Görüş Bildir

Gerçek Akıllı Kim?

Akıl, Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Bu nimet iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı birbirinden ayırmak için hassas bir ölçü imkânı olarak verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayet-i celîlede zikredilen, “hâlâ akletmeyecek misiniz” “umulur ki akıl erdirirsiniz” ifadeleri de bu gerçeği bizlere hatırlatır.

Bu manada İmam-ı Rabbanî k.s. Mektubât’ında kişinin akıl nimetinden yerinde ve zamanında istifade etmesinin ne kadar önemli olduğunu ve hayır yolunda imkânları değerlendirmede zaman kaybedilmemesi gerektiğini şöyle açıklar:

Dünyanın nimet ve lezzetleri din yolunda kullanılırsa, ancak o zaman bunlardan güzel bir şekilde yararlanmış olunur. Böylece dünya nimetleri ahiret nimetleriyle birleşmiş olur. Aksi halde bu nimetler, aklı kıt kişileri aldatan şekerle tatlandırılmış öldürücü zehre dönüşür. Eğer bu zehir Allah Tealâ’nın şifası ile tedavi edilmez, tatlılığı da şeriatın emir ve yasaklarının acılığı ile giderilmezse çok yazık!

Ebedî nimete ulaşmak, pek çok kolaylığı da bulunan şeriatın basit bir emrini yerine getirerek, az bir gayretle bile mümkündür. Aynı şekilde ebedî nimetin elden kaçması için de az bir gaflet yeterlidir. Şu halde idrak sahibi olan, aklını kullanmalı! Çocuk gibi davranarak ebedî mülkü basit şeylerle değişmemelidir.

Hiç kuşkusuz Allah Tealâ dünyayı ahiretin tarlası kılmıştır. Yazık o kimseye ki, bütün mahsulü yemiş bitirmiş, ekim zamanı tohumu ekmemiş, elindeki bir mahsulü yedi yüz mahsule çevirmemiş ve kardeşin kardeşten, annenin de yavrusundan kaçacağı o gün için azık hazırlayamamıştır! Böyle yapan kimse Rabbi’nin gazabına maruz kalacağı için kazandığı şey dünya ve ahiret pişmanlığı olacaktır.

Bahtiyar kişi ise bu dünyayı fırsat bilip değerlendiren kimsedir. Dünyayı değerlendirmek, dünya nimetlerinden olabildiğince yararlanıp zevklerine gömülmek değildir. Dünyanın ne değeri ne de sürekliliği vardır. Diğer taraftan sıkıntı ve zorlukları pek çoktur.

Dünyayı değerlendirmekten maksadımız, ahiret için çalışmak ve orada mahsül devşirmek için burada tohum ekmektir. Çok az amelle bile ayet-i kerimede belirtildiği gibi sayısız faydalar elde edilebilir:

 “Allah dilediğine kat kat verir.” (Bakara 261)

İşte bu hikmete binaen birkaç günlük dünyadaki sâlih amellerin karşılığı ahirette kalıcı nimetler olacaktır.

“Bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Cuma 4)

Bilmelisin ki bu dünya görünüşü itibariyle hoştur, cazibelidir. Fakat gerçekte öldürücü bir zehir ve boş oyalanmadan ibarettir. Sadece dünyaya dönük ilginin hakiki bir faydası yoktur. Dünyanın makbul gördüğü kimse düşük, kendini ona kaptıran da akılsızdır. O tıpkı altın bir kap içinde şekere bandırılmış zehir gibidir.

Akıllı kimse böyle boş oyalanmaya aldanmaz. Bu nedenle fakihler derler ki: “Bir kimse malının akıllı kimselere verilmesini vasiyet etse, o malın zâhid kimselere verilmesi gerekir.” Çünkü zâhidlerin dünyadan yüz çevirmeleri akıllarının üstünlüğüne işaret eder.

Düşmeden, Eksilmeden...

Kur’an ve Sünnet’te üzerinde önemle durulan “kalp” için Allah Rasulü s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde buyurur ki: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” (Buhârî, İman, 39). Sûfiler de, kelime kökünde “dönen, çevirilen” anlamları bulunan kalbe her an dikkat edilmesi gerektiğini sıklıkla dile getiririler. Nakşibendî yolunun büyüklerinden Mevlâna Hâlid Bağdâdî k.s. da bu hususta şöyle der:

“Mürid, samimi bir kalple Mevlâ’sını talep eden, O’na bağlanan kişidir. Şöhrete, makam mevkiye ve sahip olduğu hiçbir şeye kalben iltifat etmez. Hatta kendi varlığını bile yok kabul eder, hesaba katmaz. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Allah, himmetlerin (gayretlerin) yüksek olanını sever.” (Hâkim, Müstedrek, 1/70; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 6/241)

Mürid kendi ameline güvenmez; yalnızca Cenab-ı Hakk’ın cömertliğine ve yardımına güvenir. Çünkü kulun hiçbir ameli Allah Tealâ’nın lütfuna denk olamaz. Amele güvenmek, bir bakıma kendini Allah Tealâ’ya denk tutmak anlamına gelir. Oysa O, eşi ve benzeri olmaktan münezzehtir.

Mürid bir an bile Allah Tealâ’nın rızasını talep etmekten gaflete düşmez. Çünkü Rabbine yönelen kimse O’ndan başka bir şey talep ederse, mâsivâya (Allah Tealâ’dan başka şeye) yönelmiş olur. Bu ise o kimsenin Mevlâsından yüz çevirmesi demektir.

Mürid, Yüce Rabbi’nin rızasını talep etmekte devamlılık ve sebat göstermeli, gevşeklikten kaçınmalıdır. Bu duruma düşmek korkulan şeylerdendir. Hüsran ve zarardır. Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“İki günü eşit olan aldanmıştır (zarar içindedir).” (Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, 4/262)

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmuştur:

“Allahım! (İtaat ve ibadetimin) artışından sonra eksilmesinden sana sığınırım.” (İbn Mâce, Dua, 20)

Cenab-ı Hakk’ın rızasını talep etmeyi bırakmak, gevşeklik göstermek iki sebepten kaynaklanır:

Birincisi, kişinin farkına varmadan kalbin Allah Tealâ’dan başka şeylere yönelmesi.

İkincisi de Allah Tealâ’nın emrine asi olmak.

Bunun için hemen tevbe ve istiğfar etmek, günahları terk edip Cenab-ı Hakk’a yönelmek, O’na yalvarmak ve sığınmak gerekir.



Semerkand Dergi Logo