Görüş Bildir

Kurbana Dair

“Biz, her ümmet için bir kurban ibadeti koyduk ki Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O’nun adını ansınlar. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu halde yalnız O’na teslim olun. (Ey Muhammed) samimi ve alçak gönüllüleri müjdele!” (Hac, 34)

Adem a.s’ın oğullarından ikisi: Habil ve Kabil... Peygamber ocağında iki kardeş; ikisi de aynı kızla evlenmek istiyor. Sevgilerini ispat etmeleri istendiğinde, Habil kurban olarak en güzel koçu seçer, Kabil ise tarladaki ekinleri... Her iki kurban da Cenab-ı Hakk’a sunulur. Fakat Habil’in kurbanı kabul edilirken, Kabil’inki layık görülmez. Kabil üzülür, kahrolur, durumu hazmedemez, kardeşini şehit eder. Böylece Habil hem kurbanı makbul hem şehit olarak Rabbine kavuşur. 

Habil, kurbanından emindir. Zira o, Hakk’a teslim olmuş ve kardeşine demişti ki: “Allah’a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide, 28) 

Habil Allah’tan korkuyordu, yani takva sahibi idi. Kurban hususunda yaptığı tercihin makbul oluşunu onun takvasıyla ilişkilendirebiliriz öyleyse. Çünkü Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Allah, kurbanı ancak takva sahiplerinden kabul eder.” (Maide, 27) 

İnsan bir kere sevdi mi, sevdiğinin yoluna gerekirse canını feda eder. En sevdiklerinden vazgeçer. 

Hz. İbrahim a.s. hanımını, sonradan Kâbe’nin inşa edileceği çöl arazide kucağındaki aziz oğluyla başbaşa, Âlemlerin Rabbi’ne emanet edip uzaklaşmıştı. Zilhicce’nin onuncu günüydü. Üç gündür gördüğü aynı rüyanın gereğini nasıl yapacağını düşünüyordu. O bir peygamberdi, Rabbi ne derse onu yapmakla mükellefti. Derdini çok sevdiği oğlu İsmail’e açıyor, “Yavrum, ne dersin? Rüyada seni boğazladığımı görüyorum.” diyordu. (Saffat, 102) 
O öyle bir çocuktu ki, vaktiyle annesi babasına “Bizi burada bırakmanı Allah mı emretti?” sorduğunda “evet” cevabını alınca “Öyleyse Allah bize yeter. O bizi korur, bırakmaz” diyordu. (Buharî). Rabbi’ne bu derece itimat ile teslim olmuş bir annenin evladından teslimiyetten başka ne beklenebilirdi ki? 

Şöyle cevap vermişti babasına: “Babacığım, sana ne emrediliyorsa yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat, 103). Bunun üzerine Hz. İbrahim a.s. oğlunu kurban etmeye hazırlanmıştı ki, Cenab-ı Hak bu zorlu imtihanın neticesi olarak “Ona bir kurbanlık verdik.” (Saffat, 107) müjdesiyle karşılık vermiş, büyük teslimiyetlerini kabul etmişti. 

İşte kurban, Rabbine tam bir itaatle teslim olan ihsan makamının iki zirvesi Hz. İbrahim ve Hz. İsmail a.s.’ın teslimiyetine hissedar olmaktır. Efendimiz s.a.v kurbanı tarif ederken “Kurban, babanız İbrahim a.s’in sünnetidir. Bunu yerine getiren bizim sünnetimizi işlemiş olur.” buyurur. 

Medine, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in teşrifinden henüz bir yıl geçmeden yeni bir bayrama, Kurban Bayramı’na hazırlanıyordu. Allah Tealâ’ya teslimiyetin ne demek olduğunu görenlerin artık çoğaldığı yine bir onuncu Zilhicce günü Kurban Bayramı namazı kılındı. 
 

“Onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Güzel davrananları müjdele!” (Hac, 37)

 

Hz. Peygamber s.a.v, ardında saf tutan sahabileriyle beraber kalplerindeki teslimiyeti Rablerine arz ettiler. Namazdan sonra Allah Rasulü s.a.v. satın aldığı iki koçu kurban etmek üzere bıçağını bileyip tekbir getirdi. Niyetler dualarla bütünleşti, ilk koçu işaret ederek buyurdu ki: “Allahım, bu senin tekliğine, senden bana gelenlere ve peygamberliğime şehadet eden bütün ümmetim adınadır.” İkinci koçu ise “bu da Muhammed ve âl-i beytinin adınadır” buyurarak boğazladı. Medine’de Selemoğulları mahallesinde vuku bulan bu hadise, Efendimiz s.a.v’in ümmetine kurban ibadetini örnekleyerek ilk öğretişidir.  

Medine’deki bayram köylerdeki fakirlere, yalnızlara duyuruldu. Kimi yürüyerek kimi koşarak Peygamber Efendimiz s.a.v’in yanına geldiler. O, köylerden gelen fakirleri görünce şöyle bir seslendi: “Ey müslümanlar; kurban etlerinin fazlasını Allah Tealâ için dağıtın!” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizî) 

Bir başka hitabında da buyurdular ki: “Maddi yeterliliği bulunup da kurban kesmeyen kişi mescitlerimize yaklaşmasın!” buyurdu. 

Zamanla zenginler ve fakirler arasındaki kardeşlik doruk noktasına ulaşınca Efendimiz s.a.v’in öyle hoşuna gitmişti ki, şöyle buyurdular: “O dönemde herkes çok sıkıntı çekiyordu. Kurban etlerinin herkese ulaşmasını istediğim için kurbanlarınızı (başka ihtiyaç sahipleri gelir diye) bekletip fazlasını dağıtmanızı söylemiştim. Artık, yiyiniz, saklayınız ve dağıtınız.” (Müslim, Tirmizî) 

Urve bin Zübeyr r.a. der ki: “Evlatlarım! Birine utanacağınız bir şeyi hediye olarak sunmadığınız gibi sakın Allah Tealâ’ya utanacağınız kurbanı sunmayın. Zira O büyüklerin en büyüğüdür ve en seçkin olana herkesten çok layıktır.”

Allah Tealâ buyurur ki: 
“Onların (kurbanların) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. Güzel davrananları müjdele!” (Hac, 37)

Kısacası kurban, Âlemlerin Rabb’ine kurbiyettir yani yakınlıktır, teslimiyettir. 

Kurbanınızın bayram, bayramınızın kurbiyet olması temennisi ile...


Semerkand Dergi Logo