Evlilik ve Bekârlıkta Sufîlerin Âdâbı
Allah Tealâ “Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtüsüsünüz.” (Bakara 187) buyurmuştur. Kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların elbisesidir. Hz. Peygamber s.a.v. “Evleniniz ve çoğalınız, düşük bir çocukla dahi öbür ümmetlere karşı çokluğunuzla övünürüm.” buyurmuşlardır. Diğer bir hadis-i şerifin meali şöyledir: “Bereketi en muazzam olan kadın, yüzü en güzel ve mehri en az olan hanımdır.” Bunlar sahih hadislerdir.
Özet olarak, evlenmek erkeklere ve kadınlara mübahtır. Başka türlü kendini haramdan sakındıramayanlar için farzdır. Çoluk çocuğun hukukuna riayet edebilenler için sünnettir.
Tasavvuf yolunun şeyhlerinden bir bölümü, şehveti gidermek, cinsî ihtiyaçları tatmin ve gönül huzurunu kazanmak için evlenmek farzdır, demişlerdir. Diğer bir bölümü demişlerdir ki: Çocuk meydana getirmek suretiyle neslin mevcudiyetini devam ettirmek için evlenmek lüzumludur. Çocuğun vücuda gelmesi halinde, şayet çocuk babadan evvel ölürse kıyamet günü ona şefaatçi olur. Baba önce vefat ederse, kendisine dua eden birisini geride bırakmış olur.
Zeyd b. Ömer r.a.’dan nakledildiğine göre Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Bir kadınla dört şey için evlenilir: Mal, soy, güzellik, din... Siz dindar olanla evlenmeyi tercih ediniz. Bir kimse, İslâm nimetinden sonra, baktığı zaman kendisini neşelendiren mümine hanımdan temin ettiği hayır kadar, başka hiçbir şeyden faydalanmamıştır.”
İslâm nimetinden sonra lütuf ve faydaların en üstünü mümin erkeğin kendisi ile ünsiyet ve ülfet edeceği, ona uygun mümine bir hanımdır. Böyle bir hanımın arkadaşlığı ve yoldaşlığı sayesinde erkek dinî hususlarda kuvvet, dünya hususunda ünsiyet bulur. Çünkü sıkıntının tümü yalnızlıkta, rahatın cümlesi sohbettedir. Rasulullah s.a.v. “Şeytan yalnız olanla beraberdir.” buyurmuşlardır. Hakikatte yalnız ve bekâr erkeğin veya kadının arkadaşı şeytandır. Çünkü gönüllerine şehveti süslü gösteren odur.
Şu halde sâlike lazım olan, yapacağı iş hususunda ilk önce inceden inceye düşünmek; hangisindeki afeti gidermenin daha kolay olduğunu anlamak ve ona göre hareket etmek için, evliliğin de bekârlığın da mahzurlarını tasavvur etmek ve göz önünde bulundurmaktır.
Özet olarak bekârlıkta iki afet vardır: Birincisi sünnetlerden bir sünneti terk etmek, diğeri kalpte ve bedende şehveti beslemek ve harama düşme tehlikesine maruz bulunmak.
Evlilikte de iki afet vardır. Biri gönlü (Cenab-ı Hak’tan) başka biri ile meşgul etmek, diğeri bedeni nefsin hazzı ile meşgul etmek.
Derviş, sohbeti yani birlikteliği tercih ederse, ailesine helalinden yedirmesi ve onun mehrini helal maldan ödemesi lazım gelir. Hak Tealâ’nın hukukundan ve emirlerinden ödenmesi gereken bir şey kaldığı sürece nefsinin hazları ile meşgul olmaması icap eder. O hak varken nefsin zevki ile meşgul olmamalıdır. Evrâdını eda edince yatağına girmeye teşebbüs eder. Hırsına, arzularına ve muradına gem vurur. Hak Tealâ’ya münacaat ederek der ki: Ya Rabbi! Âlemi mamur hale getirmek için Âdem a.s.’ın çamurunda şehveti yaratan sensin. Ezelî ilminde benim için şu yakınlığı ve zifafı irade etmiş bulunuyorsun. Ya ilahî! Benim şu yakınlığımı ve eşleşmemi iki şeye vesile kıl: Biri harama sevk eden hırsımı helal yoldan gidermeme vasıta kıl. Diğeri, kalbimin seninle meşgul olmasına engel olan bir evlat değil; senin rızanı ve dostluğunu kazanan bir evlat ihsan eyle.
Derviş, bir sünneti tatbik edeyim derken, dünyanın haram olan şeyini istemeye ve gönlünü meşgul etmeye sürüklenmemelidir. Çünkü dervişin helaki, gönlünün harap olmasındandır. Nitekim zenginlerin helaki de ev, bağ ve bahçelerinin harap olmasındandır. Hiç şüphe yok ki zengin harap olan şeyleri telafi edilebilir, yerine yenisi konulabilir. Fakat fakirin harap olan gönlü telafi edilemez, yerine başkası konulamaz.
Zamanımızda bir kimsenin, lüzumsuz fazlalığa tamahı ve olmayacak şeylere isteği bulunmayan, kendisine uygun bir ailesinin olması zordur. Bundan dolayıdır ki bir cemaat “tecridi ve tahfifi”, yani bekâr ve yüksüz bir şekilde yaşamayı tercih etmişler, ellerinden geldiğince bu hususa riayet etmişlerdir.
Tasavvuf yolunun şeyhleri ittifak etmişlerdir ki, en iyi ve en üstün bekârlar, kalpleri afetlerden arınmış ve tabiatları nefsin isteklerinden uzaklaşmış olanlardır. Halk, Hz. Peygamber s.a.v.’den rivayet olunan: “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve göz aydınlığım (manevî ve ruhî neşeme vesile olan) namaz.” mealindeki hadis-i şerife dayanarak şöyle derler: Kadın, sevdirilmiş olduğu sürece, evli olmanın daha üstün olması icap eder.
Bir cemaat şöyle demiştir: Takdir edilen hükümden ve gayb perdesinden ne zuhur edecek, onu görelim diye biz kendi irademizle her iki halden de kesilmiş ve kopmuşuzdur. Şayet bizim nasibimiz bekârlık olarak zuhur ederse, bu hal içinde iffetli olarak kalmaya gayret ederiz. Eğer kısmetimiz evlilik olursa, o takdirde de Sünnet’e tâbi olur ve kalbimizi huzur halinde ve Cenab-ı Hak’tan başkasından boş kılmaya çabalarız. Çünkü Hakk’ın yardımı, Yusuf a.s.’ın bekârlığı gibi bir bekârlığa sahip olan kul ile beraber olur. Hz. Yusuf a.s. kudret ve imkân bulduğu halde nefsinin muradından yüzünü çevirmiş; Züleyha kendisi ile baş başa iken, o nefsinin kusurlarını görme, hevâ ve hevesini yok etme işi ile meşgul olmuştu.
Böyle bir kulun evliliği de İbrahim a.s.’ın izdivacı gibi olur. Hz. İbrahim a.s., Hak Tealâ’ya itimadı sayesinde ailesini meşgalesi haline getirmemiştir. Sâre validemiz kıskançlık hissine kapılınca, Hz. İbrahim a.s. Hacer annemizi ve oğlunu almış, ekin bitmeyen bir vadiye, Mekke’nin bulunduğu yere götürmüş, orada Allah’a emanet etmiş, ikisini burada bırakarak geri dönmüş, Hak Tealâ da onları muhafaza buyurmuş ve onları dilediği gibi gözetmiş ve beslemişti (İbrahim 37).
Şu halde kulun helâki bekârlıkta ve evlilikte değildir. Çünkü her ikisi de onun hevâ ve hevesidir. Şüphe yok ki onun belası Allah Tealâ’nın iradesi karşısında kendi iradesini ortaya koymasında, hevâ ve hevesine tâbi olmasındadır.
Evlinin edebinde şart olan virdlerini aksatmamak, hallerini zayi etmemek, vakitlerini heba etmemek, ailesine karşı şefkatli olmak, onun nafakasını helal yoldan kazanmak, onun için zalimlere ve sultanlara mudara etmemek, onları gözetmeme endişesiyle işten ve memuriyetimden atılırım diye devlet adamlarının gayrimeşru emellerine alet olmamaktır. Çocuk dünyaya gelince yine bu şart üzere bulunmaktır.
Yalnız ve bekârın edebi için şart olan, uygunsuz olan şeylerden gözünü sakındırmak, bakılmaması gerekene bakmamak, görülmemesi icap edeni görmemek, düşünülmemesi lazım geleni düşünmemek, şehvet ateşini ve cinsî isteğini açlıkla söndürmek, kendisini meşgul edecek durumlardan gönlünü muhafaza etmek, nefsin hevâ ve hevesine ilim ve ilham adını vermemek, şeytanın acayipliklerini ve vesvelerini nefsin isteğine uygun bir şekilde yorumlamamaktır. Bekâr kişi ancak bu şekilde tasavvuf yolunda makbul bir şahıs olur.