Kabın İçi ve Dışı
Konuşuyoruz ama dinlemiyoruz. Dinlemiyoruz, çünkü kendi konuştuklarımızın hakikatine itimadımız yok. Kendisine saygısı olmayanın başkasına saygı duyamaması gibi, söylediklerimizin kıymetsizliği nispetinde başkalarının sözlerini kıymetsiz buluyoruz.
İmanı bir söz olarak kabul eden, nikâhı ve talâkı söze bağlayan bir dinde ağızdan çıkan her sözün ne azim bir şey olduğunu bir düşünmek lazım. Ne ölçüler, ne incelikler, ne uyarılar ve tehditler vardır söze dair! Evet; söz bir ameldir, zannedildiği gibi uçup gitmez. İki omuzdaki “Kerim Yazıcılar”ın şaşmaz kayıtlarına girer. Ve bir gün muhakkak önümüze konulur.
Şu halde ağzımızdan çıkanı sadece kulağımızın değil, kalbimizin de duyması lazım. Sözün hakkını düşünmek; açtığı yarayı, sebep olduğu ifsadı hesaba katmak lazım. Öte tarafa ucuz yoldan kendi ateşimizi taşıyor olma bedbahtlığına dikkat etmek lazım.
Denilir ki tasavvufî ahlâkın ilk tezahürü konuşmada ortaya çıkar. Çirkin, boş, yalan yanlış sözün terki, konuşmaktan çok dinlemenin tercih edilmesi böyle incelikli bir terbiyeyi, kemalâtı gösterir. Çünkü dışarı sızan şey kabın içindekidir.
Şimdi konuşmaya, söz söylemeye sanal âlemi de dâhil etmek lazım. Dünya nereye giderse gitsin, biz müminler olarak elimizin ve dilimizin ayarını muhafaza etmeye memur ve mecburuz. Ancak ölçülere sadakatle hem kendi ebediyetimize hem insanlığa bir hizmetimiz dokunabilir. Ölçülerden taviz vererek kazandığımızı zannettiğimiz her mücadele ise aslında kaybedilmiştir.
“Sözün Güzeli Güzelin Sözü”dür hükmüne bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Mart sayımızda buluşmak üzere inşallah...