıyorum.” dese ve Ramazan’ın ilk günü evine sağ salim ulaşsa, Ramazan orucunu tutması ve adağını ertelemesi gerekir. Bayram günü eve varırsa da o gün tutmayıp ertelemesi gerekir. Çünkü sünnete uyarak bayram günü yiyip içmesi en doğrusudur.
Yine bir kimsede hacca gidebilecek mal varlığı olduğu halde, bakmakla yükümlü olduğu anne baba ve ailesine yetecek miktarda onların payını bırakamıyor veya geçimlerini sağlayamıyorsa, onların bakımını hacca tercih etmelidir. Nitekim Sünnet-i Seniyye ve İcma-ı Ümmet bunu gerektirir.
Aynı şekilde birisiyle vaadleşip buluşma sözü veren kimsenin söz verdiği vakit, Cuma namazı vaktine veya kılmadığı farz bir namazın son vaktine denk geliyorsa, o buluşmayı erteleyip Cuma veya vakit namazını kılar. Bu durumda verdiği sözünden caymış olmaz. Çünkü âlimler vaadleşmede namazı terk söz konusu olduğunda o vaadin geçersiz olduğunu bildirmişlerdir. Bu durum vaadleşme esnasında zikredilmese bile bilinen bir husustur.
Her farz ibadet için durum böyledir. Ancak çocuklar veya başkalarının ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalmaları durumunda farzlar terk edilebilir. Bazı farzlarda ise ihtilaf edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber s.a.v. ‘’Yaratıcıya isyan etme konusunda hiçbir varlığa itaat edilmez.” (Müslim, İmâre 39; Ebu Davud, Cihad 78; Nesaî, Bey’at 34; İbn Mâce, Cihad 40) buyurmaktadır.
Maddi durumu hacca gitmeye yeten kimse, alacaklılar tarafından borcunu ödemesi için sıkıştırılıyorsa veya hacca gitmesi durumunda anne babasını veya akrabalarını zor durumda bırakacaksa, haccı erteleyip borcunu ödemesi gerekir. Ya da satacak başka malı mülkü veya arsası varsa onları satar, öyle hacca gider. Çoluk çocuğunun ileriye yönelik maddi durumları hususunda Allah Tealâ’ya tevekkül eder. Böyle bir tutum bakmakla yükümlü olduğu kişileri zor durumda bırakmak değil, öncelikli olan bir farzı diğer bir farza tercih etmektir. Çünkü Allah Tealâ hak sahiplerine haklarının verilmesini emretmiştir. Hz. Peygamber s.a.v. buyurmuştur ki; “Ödeme imkanı olanın borcunu geciktirmesi zulümdür.” (Buharî, İstikrâz 12; Müslim, Müsakât 33; Ebu Davud, Büyû’ 68; Nesaî, Büyû’ 100). Alacaklı istediği halde, anne babasının bu borcu ödemesine engel olmak istemesi durumunda, kişi onların sözüne uymaz.
Yukarıda sayılan farzları bırakıp da üstüne farz olmayan başka bir şeyi önceleyen kimse yanlış yapmış olur. Çünkü o bu durumda Allah Tealâ’nın öncelediğini erteleyip, ertelediğini öne almıştır. Oysa Allah Tealâ’nın emrine asi olmakla O’na yakınlık sağlanamaz.
Bazen kişi bir farzı yerine getirmek için bir günahı aracı yapabiliyor. Mesela ailesine yiyecek temin etmek için haram veya şüpheli yollara girebiliyor. Hanımını veya çocuklarını üzdü diye anne babasına küsebiliyor. Kişi, bu yaptıklarıyla aile efradının hakkını koruduğunu zanneder. Ya da aksine, anne babasını razı etmek için hanımına baskı yapar. Bunları yapması doğru değildir. Böyle bir durumda bir tarafı razı edeyim derken diğer bir tarafı kırar, günah bir şeyi aracı kılmış olur. Allah Tealâ bunu kabul etmez, razı olmaz.
Aynı şekilde kişinin hanımının gönlünü hoş etmek için çocuğunu dövmesi, başkalarına dinin emirlerini öğretirken şiddetle ya da hakaretle benimsetmeye çalışması, anne babasına yaranmak için akrabalarıyla bağlarını koparması, kendisine bir kir bulaştıracaklar ve böylece namazına mani olacaklar korkusuyla annesine, hanımına veya hizmetçisine kötü söz söylemesi, dövmesi son derece yanlıştır. Kimileri bir de bunları Allah için yaptığını öne sürer!
Yetimi soyarak dulu giydirmek
Bazı kimseler nafileleri yerine getirip takvalı olmak için bazı farzları, vacipleri veya helal şeyleri terk ederler. Üretim, ticaret, miras malı gibi helal olan şeylerden yüz çevirirler. Aile efradını aç ve açıkta bırakırlar. Halbuki bu kimselerin helal mal elde etmeye gücü yetmektedir. Hiç araştırmadan, mallarına haram karışmıştır vesvesesiyle hacca gitmezler. Böylece şeytandan gelen bir vesvese yüzünden farzı terk ederler. Emredileni yerine getirme zannıyla farzı bırakırlar. Büyük bir titizlikle uzun süren abdestler alırlar. Vesvese içinde abdestle uğraşırken bazen namazın vakti çıkar veya kerahat vakti girer ya da cemaati kaçırırlar. Bazıları iftitah tekbirini tekrarlar dururlar. Bazıları da namaza başladıktan sonra herhangi bir yerinde keser ve baştan alırlar. Bu uğraş içinde namazı ya kaçırır ya da kerahat vaktine kaydırırlar. Bunlar şeytanın hileleridir.
Kişi bazen caiz olmayan bir yolla nafile ibadete yönelerek Yüce Mevlâ’ya yakınlığı ister. Elindeki yetkileri kullanarak zorbalık, hıyanet, rüşvet ve faizle alışveriş yapar. Altın veya gümüşten kap kacak yaparak güya sanat icra eder. Haram kılınan oyun aletleri, uygun olmayan giysiler veya erkekler için ipekten elbiseler satarak elde ettiği para ile geçimini sağlamak, hacca gitmek, gazveye çıkmak ve dostlarına ikramda bulunmayı amaçlar. Bununla nafile ibadeti kastederek; “Ben bununla Allah rızası için küçük çocuklara, akrabalara bakıyorum.” der. Güya kendini haklı çıkarır.
Oysa bu sayılan işlerin bir kısmında harama düşmektedir, bir kısmı da kerih/mekruh görülen şeylerdir. Bunlardan bir kısmını diğerine tercih etmiştir. Ebu’d-Derdâ r.a. haram yoldan mal kazanıp helal yolda harcamayı “yetimi soyup dul kadını giydirmeye” benzetmiştir.
Bazı kişiler zalim idarecilerin yanında bulunup gayri meşru işlerinde ona itaat ederek, yalanlarını tasdik ederek zulmüne mani olduğunu, halkın hakkını koruduğunu, adaletle hükmettiğini, fakirlere ve haksızlığa uğrayanlara yardım ettiğini söyler. Üstelik bununla sevap kazandığını zanneder. Fakat söz konusu kötü işlere bulaşarak, niyeti hâlis bile olsa, yanlış yapar ve cahilce hareket etmiş olur. Kendisini Allah Tealâ’dan uzaklaştıran şeylerle O’na yakınlık sağlamaya çalışır.
Bazen de kişi, Allah için din kardeşlerini sever. Ancak onların haksız yere nefret ettiği kimselerden nefret eder, ilişkisini keser, düşman olur ve gıybetini yapar. Böylece din kardeşlerini Allah için sevmenin hakkını verdiğini düşünür. Oysa farkında olmadan günah işlemektedir.
Yemeyi aşırı azaltıp elden ayaktan düşen kimse de böyledir. Kendince zâhidlik yapmaktadır. Bu durum onu ileri derecede zayıflatır ve aciz duruma düşürür. Hiç mecbur olmadığı halde zühd iddiasıyla aldığı bu tavır onu geçimini sağlamaktan, üstelik Yüce Mevlâ’nın hoşuna gidebilecek daha hayırlı amelleri yapmaktan alıkoyar. Ya da bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlamayı terk ederek onları aç ve ele muhtaç bırakır. Çalışabildiği halde, cehaletinden kaynaklanan bu yanlışlıkla tevekkül etmeyi amaçlar. Bu davranışı anne babasının da hoşuna gitmez ama o aldırış etmez. Halbuki anne babasının rızası, onu yaptığı işten daha fazla Allah’a yaklaştırır.