Emanet ve Adalet
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.” (Nisa 58)
Girişte mealini verdiğimiz Nisa suresi 58. ayet-i kerimenin bir öncesinde Cenab-ı Hak, iman edip sâlih amel işleyenler için büyük bir mükâfatın bulunduğunu haber vermişti. Sâlih amellerin en başta gelenlerinden biri olduğundan, burada da emanete riayet hususuna dikkat çekilmiştir. Ayet-i kerimede müminlere, ister din ister dünya işleri olsun, her durumda emanetlerin hakkını vermeleri emrediliyor. Ayrıca Cenab-ı Hak, adaletli olmayı, insanlarla hakkaniyet üzere ilişkiler kurmayı da emrediyor. Ayet-i kerimenin iniş sebebi şöyledir:
Kâbe’nin anahtarı
Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber s.a.v., Mekke’nin fethi günü Mekke’ye girince, Osman b. Talha Kâbe’nin kapısını kilitledi. Osman’ın Kâbe’nin hizmetlerini gören yardımcısı da Kâbe’nin kapısında duruyordu. Osman b. Talha Kâbe’nin damına çıktı, anahtarı da hizmetçiye vermedi ve;
– O’nun Allah’ın Rasulü olduğunu bilsem, Kâbe’ye girmekten alıkoymam, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali r.a. Osman’ın yanına gitti, bileğini bükerek anahtarı aldı ve kapıyı açtı. Allah Rasulü s.a.v. içeri girerek iki rekât namaz kıldı. Dışarı çıkınca Hz. Abbas r.a., Hz. Peygamber s.a.v.’den Kâbe’nin anahtarının kendisine verilmesini istedi. Böylece hem hacılara su dağıtma işini (sikâyet), hem de Kâbe’nin muhafızlığını ve hizmetçiliğini (sidânet) yapmak istiyordu. İşte bu vaka üzerine ayet-i kerime nâzil olmuştur.
Ayetin nüzulünden sonra Allah Rasulü s.a.v., Hz. Ali r.a.’a anahtarı Osman’a vermesini ve özür dilemesini emretti. O da emri yerine getirince bu duruma şaşıran Osman Hz. Ali’ye:
– Zorladın, eziyet ettin! Şimdi de yumuşak davranarak yanıma geldin, dedi. Hz. Ali:
– Yemin olsun, Allah senin hakkında ayet indirdi, dedi ve bu ayeti okudu.
Bunun üzerine Osman, emanetlere riayet hassasiyeti üzerinden İslâm’ın yüceliğini anladı ve şehadet getirerek müslüman oldu. Cebrail a.s. da Allah Rasulü s.a.v.’e Kâbe hizmetçiliğinin devamlı olarak Osman’ın neslinde kalacağını bildirdi. (Müslim, Hac, 390; Fahreddin Râzî, Tefsîr-i Kebîr; Cârullah ez-Zemahşerî, el-Keşşâf; Ebu’l-Leys Semerkandî, Tefsîru’l-Kur’an; Ebu’s-Suud Efendi, İrşadü’l-Akli’s-Selim ilâ Mezâya’l-Kurâni’l-Azîm; İbn Acîbe el-Hasenî, Bahru’l-Medîd Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri)
Elbette ayet-i kerimenin böyle bir hadise üzerine nâzil olması, manasının sadece bu hadiseye özel olmasını gerektirmez. Yani ayetin ifade ettiği hükme, her devirde her türlü emanet çeşidi dahildir. Emanetin liyakatsiz kimselere değil, ehline verilmesi ilâhî bir emirdir.
Emanet, anlam olarak hıyanetin zıddıdır. İnsanın korumasına verilen maddi manevi her şeyin adıdır. Mülkiyeti başkasına ait olmak üzere belli zaman için bir kimsenin muhafazasında bulunan şeydir. Kişinin sahibine iade etmek üzere aldığı her şey emanet olduğu gibi, devletin hizmet makamları da bir çeşit emanettir. Başta zikrettiğimiz ayet-i kerimedeki emanet bu manadadır.
Ayet-i kerimede mealen buyurulur ki: “Muhakkak ki biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onu yüklenmekten çekindiler, ondan korktular. İnsan ise onu yükleniverdi.Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.“ (Ahzab 72)
Bu ayet-i kerime gereğince insan, Allah Tealâ’nın emanetini taşıyan bir emini, bir vekili olmayı üstüne alan tek varlıktır. Bu sayede diğer varlıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etmeye güç yetirebilir. İnsanlar da birbirlerine birçok hakkı ve emaneti bırakır.
İşte insan, Allah Tealâ’nın emanetçisi olma şerefini ve kullara karşı eminlik vasfını ne ölçüde korur, emanetin hakkını ne derece yerine getirebilirse o nispette değer kazanır, iyiliklerini de artırmış olur. İlâhî emanetlere riayetle Allah Tealâ’nın himayesine girer, insanlar arasında da izzet ve şeref kazanır.
Üç emanet
Tefsir-i Kebîr ve Rûhu’l-Beyân’da zikredildiğine göre, insanın bu dünyadaki muamelesi üç türlüdür: Ya Rabbiyle ya diğer kullarla ya da kendisiyle... Bu üç münasebetin tamamında emanete riayet etmek gerekir:
• Rabbiyle mumelede emanete riayet: Bu emanetler farzlardır. Namaz, oruç, zekât, hac, kelime-i şehadet gibi emirlerin her biri birer emanettir. Bunlar yerine getirilmekle emanet muhafaza edilir. Sünnetler de buna dahildir. Zira mealen buyrulmuştur ki: “Kim Rasulullah’a itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 80). Yasaklar hususunda sınırların korunması da emanete dâhildir.
• Yaratılanlarla muamelede emanete riayet: Emaneten bırakılan şeyleri sahibi istediği zaman eksiksiz geri vermek, ölçü ve tartıda hile yapmamak, insanların ayıplarını yüzlerine vurmamak veya yaymamak insanlar arası emanetlere örnek olarak zikredilebilir. Aynı şekilde yöneticilerin adaletle hükmetmeleri, görevleri ehil olanlara vermeleri emanettir. Âlimlerin halkı hurafelere sevk etmemeleri, dünyada ve ahirette fayda sağlayacak itikat ve amellere yönlendirmeleri de emanettir. Kocanın hanımına, hanımın kocasına karşı sadakati, ırzlarını ve çocuklarının soylarını korumaları ve çocukların terbiyesine dikkat etmeleri de önemli emanetlerdendir.
• İnsanın kendisi ile olan muamelede emanete riayeti: Kişinin ahireti ve dünyası için daima en faydalı ve uygun olanı yapması; şehvet, öfke, kin, haset gibi saiklerle ahirette kendisine zarar verecek şeylere teşebbüs etmemesi, kişinin kendisine karşı emaneti muhafazadır. İnsanın yedi manevi emaneti olan Vücud, Nefs, Kalb, Ruh, Sır, Hafî ve Ahfâ latifeleri de emanettir. Bütün yaptıklarında bu emanetlerden sorumludur.
Ayrıca bütün azaları insana birer emanettir. Her aza ne için yaratıldıysa onun için kullanılmalıdır. Onlardan her biri hakkında insana bir emir verilmiştir. Gözün emaneti haramlara kapatmak ve ibret nazarıyla bakmaktır. Kulağın emaneti boş ve kötü sözlerden korunması ve zikir ve hikmet kabilinden hayırlı işlerde hazır bulundurulmasıdır. Dilin emaneti gıybetten ve iftiradan sakınmak ve zikre devam etmek, konuştuğunda hayır söylemektir. Ayağın emaneti hayırlı işlere yürümek ve günahlardan uzaklaşmaktır. Ağzın emaneti helal lokma yemektir. Elin emaneti harama uzatmamak, hayır ve iyilikten geri çekmemektir. Kalbin emaneti Allah Tealâ’dan başkasına meyletmemesi, ancak O’nda ve O’nunla sükûn bulmasıdır.
Her uzvu yaratıldığı gaye için kullanmak kul için bir vecibedir. Kişi her uzvunu Mevlâ Tealâ’nın razı olduğu yerlerde kullanırsa, emanetin hakkını vermiş olur. Aksi halde nankörlük etmiş demektir ve bundan dolayı azaba maruz kalacağı muhakkaktır. (Tefsîr-i Kebîr; Tefsîru’l- Kur’an; Abdülkerim Kuşeyrî, Letâifu’l- İşârât; İrşadü’l-Akli’s-Selim ilâ Mezâya’l-Kur’âni’l-Azîm; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân; Seyyid Mustafa Rasim Efendi, Istılâhât-ı İnsan-ı Kâmil)
Allah Tealâ Hazretlerinin mealen buyurduğu “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emrediyor.” fermanına bütün bunlar dâhildir.
Emanetin önemi
Allah Tealâ, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde emanetler hususunda bizi uyarır. Mesela Mü’minûn suresinde Firdevs cennetine konulacak müminlerin vasıflarını anlatırken, “Ki onlar, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler” (Müminun, 8) buyurur. Yine Enfal suresi 27. ayet-i kerimede mealen“...siz bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmeyin.” diye uyarır.
Ebu Hüreyre r.a.’dan rivayet edilen hadis-i şerifte Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107–108)
Bir başka hadis-i şerifte Efendimiz s.a.v. “Kendisine güvenilmeyen kişinin imanı, sözünde durmayanın dini yoktur.” (Müsned, No: 12386) buyurur.
Ömer ibn Hattab r.a.’dan rivayet edildiğine göre Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “İnsanların içinden ilk önce ortadan kalkacak olan şey emanettir. En son kalan ise namazdır. Ancak nice namaz kılanlar var ki onlarda bir hayır yoktur.” (Beyhakî, Şuâbu’l-İman, No: 5274, 4/325)
Meymûn ibn Mehran da şöyle demiştir: “Üç şey vardır ki, iyi kimseye karşı da kötü kimseye karşı da yerine getirilir: Emanet, verilen söz ve sıla-i rahim...”
Âlimlerin birçoğu emanetlerin kasıt olmaksızın ve gerekli özen gösterildiği halde bir zarar ve ziyana uğradıklarında telafi edilemeyeceği görüşündedirler. Bu konu tafsilatlı olarak fıkıh kitaplarında izah edilmiştir.
Adaletle hükmetmek
Bu yazıda ele aldığımız Nisa suresi 58. ayet-i kerimedeki ikinci emir adaletle ilgilidir. Cenab-ı Hak mealen buyuruyor ki: “...(Allah) insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.”
Ayet-i kerimenin ilk emrinin konusu olan emanetin, bir başkasının kişinin üzerinde hakkı bulunduğunda o hakkı sahibine vermek demek olduğunu görmüştük. Adaletle hükmetmek ise, bir insanın üzerinde bulunan başkasına ait hakkın, sahibine layıkınca verilmesine hükmetmekten ibarettir. Cenab-ı Hak’ın önce emaneti zikredip sonra da adaletle hükmetmeyi emretmesinden anlaşılan şudur: “Faydayı elde etme, zararları önleme” hususunda doğru sıralama, önce insanın kendisinden başlaması, sonra başkası ile meşgul olmasıdır. Esasen adalet de bir nevi emanettir.
Bu ayet-i kerime mucibince, hâkim olan kimselerin taraflardan birine meyletmeyip adaleti sağlaması gerekir. Bu emir hem meslek olarak hüküm verme mevkiinde olanları hem de Efendimiz s.a.v.’in hadis-i şeriflerinde belirttikleri; “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Cuma 11; Müslim, İmâre 20) genellemesiyle tüm müminleri kapsar.
Tefsir-i Kebir ve Ruhu’l-Beyan’da ifade edildiğine göre Hasan-ı Basrî r.a. şöyle buyurmuştur: Allah Tealâ hakimlerden üç şeyi söz almıştır:
1. Hükmederken nefslerine uymamalarını,
2. Bir mesele hakkında karar verirken insanlardan değil, yalnızca Allah Tealâ’dan korkmaları,
3. Allah’ın hükümlerini dünyalık menfaate değişmemeleri.
Sonra Hasan-ı Basrî rh.a.’in şu ayet-i kerimeleri okuduğu nakledilir:
“Ey Davud, şüphesiz biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır. “ (Sâd 26)
“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebîler, onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu halde siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 44)
Allah Tealâ’nın güzel öğüdü
Allah Tealâ’nın, emanetin hakkını vermek ve adaletle hükmetmekle ilgili emirlerin sonrasında “Allah size ne güzel öğüt veriyor” buyurması, dünya huzuru ve ahiret saadeti bakımından bu iki emrin yerine getirilmesinin güzel sonuçlarıyla ilgilidir. Her daim O’nun emirlerini tutmalı; emanete hıyanet ve zulümden sakınmalıyız. Çünkü “şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işiten ve görendir.”
Yani O hükümlerimizi işitir, emanet hakkında yaptıklarımızı görür. Yapıp ettiklerimize göre amelimizin karşılığını verecek olan da O’dur. Hiç şüphesiz bu ikaz, itaat eden kimse için müjdeleyici, isyan eden için de açık bir tehdittir.
İnsanlık tarihi, insanların huzur ve mutluluklarının iki sebebe bağlı olduğunu ortaya koyar: Emanet ve adalet... Emanetler ehline verildiği ve adaletle hükmedildiği müddetçe toplumda güven, huzur ve mutluluk daim olur. Hıyanet ve haksızlıklar ise bütün huzursuzlukların, kavgaların ve savaşların kaynağı; nesillerin helak olmasının temel sebeplerinden biridir.
Hak Sübhânehû ve Tealâ en iyi bilendir.