Görüş Bildir

Güldeste

Kimin Peşinden Gidelim?

Allah dostlarını sevmek, onlarla kalbî beraberlik sağlamak insana huzur ve mutluluk verir. Çünkü bu kimseler Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde türlü müjdelere nail olmuş gönül erleridir. Kur’an ve Sünnet’e kâmilen ittiba eden bu zatlar bizler için rahmet vesilesidir. Hakiki iman ile takva elbisesini giymemiz için birer imkân ve fırsattırlar. Bu manada mürid ve mürşid hukuku da büyük önem taşır. Bu konuda İmam Rabbanî k.s. hazretleri Mektubat’ında şunları söyler:

Âlimler genellikle halkı şeriatın zâhirine, velîler ise hem zâhirine hem bâtınına davet ederler. Velîler müridlerine önce tevbe ve Allah’a yönelme yolunu gösterir, şeriatın hükümlerini yerine getirmeleri için nasihatte bulunurlar. Sonra onları Hak Tealâ’yı zikre yönlendirirler. Zikir hali kendilerini büsbütün kaplayıp kalplerinden mâsiva (Allah’tan gayrısı) tamamen çıkıncaya kadar müridlerine ısrarla zikri tavsiye ederler.

Bir velînin şeriatın zâhiri ve bâtınıyla ilişkili bu davetinin olağanüstü haller göstermeye ihtiyaç duyurmayacağı kesindir. Mürşidlik ve müridlik yolu bu tarz halleri zorunlu kılmayan bir davetten ibarettir.

Bununla beraber biz, tasavvuf terbiyesindeki olgun bir sâlikin mürşidinin olağanüstü hallerini her an hissedebileceğini ve ondan uzaktayken bile yaptığı işlerde kendisinden istimdat dileyebileceğini ve yardımını da görebileceğini savunuyoruz. Bu gibi hallerin başkalarına gösterilmesi lazım değilse de, mürşid kendi müridlerine keramet üstüne keramet gösterebilir.

Mürid, mürşidinin kerametlerini nasıl görmez! Şeyhi onun ölmüş kalbini diriltmiş ve onu müşahede makamlarına çıkarmıştır. Halk nezdinde bedenin diriltilmesi büyük bir hâdise iken, seçkin kimseler nezdinde kalbin ve ruhun diriltilmesi daha büyük bir delildir. Hâce Muhammed Parsâ k.s. hazretleri er-Risâletü’l-Kudsiyye adlı eserinde, “Bedenin ihyası insanların çoğuna göre üstünmüş gibi görüldüğü için ehlullah ondan yüz çevirmiş ve gönüllerin ihyasıyla meşgul olmuşlardır.” der.

Velîlerin ölü kalpleri diriltmesi Allah’ın büyük delillerinden biridir. Onlar yeryüzünün emniyetine vesiledir, zamanlarının ganimetleridir. İnsanlar onların hürmetine yağmur görür ve rızıklarına kavuşurlar. Onlar hakkında, “sözleri deva, nazarları şifadır” ve “onlar daima Hakk’ın huzurundadır ve öyle kimselerdir ki, onlarla oturan mahrum kalmaz” gibi müjdeler verilmiştir.

Bu yolda en temel ölçü, şeriatta istikamettir. Eğer bir kişinin istikameti olur, meclisinde bulunanların kalplerinde Allah Tealâ’ya bir meyil veya yöneliş baş gösterir, mâsivaya karşı da bir soğukluk meydana gelirse, işte bu kimsenin velîlik davası haktır. Ayrıca o, derecesi farklı olmak suretiyle evliyadan sayılmaya layık bir kimsedir.

Allah dostlarının bir kimseyi kabul etmesinden daha büyük bir mutluluk olabilir mi! Özellikle onların muhabbet ve yakınlığına mazhar olunduğunda... Bir kudsî hadiste şöyle buyrulur: “Onlar öyle bir topluluktur ki, aralarında bulunan kimse kötü olmaz!” (Müslim, Zikir 25)

Sözün özü, onların sohbetini/yakınlığını fırsat bilip istifade etmek gerekir ki faydası olsun. Böyle bir bahtiyarlığa ulaşmamıza vesile olan mürşidler ile beraber iken edebe son derece riayet etmek gerekir. Mürşidlerin huzurunda ya da gıyabında iken saygıda kusur etmemek, onların sûfiler üzerindeki hakkıdır. Büyüklerin gönlünü kazanmak suretiyle Allah Tealâ’nın rızasını elde etmeye çalışmak gerekir.

İhlâs, Edep ve Muhabbet

İhlâs, edep ve muhabbet, tasavvuf yolunun önemli konuları arasında yer alır. Mürşid-i kâmiller bu hususlarda çokça nasihat etmişlerdir. Bu manada 18. yüzyılın büyük âlimi ve Nakşibendiyye yolunun büyük pîrlerinden biri olan Mevlâna Halid-i Bağdadî k.s. şunları söylemiştir:

Bilmelisin ki kalp ehli kâmil mürşidlerden, hatta peygamberlerden feyz almanın iki yolu vardır:

Birincisi ihlâs, ikincisi de edeptir. Çünkü feyz, ancak peygamberlerin ve kâmil mürşidlerin kalplerinden alınabilir. Onların kalbinde ihlâs sahibi olmayan, edebe riayet etmeyen kimseler bulunamaz.

Feyz almanın üçüncü bir yolunun olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu da Peygamber s.a.v.’e ve bâtın ehli mürşidlere muhabbet beslemektir. Çünkü onlara beslenen muhabbet, feyzin artmasına vesile olur.

Bu üç husus müridde var olduğu müddetçe mürşidden alınan feyz de o nisbette artar. Muhabbet, müridin bâtınından mürşidin bâtınına akan manevi bir nehir gibidir. Müridin bu muhabbeti vesilesiyle mürşidinin kalbinden devamlı olarak müridin kalbine feyz akar. Bu manevi nehrin genişliği, müridin mürşidine karşı beslediği muhabbetin azlığına ya da çokluğuna bağlıdır. Bazen bu nehir, muhabbetin müride galip gelmesiyle müridden mürşide akan bir deniz gibi olur. Hatta kimi zaman mürid mürşidinde fâni olup mürşidin bütün hallerinin bir anda müridin kalbine akmasına sebep olur.

Mürşide karşı muhabbet beslemek, ihlâs ve edep sahibi olmayı gerektirir. Çünkü bir kimseye muhabbet besleyip onu seven, sevdiğine karşı edepli ve ihlâslı olur.

Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Senin bir şeyi (aşırı derecede) sevmen, gözünü kör, kulağını da sağır eder.” (Ebu Davud, Edeb 116). Çünkü seven kimse sevdiğinin ayıplarını ve kusurlarını görmez ki ona karşı duyduğu ihlâs ve yakîn kaybolup gitsin.

Yine bilmelisin ki ihlâs ve muhabbet, Allah Tealâ tarafından ihsan edilen birer lütuftur, nimettir. Aynı şekilde edep de hakikatte Allah Tealâ tarafından ihsan edilen bir lütuftur. Çünkü her makamın kendine uygun bir edebi vardır. Bu edeplere riayet etmek için de tam bir gayrete hatta ilhama ihtiyaç duyulur. Nitekim, “Edebin bütün kısımları, elde edilemeyecek (ve kitaplara sığmayacak) kadar geniştir.” Bu yüzden “Tasavvuf bütünüyle edeptir.” denilmiştir.



Semerkand Dergi Logo