Derviş Bohçası
Aşk
Aşırı sevgi, sevginin en yüksek ve yoğun hali gibi manalara gelen “aşk”, sevginin iradeyi ele geçirmesi ve böylece kişinin kendisini mâşukunun/sevdiğinin yoluna adaması anlamına gelir. Âşık bu sayede varlık hissinden kurtulur.
Aşk kelimesinin, sarmaşık anlamına gelen “aşeka” kelimesinden türediği söylenir. Nasıl ki sarmaşık dolandığı ağacın suyundan beslenerek onu zayıflatır ve hatta kurutursa, âşık da aşırı sevgisi sebebiyle kendinden geçer, türlü sıkıntı ve hastalıklara düçar olur. Çünkü tek derdi mâşukudur, kendisini unutmuştur.
* * *
Tasavvuf ehli bir bakıma “aşk ehli” demektir. Çünkü sûfilerin ana özelliği bütün muhabbetlerini Allah Tealâ’ya yöneltmeleri, kendi benliklerinden vazgeçmeleri ve kalplerinin dünyaya körleşmesidir. Tek dertleri Allah Tealâ’nın rızası olduğu için sûfiler kalplerinde O’ndan başkasının sevgisini bulundurmayı günah sayar. Bu sebeple dünya ve ahiret işleri çakıştığında hemen ahiret işlerini yapmayı tercih ederler. Çünkü Allah Tealâ’nın tercihi bu yöndedir.
* * *
İbn Arabî k.s. hazretleri aşkı aşırı sevgi olarak tanımlarken, Bakara suresinin 165. ayetine atıfta bulunur: “İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları Allah’ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi (onlarınkinden) daha kuvvetlidir.”
Efendimiz s.a.v. ise bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
“Üç özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır:
• Allah ve Rasulü’nü her şeyden fazla sevmek,
• Sevdiğini Allah için sevmek,
• Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”
* * *
Sûfiler, “Kişi sevdiği ile beraberdir.” hadis-i şerifini hayatlarının merkezine koyarken, Allah Tealâ’yı her şeyden fazla sevmiş, kalplerindeki diğer yönelimleri belli sınırda tutmuşlardır. Bu durumda insanların elindekinden yüz çevirmiş, sadece Âlemlerin Rabbi’ne tevekkül etmişlerdir. Yine sûfiler, Efendimiz s.a.v.’in “Kim Allah’a kavuşmak isterse Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’tan yüz çevirir ise Allah da ondan yüz çevirir.” hadis-i şerifi mucibince yüzlerini ahirete çevirmiş, onu dünya hayatına tercih etmişlerdir.
* * *
İbn Acîbe k.s. hazretleri aşk konusunda şöyle der: “Allah sevgisi kalpte yer edince, onun etki ve izleri dış azalarda da belirir. Gerçek muhabbeti elde eden bir kimse Allah’a itaatinde ciddidir, şevkle O’nun kulluğuna koşar, ilahî rızayı elde etmek için gayret gösterir, münacatından zevk alır, takdirine rıza gösterir. O’na kavuşmak için can atar, zikri ile huzur bulur, O’ndan başka her şeyden kalbini çeker, kalbini insanlarla mesafeli tutar, halkın içindeyken bile Rabbi ile halvette bulunur, dünyayı kalbinden çıkarır. Özetle, Allah Tealâ’nın bütün sevdiklerini ve O’nu seven herkesi sever; O’nu herkese, her şeye tercih eder.”
* * *
“Allah onları sever, onlar da Allah’ı...” (Maide 54) ayet-i kerimesinin mealinde İbn Acîbe hazretleri, Allah Tealâ’nın kulunu sevmesini şöyle tefsir eder: “Allah’ın kulunu sevmesi; onu hayırlı işlerde muvaffak kılması, kötülüklerden koruması ve kendisine yaklaştırmasıdır. Kulun Allah’a sevgisi ise O’na itaat etmesi, kendisini isyandan sakınmasıdır.”
Bu izaha göre Allah Tealâ’nın kuluna ihsanda bulunması, kendi yolunda kaim eylemesi, günahlardan koruması, ibadet yollarını kolaylaştırması ve bazı haller bahşedip yüce makamlara ulaştırması kulunu sevdiğini gösterir. Bu durumda kulun bütün bu nimetler için Rabbine şükretmesi ve şükrünü de sürekli artırması gerekir. Çünkü şükür nimeti artırır ve Allah Tealâ’nın kuluna sevgisinin artmasını sağlar.
* * *
Tasavvuf ehli, ilahî aşka ulaşmak için Cenab-ı Mevlâ’nın sevdiği kişilerle, yani velîlerle birlikte olmak gerektiğini söyler. Çünkü onlar, görüldüklerinde Allah’ı hatırlatırlar. Dillerinde ve kalplerinde sürekli O’nun zikri vardır. Nefslerine göre hareket etmez, insanlara da şefkat gösterirler. Kınayanın kınamasından korkmaz ve Allah Tealâ’nın rızasını her şeyden üstün tutarlar. Dertleri O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak olduğu için güzel ahlâkları ile Hakk’a ulaşmak isteyenlere örnek ve rehber olurlar. Aşk ilahî bir lütuftur. Bu lütfa erişmek için Allah Tealâ’yı sevenlerin yanında olmalı, onların yakınlığı ile bereketlenilmelidir.
* * *
Cüneyd-i Bağdâdî k.s. hazretlerine aşkın ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Âşığın kendi sıfatlarını terk etmesi ve bunun yerine mâşukunun sıfatlarına girmesidir.” Burada Allah Tealâ’nın ahlâkıyla ahlâklanmaktan bahsedilmektedir. Sûfi, nefsini terbiye ettiği için kalbinden kötü hasletler çıkmış; yerine muhabbet, samimiyet, cömertlik, şefkat gibi Allah Tealâ’nın sevdiği sıfatlar ikame olmuştur.
* * *
Bir gün Mâlik b. Dinar k.s. ile Sâbit Benanî, Rabia el-Adeviyye k.s. hazretlerine uğrar. Rabia hazretleri de onlara Allah’a hangi sebeple ibadet ettiklerini sorar. Malik b. Dinar;
– Cennete aşığım, der. Sâbit Benanî ise;
– Cehennemden korkuyorum, diyerek ibadet sebebini açıklar.
Bunun üzerine Rabia el-Adeviyye k.s. der ki:
– Ey Mâlik! Senin halin, işini ücret karşılığında yapan işçinin haline benziyor. Ey Sâbit! Senin halin ise dövülme korkusuyla iş yapan kölenin hali gibi.
İkisi birden;
– Peki, sen ne için Allah’a ibadet ediyorsun, diye sorduklarında şu cevabı alırlar:
– Allah’a sevgimden ve O’na duyduğum istekten...