Görüş Bildir

Cehalete Kurban Giden Bir Menkıbe

Hacı Bayram Veli k.s. hazretlerine ait meşhur menkıbe, ilk yazılı kaynaktaki bazı ayrıntıların gözden kaçırılması, bilgisizlik yahut bazı ilaveler sebebiyle tasavvuf aleyhtarı çevrelere bühtan imkanı veriyor. Mekıbe aslında mürşid-i kâmile teslimiyetin, dolayısıyla hakiki dervişliğin iddia edildiği kadar kolay olmadığını anlatır.

Hacı Bayram Veli k.s. hazretleri, Sultan II. Murad’ın vergi muafiyeti üzerine müritlerinin hızla çoğalması ve Ankara’da neredeyse vergi mükellefi kalmaması sebebiyle bağlılarını şöyle bir imtihana tabi tutar: 

“Bir tepeye çadır kurdurmuş ve kendisine biat edenleri bu tepenin eteğine çağırmıştır. Dervişlik iddiasındaki herkes orada toplanmışken, Hacı Bayram Velî elinde bir kılıçla çadırın önüne çıkıp;

– Bana irade getirenleri bugün fî-sebîlillâh kurban eylesem gerektir, diyerek bağlılarını kurban olmaya davet eder. 

Toplananlar büyük bir şaşkınlık ve tereddüt içinde adeta donakalmıştır. Nihayet biri erkek diğeri kadın iki kişi;

– Başımız sana feda, diyerek Şeyh’in huzuruna varırlar. 

Hacı Bayram hazretleri onları çadıra sokar ve oraya önceden konulan bir koyunu boğazlayarak kanlı kılıcıyla dışarıya çıkar. O iki müridin kurban edildiğini zanneden kalabalık, ‘Şeyh çıldırmış!’ diyerek darmadağın bir vaziyette telaş ve korkuyla kaçışır.”
 

Nakilde itina göstermeyince

 

Hemen hemen herkesin bildiği bu menkıbeyi miladi 1660 senesinde İstanbul’da vefat eden meşhur Mesnevî şârihlerinden Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-Fuâd isimli eserinden sadeleştirerek aktardık. Bütün nakiller, söz konusu menkıbenin bilebildiğimiz kadarıyla en eski kaynağı olan bu eserden yapılıyor. 

Fakat menkıbeyi nakledenler, bu ilk yazılı kaynaktaki bazı ayrıntıları gözden kaçırmaları, bilgisizlikleri yahut mesajı kuvvetlendirmek gibi masum bir niyetle yaptıkları ilaveler sebebiyle tasavvuf aleyhtarı çevrelere bühtan imkanı verdiklerini fark edemiyorlar. Nitekim aslında mürşid-i kâmile teslimiyetin, dolayısıyla hakiki dervişliğin iddia edildiği kadar kolay olmadığını anlatan bu menkıbe, insanların eskiden beri bir takım dünyevî çıkarlar için tarikata girdiğine, müritlerin samimiyetsizliğine delil gösteriliyor. 

Tarikatlara elbette nefsanî hesaplarla girenler de olabilir. Ama varsa eğer, bu istisnaî örneklerden hareketle tasavvuf düşmanlığı yapmak da bu menkıbeyi tasavvuf erbabını itham için kullanmak da iyi niyetle ve insafla bağdaşır bir tutum değildir. 

Neden böyledir, izah edelim: Osmanlı arşivlerinin sıradan işlemleri bile yazıya geçiren en detaylı, en sağlam ve güvenilir bir kaynak olduğunu bütün dünya kabul ediyor. Şimdiye kadar bu arşivlerde II. Murad’ın Hacı Bayram Veli dervişanına vergi muafiyeti tanıdığına yahut daha sonra bu muafiyetin istismarını önlemek için mektupla mürit sayısını sorduğuna dair bir belgeye rastlanılmadı. Buna karşın Fatih Sultan Mehmet döneminde, Ankara’da Hacı Bayram Veli dergâhının bulunduğu mahalle sakinlerinin, “Hacı Bayram Veli hazretlerinin yüzü suyu hürmetine örfî vergilerden muaf tutulduğu”na dair bir belge var. 

Osmanlının büyük mürşitlerin muhitinde, onlara bağlı olmayanlara bile imtiyaz tanıma usulü, vergilerden muaf tutulan müridânın çokluğundan yakınmasına mâni gibi. II. Murat döneminde böyle bir muafiyet olduğunu kabul etsek bile, istismara yeltenenlerin Sarı Abdullah Efendi’nin ifadesiyle “kisvelerini Hacı Bayram Veli dervişlerinin kisvesine benzetenler” diye nitelenmesini gözden kaçırmamalı. Bu arada bir mürşidin yakından tanıdığı ve sadakatinden şüphe etmediği müritlerini böyle aleni bir imtihana tabi tutmayacağı, Şeyh’in emrine uyan iki veya bir buçuk müridin hakiki dervişlerin azlığından kinaye olabileceği ihtimalini de dikkate almak gerekiyor.
 

Osmanlı’nın bütün tekkelere olduğu gibi Hacı Bayram Velî tekkesi dervişlerine tanıdığı vergi muafiyeti, böyle bir muafiyet verilmişse eğer,
sadece örfî vergilerden ibarettir.



 

Şu vergi muafiyeti meselesi

 

Semerâtü’l-Fuâd’da bu menkıbe anlatılırken dervişlerin muaf tutuldukları vergiler “tekâlif-i şâkka ve örfiyye” diye ifade edilir. Bunlar savaş, afet gibi olağanüstü hallerde alınan geçici ve düzensiz vergilerdir. “Tekâlif-i şer’iyye”ye dahil zekât ve öşür dışındaki bütün vergiler bu gruba girer. Bir çeşit “salma” usulüdür. Osmanlı’nın son zamanlarında savaşlar ve göçler nedeniyle süreklilik kazanmış, zaman zaman belli bir sisteme bağlanmaya çalışılmış, çoğunlukla da keyfî ve çok ağır vergilere gerekçe yapılmıştır. 

Osmanlı’nın bütün tekkelere olduğu gibi Hacı Bayram Velî tekkesi dervişlerine tanıdığı vergi muafiyeti, böyle bir muafiyet verilmişse eğer, sadece örfî vergilerden ibarettir. Yani tekke mensupları ister şeyh ister mürit olsun, eğer vergi mükellefi iseler her halükârda zekât ve öşürlerini verirler. 

Örfî vergilerden muafiyet tarikata değil, tekke veya zaviyelere tanınır; çoğunlukla da o tekkenin postnişîn ve halifelerini, daimî görevlilerini, hizmet edenlerini kapsar. Tekkenin bütün bağlıları, mürit ve muhipleri her zaman bu muafiyete dahil edilmez. Üstelik bu örfî vergi muafiyeti sadece tekkelere özgü bir imtiyaz değildir. Osmanlı vergi sisteminde “kamu hizmeti” gören bütün unsurlar bu muafiyetten faydalanır. Mesela kış mevsiminin ağır yaşandığı coğrafyalarda vadi veya dağ geçitlerine yakın köylerin ahalisi, yağan karları temizleyerek o geçidi açık tutmaları şartıyla örfî vergilerden muaf tutulurlar. Tekkeler de verdiği tasavvufî talim ve terbiye ile, ihtiyaç sahiplerine yardımı ile, bulunduğu çevreye maddi manevi katkısı ile “kamu hizmeti” gören bir yapılanma olduğu için örfî vergilerden muaf tutulmuşlardır.

Mesele Bayramî dervişleri bağlamında ele alındığında, Hacı Bayram Veli hazretlerinin sağlığında vakıf dahi tesis etmediğini, müritleriyle birlikte masraf ve maişetlerini vakıf gelirleriyle karşılamak yerine burçak tarlalarında ekip biçerek alın teriyle kazandıklarını hatırlamakta fayda vardır.
 

Tarihimizin her döneminde sefer-i hümayun çağrısı yapıldığında neredeyse bütün mürşid-i kâmiller dervişleriyle beraber sefere katılıp cihad farizasını ifa etmişlerdir. 



 

Bilgisiz iddia sahibi olmak

 

Bu menkıbeyi aktaranlardan bazıları, Semerâtü’l-Fuâd’daki metnin hilafına, vergi vermemek için derviş görünenler arasına bir de askerlikten muaf olmak isteyenleri katarlar. Böyle bir ilave, askerlik gibi kutsal bir görevden kaçınanların tarikatlara kapağı atarak kurtuldukları iddiasına mesnet yapılmaktadır. Hatta bazen güya tasavvuf uzmanı bir profesörü dahi tasavvuf ehlini, “vergi, toprak ve askerlik muafiyetiyle 600 yıl boyunca keyif çatan tufeyliler zümresi” diye tanımlamak gibi bir cahil cüretine sevk etmektedir. 

Evet, Osmanlı’da tasavvuf erbabı “ilmiye” sınıfına dahildir ve ilmiye sınıfının bütün mensupları gibi askere alınmazlar. Ancak Hacı Bayram Veli’nin yaşadığı 14. asırda bu bir muafiyet değil, kuraldır. Çünkü muafiyetten bahsedebilmek için muaf tutulan hususun genel bir mükellefiyet olması gerekir. Halbuki askerlik, Tanzimat Fermanı’na kadar bütün tebanın yükümlü kılındığı bir “görev” olmaktan ziyade “profesyonel bir meslek”tir. 19. asrın ortalarından itibaren çıkarılan kanunlarla yeni bir askerî yapılanmaya gidilir. Kurulacak orduların sayısı, teşkili, bölgesi; askerlik süresi ve askere alınma usulü belirlenir. Muafiyetler askerliğin “görev” kabul edildiği bu süreçte gündeme gelir. Fakat yaşanan sıkıntılar ve savaşlardaki asker kaybının çokluğu sebebiyle büyük ölçüde kâğıt üzerinde kalır.

Hal böyleyken II. Murat döneminde askerlik muafiyetinden bahsetmek cahilliktir. Cahilliğin daha büyüğü ise İstanbul’un fethinde büyük rol oynayan Akşemseddin ile Akbıyık Sultan’ın Hacı Bayram Veli hazretlerinin talebelerinden olduğunu bilmemek; fetih ordusundaki binlerce gönüllü Bayramî dervişinin varlığından haberdar olmamaktır. 

Esasen tarihimizin her döneminde sefer-i hümayun çağrısı yapıldığında neredeyse bütün mürşid-i kâmiller dervişleriyle beraber sefere katılıp cihad farizasını ifa etmişlerdir. Tasavvuf erbabı, ister sistem gereği isterse muafiyetle olsun, askerlik hizmeti dışında tutuldukları bütün zamanlarda asıl vazifelerini aksatmayacak şekilde harp tarzındaki cihadlara gönüllü olarak katılmışlardır. Onlara tanınan muafiyet de zaten yaptıkları işin, sürdürdükleri hizmetin en az vatan müdafaası yahut ülke fetihleri kadar önemli kabul edilmesindendir. 


 

Semerkand Dergi Logo