Görüş Bildir

Güldeste

Gençlik ve Dünya

Tasavvufî hayatta önemli bir unsur olan sohbet ve nasihat bütün meşreplerde uygulanmış, bu alanda günümüze önemli bir miras intikal etmiştir. Tarikat pîrleri, onların yolunu takip eden mürşidler, hem müridanın hem de bütün müslümanların istifadesi için kaleme aldıkları eserlerde, her biri büyük bir derunî yolculuğun tecrübesinden süzülmüş nasihatlara yer vermişlerdir.

“İkinci bin yılın müceddidi” İmam Rabbânî k.s. hazretleri de meşhur Mektubât’ında şu nasihatlarla her devrin gençlerini şöyle uyarır:

Ey oğul! Bu dünya bir imtihan ve sıkıntı yeridir. Görünüşü her çeşit süslerle bezenmiştir. Yüzü, renk renk benek ve çizgilerle renklendirilmiş, saç örgüleriyle, sahte yanaklarla zoraki güzelleştirilmiş çirkin bir kadının yüzüne benzer.

O ilk bakışta hoş gözükür. Güzel ve parıltılı olduğu sanılır. Gerçekte ise üzerine güzel koku serpilmiş bir leşe, kurtların ve sineklerin üşüştüğü bir çöplüğe benzer. Susuz insanın su zannettiği bir serap ve şeker görüntüsünde bir zehirdir; gerçekte bir harabe ve devamı olmayan kısacık bir andır. Bu çirkinliği ve kaba sabalığının yanında, kendine teslim olanlara karşı muamelesi anlatılanlardan çok daha kötüdür.

Ona âşık olan düşük ve çarpılmış sayılır. Ona tutulan ahmaktır, aldatılmıştır. Onun görünüşüne meftun olanın yüzüne ebedî hüsran damgası vurulur. Onun tadına alışanın, güzelliğine kapılanın nasibi sonsuz bir pişmanlıktır. Kâinatın övüncü Rasulullah s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Dünya ile ahiret birbirine kumadır. Biri razı olsa diğer darılır.” (İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6019)

O halde kim dünyayı razı ederse ahireti kendisine darıltmış olur; kesinlikle ahiretten nasibi olmaz. Allah Tealâ dünyaya ve dünya ehline muhabbet beslemekten sizi ve bizi korusun.

Ey oğul! Dünya nedir bilir misin? Kadınlar, evlatlar, mal, şan, şöhret, liderlik, eğlence ve oyun gibi seni Cenab-ı Hak’tan uzaklaştıran, O’na ulaşmanı engelleyen her şey dünyadır. Boş şeylerle meşgul olmak da dünyaya dâhildir. Ahiret işleriyle ilgisi olmayan ilimler de dünyadan kabul edilir. Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Allah Tealâ’nın bir kuldan yüz çevirdiğinin işareti, kulun kendisini ilgilendirmeyen işlerle meşgul olmasıdır.” (Beyhakî, ez-Zühd, nr. 72)

Ey oğul! Hak Tealâ sonsuz inayetiyle sana yardım etti ve seni gençliğinin baharında tevbe etmeye muvaffak kıldı. Yüce Nakşî silsilesi dervişlerinden birinin eliyle seni tarikata intisaba muvaffak kıldı. Hâlâ o tevbeye sâdık mısın, yoksa sahte ve geçici güzelliklerle nefsin seni aldattı mı, bilmiyorum. Tevbede sebat edip istikamet üzere olmak zordur. Zira gençliğinin baharındasın. Dünya malına ulaşma vesileleri kolaydır. Akranlarının çoğu da bu manada sana uygun değil.

Ey oğul! Esas mesele, mübahların fazlasından kaçınmak, zaruret miktarıyla yetinmektir. Bunu da kulluk vazifelerini yerine getirebilmek için kuvvet ve derlenip toparlanmak niyeti ile yapmalı. Mesela yemekten amaç Allah Tealâ’ya itaat edebilmek için güç kuvvet kazanmaktır. Giyinmekten maksat avret yerlerini örtmek, soğuğa sıcağa karşı korunmaktır. Diğer zaruri mübahlar da bu şekilde değerlendirilmelidir.

Nakşî büyükleri azîmetle amel etmeyi tercih etmişler, mümkün mertebe ruhsatlardan kaçınmışlardır. Zaruret miktarı ile yetinmek azîmettir. Bu yüce davranışa ulaşmak mümkün olmazsa, en azından mübahların sınırını aşıp, şüpheli ve haram olan bir alana kaymamalıdır.

Ey oğul! Çok iyi düşünmek ve kalbi çalıştırmak gerekir. Yarın kıyamet gününde pişmanlıktan ve hüsrandan vahim bir şey yoktur. Çalışma zamanı şüphesiz gençlik çağıdır. Akıllı olan, hayatının bu dönemini zayi etmeyip fırsatı değerlendirir. Çünkü ilerisi belirsiz ve kapalıdır. Herkes ihtiyarlık çağına ulaşamaz. Ulaşsa bile kendisini toparlaması mümkün olmayabilir. Bunun da mümkün olduğunu kabul etsek bile, güçten kuvvetten düştüğü ihtiyarlık döneminde yükümlü olduğu emirleri tam yerine getirmeye güç yetiremeyebilir. Ama şu çağında manevi yönden toparlanma imkânlarının hepsi mevcut.

Ey oğul! Bütün mevcudâtın özü ve özeti olan insanın yaratılmasından maksat oyun ve eğlence değildir. Yemek, içmek, uyumak da değil. Yaratılıştaki amaç insanın kulluk vazifelerini yerine getirmesi; Allah Tealâ’ya karşı aciz ve muhtaç olduğunu bilmesidir. Böylece daima Allah Tealâ’ya sığınma ve teslim olma durumuna erişmesidir.

Kâmil Mürşid ve İtiraz

18. yüzyılın büyük mürşidi Mevlâna Halid Bağdadî k.s. hazretleri, mürşidlerin özellikleri ile müridin beklediği istifadeyi görebilmesinin şartlarını şöyle açıklar:

Kardeşlerim! Siz, mürşidinizden tesir (feyz) aldığınızı ve onun tasarruf sahibi olduğunu gördükten sonra, onun yaptıklarına ve söylediklerine itiraz halinde olmayın. Şayet kalbinize ona karşı bir itiraz veya olumsuz düşünce gelirse tevbe edin ve Allah Tealâ’dan mağfiret dileyin. Çünkü kâmil mürşidler hakkında böyle olumsuz düşünceler manen öldüren bir zehirdir. Bunun tartışmasız böyle olduğunu vicdan ve keşif sahibi kimseler tecrübe etmiştir.

Yüce Allah’ın velî kulları günah işlemekte ısrar etmekten korunmuşlardır. Onlar bir hataya düştüklerinde hemen Cenab-ı Hakk’a yakarır, tevbe ve istiğfar ederler. Hatta bazen küçük bir günah işlemeleri sebebiyle Allah Tealâ’ya o kadar çok yalvarır, dua eder, pişmanlık duyar, ağlamaya devam ederler ki dereceleri kat kat artar. Bu sebeple İbn Ataullah İskenderî k.s. Hikem adlı eserinde şöyle demiştir:

“Nefsin zelil, gönlün kırık ve pişman olmasına sebep olan nice günah vardır ki, büyüklenme ve kibirlenmeye sebep olan ibadetten daha hayırlıdır.”

Yine hakikat ehli kimseler şunları söylemiştir:

“Sıfat ve amel bakımından eşit iki velîden tevbekâr olanı, günah işlemeyen velîden daha faziletlidir. Çünkü tevbekâr velînin kalbinde Yüce Allah’a karşı devamlı yalvarış, pişmanlık ve tedirginlik vardır.”

Bugün bazı kimseler zamanımızdaki mürşidlerden birinin lezzetli yemeklerden yediğini, soğuk içeceklerden içtiğini, güzel elbiseler giydiğini görseler, onun manevi tasarrufu ve kemâlatının eserleri güneş gibi âşikar olduğu halde hemen onu inkâr ederler, haline itiraz ederler. Halbuki bu gibi şeyler dinin mübah kıldığı hususlardır. Bunları ölçülü miktarda yapmakta bir zarar yoktur. Bütün bu inkâr ve itirazlar ise kişinin kendi görüşüne güvenmesi ve kendi aklınca bir velî tahayyül etmesinden kaynaklanır.



Semerkand Dergi Logo