Bitmeyen Hazine
“De ki: Rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir; dilediğinden de kısar.” (Sebe 39)
“Elde olanla yetinmek, Allah Tealâ’nın verdiğine sabredip razı olmak” şeklinde tarif edilen kanaat, Efendimiz s.a.v.’in ifadesiyle, “Bitmeyen bir mal, tükenmeyen bir hazinedir.” (Kenzü’l-Ummâl, III, 780)
Kanaat hazinesine sahip olamayanlar lüks ve konfor içinde yaşasalar dahi gönül cihetiyle yoksulluk ve huzursuzluktan kurtulamazlar. Mal biriktirme hırsıyla çırpınıp durur, haset ateşiyle kavrulurlar. Neticede peşine düştükleri dünya kendilerine yâr olmadığı gibi, takdir edilenden fazlasını da elde edemezler. Bu duruma Allah Rasulü s.a.v. şöyle dikkat çekiyor:
“Kimin bütün derdi ve arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine kendi zenginliğinden koyar ve işlerini derli toplu kılar. Artık dünya ona düşük gelmeye başlar. Kimin de bütün derdi dünya olursa, Allah iki gözünün arasına (dünyanın) fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak dünyadan da eline takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” (Tirmizî, Kıyâmet 30)
İnsanoğlunun dünya malına karşı tutumu ve onu elde etme hırsı hadis-i şerifte şöyle ifade edilmektedir: “Âdemoğlunun bir vadi altını olsa, iki vadi olmasını ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhârî, Rikâk 10). Bu sözleriyle Rasul-i Ekrem s.a.v. adeta şu ayetleri tefsir etmektedir: “Malı da pek çok seviyorsunuz.” (Fecr 20) ve “Şüphesiz insan mal sevgisine aşırı düşkündür.” (Âdiyât 8)
İnsanın tabiatında var olan elde ettiği ile yetinmeme, daha çoğuna sahip olma ve doyumsuzluk özelliğine dikkat çekilen yukarıdaki hadis-i şerifte, bu doyumsuzluğun ve hırsın ancak toprağa karışmakla, yani ölüm ile ortadan kalkacağı belirtilir. Ancak, kanaat ahlâkına sahip olanlar müstesna... Sadî Şirazî’nin dediği gibi: “Açgözlü olana dünyayı versen doymaz ama kanaatkâr insan bir kuru ekmekle doyar.”
Mide tok, kalp aç
Kanaat kalbin halidir. Buna göre kanaatin zıddı olan doyumsuzluk, midenin değil kalbin hastalığıdır. Kanaatkâr bir kalp, fazla mal ile şımarmayan, azı ile endişelenmeyen kalptir. Kanaat hakkında tasavvuf büyüklerinden Ebu Süleyman Daranî k.s. hazretleri şöyle der: “Kanaat, alışılan ve beğenilen şeylerin bulunmaması halinde huzur içinde olmaktır.” Muhammed b. Ali Tirmizî k.s. ise şöyle tarif eder: “Kanaat, mevcut olanla yetinmek ve elde olmayana tamah etmemektir.”
Kanaat aynı zamanda rıza halidir. Rasul-i Ekrem s.a.v.’in buyurduğu gibi: “Allah’ın taksimine razı ol ki insanların en zengini olasın.” (Tirmizî, Zühd 37). Yüce Mevlâ’nın kimine bol, kimine az rızık vermesinde nice hikmetler vardır. Bize düşen, ilahî taksimata rıza göstermektir. Ayet-i kerime bize bu ölçüyü şöyle hatırlatır:
“Hâlâ bilmiyorlar mı ki Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğinden de) kısar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Zümer 52)
Rızık konusunda insanı endişeye sevk eden manevi zaafların başında kanaat etmeyi bilmemek yer alır. Kanaat ehli olmayan insan, haliyle elindekine rıza göstermeyecek ve başkasının sahip olduğu nimetlerle kalbini meşgul edecektir. Bu hastalıktan kurtulmak için Efendimiz s.a.v.’in şu tavsiyesine dikkat etmek gerekiyor:
“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye (gıptayla) bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.” (Buharî, Rikâk 30). Bir başka rivayette ise “Böyle yapmak, Allah’ın nimetini küçümsememeniz için daha uygundur.” (Müslim, Zühd 9) ifadesi yer alır.
Hırs ve tamahın ilacı
Kanaatin olduğu kalpte hırs ve tamah; hırs ve tamahın olduğu kalpte ise kanaat yer bulamaz. İmam Gazalî rh.a., kanaatin kazanılması, hırs ve tamahın ortadan kalkması için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle öğütler:
• Harcamaları olabildiğince kısarak zorunlu ihtiyaçları karşılamakla yetinmek. İhtiyaçları karşılarken tutumlu, infak hususunda ise normal hareket etmek. Çünkü Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyuruyor: “Allah Tealâ bütün işlerde nezaketi ve yumuşaklığı sever.” İbn Abbas r.a. da Rasulullah s.a.v.’in şöyle buyurduğunu nakleder: “İktisat (ölçülü harcamak) güzel huy ve sâlih bir hayat tarzı, peygamberliğin cüzlerinden bir cüzdür.”
• Allah Tealâ’nın her canlının rızkını üstlendiği yönündeki vaadine güvenerek gelecekle ilgili kaygı taşımamak ve kendisine takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine inanmak. Zira Cenab-ı Hak mealen şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın elinde olmasın. Allah onların halen bulunduğu yeri de, emanet olarak konulacağı yeri de bilir. (Bunların) hepsi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) vardır.” (Hûd 6)
• Asıl zenginliğin kanaatkârlıkta olduğuna, hırs ve tamahkârlığın kişiyi zillete düşüreceğine inanmak. Çünkü tamahkârlığı ve hırsı çoğalan bir kimsenin insanlara ihtiyacı fazla olur. Neticede insanları Hakk’a davet etmek imkanından mahrum olup, yağcılık yapmak mecburiyetinde kalır. Nefsinin azizliğini karnının şehvetine tercih etmeyen bir kimsenin aklı az, imanı eksiktir.
• Zenginliğin bir üstünlük ölçüsü olmadığını bilmek ve fazla malın çeşitli risk ve tehlikelerinin olacağını düşünmek.
İnsan bu öğütleri tutup sabreder ve birkaç günlük dünyada emelini kısa tutarsa, sonunda ebedi lezzete kavuşmanın yolunu tutmuş olur. Neticede, şifa bulmayı çok istediği için ilaçların acılığına tahammül eden bir hasta gibi olur. (İhyâ, III, 307-310)
Güzel bir hayat
Allah Tealâ Kuran-ı Kerim’de, sâlih amel işleyen müminlere dünyada güzel bir hayat yaşatacağını şöyle beyan eder:
“Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak sâlih amel işlerse hiç şüphesiz ona güzel bir hayat yaşatırız ve böylelerinin karşılıklarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 97)
Ayet-i kerimede geçen “hayâten tayyibeten: güzel bir hayat” ifadesi, her ne kadar kabir ve ahiret hayatı olarak da yorumlansa bile dünya hayatının kastedildiği hususunda neredeyse görüş birliği vardır. Çünkü “güzel bir hayat” ifadesinin arkasından ikinci bir müjde olarak gelen “ecir: karşılık” ile ahiret mükâfatına işaret edildiği anlaşılır.
Fahreddin Râzî rh.a. “güzel bir hayat” ile neyin kastedildiğini izah ederken şu görüşlere yer verir:
• Güzel bir hayat helal rızık demektir.
• Güzel bir hayat helal yiyip içip, Allah’a ibadet etmektir.
• Güzel bir hayat kanaattir.
• Güzel bir hayat sadece o günkü rızık ile yetinmektir.
Bu görüşleri değerlendiren tefsir alimlerinden Vahidî rh.a.’in tespiti şöyledir: “Güzel bir hayat ifadesiyle kanaat murad edilmiştir, diyenlerin görüşü güzel ve tercihe şayandır. Çünkü dünyada kanaatkâr kimseden başka hiç kimsenin hayatı güzel değildir. Hırslı ve açgözlü kimse ise devamlı bir sıkıntı ve yorgunluk içindedir.” (Mefâtîhu’l-Gayb, XX, 114)
Ebussuud Efendi rh.a. tefsirinde güzel bir hayat ile kanaat ilişkisini şöyle izah eder: “Sâlih amel işleyenin dünyada güzel bir hayat ile yaşatılmasına gelince: Şayet bu kimse zengin ise bu durum açıktır. Eğer fakir ise kanaat ile kısmetine razı olmak ve uhrevî mükâfatı beklemekle mutlu olur. Tıpkı oruçlu kimsenin gece nimetlerini düşünmekle gündüzleri de mutlu olması gibi... Günahkâr bu mutluluktan mahrumdur. Çünkü günahkâr fakir ise bu gayet açıktır. Eğer zengin ise ihtirası ve zenginliğin elden gitme endişesi hayatından tat almasına imkân vermez.” (İrşâd, V, 166)
Kalbin sıfatlarından olan kanaat, zengin olsun fakir olsun, her müminin sahip olması gereken bir hazinedir. Bu kalp hazinesini israf, hırs, tamah, tûl-i emel (hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanmak) gibi hastalıklardan korumak için iktisat, sabır, tevekkül, rıza ve takva ile muhafaza etmeliyiz.
Âlemlerin Rabbi olan Yüce Mevlâ, kendisine karşı takva hassasiyetiyle kulluk edenlere bir çıkış yolu açacağını ve onları hiç ummadıkları yerden rızıklandıracağını şöyle ferman buyuruyor:
“Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, Allah kendisine bir çıkış yolu gösterir ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talâk 2-3)