Herkes O'na Muhtaç
İhlâs suresinin başında mealen; “De ki: O Allah tektir.” ayetiyle, Allah Tealâ’nın zatında hiçbir şekilde bölünme, çoğalma gibi beşerî hallerin bulunmadığı, O’nun varlığı kendinden olan tek ve biricik ilah olduğu beyan edilmişti. Zatında ve sahip olduğu özelliklerde kimsenin O’na denk olması mümkün değildir.
“Allah Samed’dir.” (İhlâs 2) ayet-i kerimesiyle de hiçbir varlığa ihtiyaç duymadığı; tam tersine bütün varlıkların meydana gelme, varlığını devam ettirme ve diğer bütün hallerinde sürekli O’na muhtaç olduğu ortaya konulmaktadır. Böylece ayet-i kerimede Cenâb-ı Hakk’ın “Samed” ismine bağlı olarak sahip olduğu özelliklere işaret buyrulmuştur.
Bu işaretleri kısaca izah etmeye çalışalım:
Samed’in anlamı
AllahTealâ Samed’dir; bütün mevcudatın tamamının kendisine yöneldiği ve sığındığı tek zattır. Bütün yaratılmışlar, ihtiyaçlarından dolayı o kerim Yaratıcı’dan dua ve niyazda bulunur.
Samed, arzu edilen işler ve neticeler hususunda kendisine yönelinen zat olmakla beraber, musibetlerde de kendisinden yardım istenilendir.
Samed, aynı zamanda dilediğini yapan, istediği hükmü veren, verdiği hüküm konusunda kendisine hesap soracak hiç kimse ve hükmünü reddedecek hiçbir kuvvet bulunmayandır. O’nun üstünde bir zat yoktur. Tüm varlıklar O’na muhtaç iken O hiç kimseye veya herhangi bir şeye muhtaç değildir.
Allah Tealâ’nın zatında ve sıfatlarında kendisine hiçbir ihtiyaç ârız olmaz. O öyle bir Zât-ı Latîf’tir ki bütün her şeyi bilir. Bütün yarattıkların varlığının devamı için ihtiyacını gidermek ilim ve kudret gerektirdiğinden, Samed ismi Allah Tealâ’nın Âlim ve Kâdir olduğunun da delilidir. Cenâb-ı Hakk’ın bütün ihtiyaçların karşılanması için başvurulan merci ve melce olması ancak bu özelliklerle tam olur.
“Bir şeye yönelmek” anlamındaki “samd” kökünden gelen “samed”, “ihtiyaçların giderilmesi için kendisine başvurulan kimse” demektir. Mesela bir topluluğun ulusuna, yani yönetim ve ihtiyaçlarda kendisine başvurulan ve daha üstünü bulunmayan en büyüğüne “kavmin samedi” adı verilir.
Ayrıca, içi boş olmayan kütle halindeki şeyler için de “samed” ifadesi kullanılır. Yani eksiği gediği bulunmayan, nüfuz edilemeyen şeye denir. Buna dilimizde “som” adı verilir. Nitekim dilimizde, “som, yekpare, tam, bütün, içi dolu” anlamına som altın, som gümüş gibi tabirler kullanılır ki, karışık olmayan, saf ve halis anlamları ifade edilmek istenir.
Bu iki manadan birincisi Allah Tealâ’ya nisbet edildiğinde “ihtiyaçlarını gidermesi için herkesin başvurduğu, yaratılmışlara mahsus acizlik ve muhtaçlıktan münezzeh, ebedî ve bâki yüce varlık” manasına gelir.
İkinci manada Allah Tealâ’nın Samed oluşu ise, O’nun tam ve eksiksiz olarak bütün kemal sıfatlara sahip bulunduğu ve yaratılmışlardaki acizlik ve eksiklik içeren niteliklerden münezzeh olduğu manasına gelir.
İmam Mâtürîdî rh.a. yaratılmışların Allah Tealâ’ya olan ihtiyaçlarını; • varlık âlemine gelme, • varlığını esenlik içinde sürdürebilme, • öldükten sonra ikinci ve ebedî hayata dönüş yapma olarak özetlemiştir.
İhtiyaçları karşılayan
Buradan hareketle, bütün ihtiyaçlar için kendisine yönelinen zatın sığınılabilir ve güvenilir olması ve sonrasında da sonsuz hazinelere sahip bulunması gerekir. Nitekim Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de mealen; “Hazineleri yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur...” buyurmaktadır. (Hicr 21). O, hem her şeyin tek sahibi hem de sahip olduğu her şeyin sonsuz hazinelerinin sahibidir.
Bazen insanlar dünya hayatında bir yönüyle de olsa kısmî bir “samediyyet”e mazhar olur. Kulun, Samed ism-i şerifinden alabileceği nasipler vardır. Bu nasip, Cenâb-ı Hakk’ın onu din ve dünya işlerinde başvurulan bir konuma getirmesidir. Allah Tealâ kullarının çeşitli sorunlarının çözümünü kimin eline bağlı kılmışsa, onu Samed isminden mecazen de olsa nasiplendirmiş demektir. Fakat bu insanlar diğer insanların bütün ihtiyaçlarını değil, sınırlı ihtiyaçları sınırlı bir şekilde karşılayabilirler.
Allah Tealâ’nın Samediyet vasfı ise, O’nun yalnızca bazı ihtiyaçlarda maksat ve hedef olması demek değildir. Bütün ihtiyaçlarda hedef ve nihaî merci olmaktır. Bu bakımdan, meselâ “ilim sıfatı” gibi diğer isim ve sıfatlarda olduğu gibi Samediyet, Cenâb-ı Hak için tam, eksiksiz, mutlak, kendi zatından ve kesintisizdir. Kul için ise bunun zıddıdır, yani mecazîdir.
Bu önemli noktayı biraz daha açalım: Yukarıda belirtildiği şekliyle insanlar, dünya hayatında zâhiren başkalarının ihtiyaçlarını giderebilirler. Bu durum hakikatte Allah Tealâ’nın Samed isminin tezahüründen başka bir şey değildir. O’nun Samed ismi ihtiyacı gideren o kimsede tecelli etmiştir, ihtiyacı gideren kişi bir vesiledir. Hakikatte insan, bırakın bir güce ya da imkâna sahip olmayı, kendisinin dahi sahibi değildir. Sahiplik, söyleyiş kolaylığı bakımından ve mecazî bir ifadedir.
Zengin birinin, ihtiyacı olan insanlara bazı aracılarla para veya mal gönderdiğini düşünelim. Nimetlerin ulaştığı kimselerin bu nimetleri aracılardan bilmesi, ihtiyaçlarını onların giderdiğini sanmaları ne akılla ne hakikatle bağdaşır. Aynı şekilde bütün maddi manevi nimetlerin sahibinin ve gönderenin Allah Tealâ olduğunun bilinmesi gerekir. O, hikmeti gereği kullarına nimetlerini genellikle melekler, hüner sahibi insanlar gibi vasıtalarla gönderir. Nimetleri ulaştıran vesilelere teşekkür etmek şükrün gereklerinden iken, nimeti gönderen ve asıl sahibi olan Âlemlerin Rabbi asla unutulmamalıdır.
Ayrıca bir nimet gönderene nasıl minnet duyuluyor ve koyduğu kurallara riayet ediliyorsa, o gönderenin ve bütün mahlukatın asıl sahibi Mâlikü’l-Mülk olan Allah’ın emir ve yasaklarına uymak şükrün gereğidir. O’na şükretmek ise ayrıca nimeti artırır, O’nun rahmetini celbeder.
Bütün âlemlerin sahibi ve bütün ihtiyaçların biricik gidericisi Allah Tealâ’dır. Yerin ve göğün bütün hazineleri O’nundur. O’nun vermesiyle bu hazinelerden hiçbir şey eksilmez. Kulların vazifesi, O’na sağlam bir imanla inanıp, emir ve yasaklarına uyma hususunda tam bir bağlılık ile arz-ı şükran etmeleridir. Her an O’nun gözetiminde ve denetiminde olmanın şuuru ile niyetleri ve işleri sürekli düzeltmeli; nimetlere şükür ile kulluk vazifesini ifa etmeye gayret etmelidir.
Sebepler ve vasıtalar
Nimeti vereni göz ardı edip, nimetleri aradaki vesilelerden bilmek nimete küfürdür. Ticaret erbabı kazancını ticaretinden, meslek sahibi de geçimini mesleğinden sağladığı gelirden bilmemeli; sebeplere takılıp kalarak asıl nimet vereni ve sebeplerin yaratıcısını unutmamalıdır. Bir ihtiyaç varsa, bir istekte bulunulacaksa, bunu karşılayacak olanın sadece ve sadece Samed olan Allah Tealâ olduğu tam bir iman ile kabullenilmelidir.
Allah Tealâ’dan bir şey istemede vesilelere, bir takım sebeplere başvururken kalp daima O’na yönelmeli, verenin O olduğu bilinmelidir. Doktor ya da ilaç bir vesiledir, şifa ise Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıdır. O tek sığınak ve dönülecek nihaî menzildir. O’nun sadece bu ism-i şerifinden zâhir olan ihsan ve ikramlarla bütün sıkıntılar ve acılardan kurtulmak, bütün ihtiyaçları temin etmek mümkündür. “es-Samed” ile bitmez tükenmez hazinelerin kapıları açılır; bütün mahlûkata ihtiyacına göre dağıtılır. Fakat insan peşinci ve acelecidir.
Dünyada dertlerimize derman, ihtiyaçlarımıza karşılık için Allah Tealâ’nın hizmet gören kulları vardır. Herkesin ihtiyacı farklı olduğundan, karşılama kaynakları da farklıdır. Bir kişi ilim irfan talep ediyorsa irfan ehli bir âlim arar. Paraya ihtiyacı varsa zengin birine gider, hastaysa doktora... Fakat bu ilim irfan sahibinin talebi karşılayıp karşılayamayacağı, zenginin para verip vermeyeceği ya da doktorun şifaya kavuşturup kavuşturamayacağı kesin değildir. Bu insanlara müracaat edilir, zaman ve imkân ayırmaları beklenir. Bütün bunlar “es-Samed” isminin alametleri ve tezahürüdür.
Bütün bu ihtiyaçlar insanın kendisini ve Yaratıcısı’nı tanıması için birer fırsat ve imkândır. İnsan eğer kendisine bahşedilen donanımı fark eder, kullanırsa bir ihtiyacın ya da ihtiyaç gidericinin nesnesi olmaz; Samed olana bağlılığı ile hakiki hürriyeti elde eder. Bu bilinç hâli ile ihtiyacını giderme ne güzel haldir! Sadece ihtiyaçların tatmini ile yetinmek, ihtiyaç sahibine ne dünyada ne ahirette mutluluk verir. Elde edilen fayda dalga üzerindeki köpük gibidir; biri gider diğeri gelir.
Cenâb-ı Hak, hakikati idrak eden kullarını gafillerden; şükreden ve nimetin kadr ü kıymetini bilen kullarını da nankörlerden elbette çok sever.
Zenginlik fakirlik
Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Sizler Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ise ancak O’dur.” (Fâtır 15)
Hakiki fakirliği ve zenginliği parayla, mal mülkle anlamak büyük bir yanlıştır. Zenginlik ve fakirlik parayla değil, ihtiyaç sahibi olup olmamakla ölçülür. Bir kimse, ne kadar malı mülkü olursa olsun nefes almaya, nefes vermeye, yemeye, yediğini hazmetmeye, pek çok hususta başka bir insana muhtaç. İnsan fakirdir; çünkü ihtiyaç sahibidir.
Oysa zamandan ve mekandan münezzeh, Samed olan Âlemlerin Rabbi herkesin ve her şeyin ihtiyacını giderendir. Bütün mahlukat var olurken, varlığını devam ettirirken O’na muhtaçtır. Ama O hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. Hakiki zenginlik budur.
Özünde fakir olanın kendisini zengin zannetmesi, gurura kibre kapılması, başkalarına üstünlük taslaması bu açıdan ilahî gazabı celbeder. Çünkü kişi böylece kendisinde bir bakıma -hâşâ- ilahlığa benzer bir büyüklük görmektedir.
Özetleyecek olursak: Allah Tealâ hakkındaki bilgilerimiz, ancak O’nun bize kendisini tanıttığı ölçüdedir. İhlâs suresinde O kendisini “ehad” olarak tanıttıktan hemen sonra “samed” olarak vasfetmiştir. Ulûhiyet söz konusu olduğunda Allah Tealâ’dan başkasının taşıyamayacağı vasıf olan Samediyet, O’nun zâtî sıfatlarındandır.
İhlâs suresinin bütünlüğünü göz önüne bulundurduğumuzda Samed isminin birlik ve teklik kavramları ile çok yakın irtibatının olduğunu, hatta bu kavramların başka bir ifadesi olduğunu söyleyebiliriz. Surenin, özellikle “Doğmamış ve doğurmamıştır.” mealindeki üçüncü ayeti, Samed kelimesinin Allah’ın bir ve tek oluşuyla irtibatını daha da kuvvetlendirmektedir.
Hak Sübhânehû ve Tealâ en iyi bilendir.
Faydalanılan Kaynaklar
Ebu Mansur Muhammed el-Mâtürîdî, Te’vilatü’l-Kur’an; Abdulkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l- İşârât; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât; Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr; Ebu Hâmid Muhammed el-Gazâlî, el-Maksâdü’l-Esnâ; Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl; Ebu’l-Leys Semerkandî, Tefsîru’l- Kur’an; İbn Acîbe el-Hasenî, Bahru’l-Medîd; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili