Görüş Bildir

Osmanlı Çarşısı

Osmanlı Çarşısı

“Harama bakma, haram yeme, haram içme, sabırlı ve dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

Bu sözler size bir babanın evladına ya da bir hocanın talebesine nasihatleri gibi gelebilir ama esasen bunlar Ahî şeyhi ya da vekili tarafından kalfalıktan ustalığa geçenlere yapılan ilk tembihlerdir.

Bu tür bir nasihate Batılı hiçbir meslek örgütünde rastlayamazsınız. Çünkü böyle nasihat etme düşüncesi ancak “helal kazanç” kavramını ticaretinin ya da mesleğinin merkezine koymuş bir medeniyete mensup olanların şiarı olabilir.

İki dünya, iki ahlâk

Ortaçağ Avrupası’nda ticaret, dine rağmen yapılan bir iştir. Çünkü Hıristiyanlık’da yoksulluk övülüyor, ticaretin insanı Tanrı’dan uzaklaştırdığı öğütleniyordu. Hatta tüccarlar, cenneti kazanabilmek için kiliseye yüklü miktarda bağış yapıyorlardı.

Kilisenin bu tutumu, ticareti ahlâkî prensiplerle kuşatmak yerine baskılıyor ve ticaretin din dışı bir zeminde yürümesine ve gelişmesine neden oluyordu. Hatta bazı kaynaklar, Ortaçağ Avrupası’nda ilk tüccar sınıfın ortaya çıkmasını, müslüman gemilerinin yağmalanmasıyla elde ettiklerini satarak ticaret yapan yağmacılara ve korsanlara dayandırır.

İşte böyle bir ortamda gelişen ticaret, önce Rönesans ve Reform hareketleri ile dinin tamamen hayat dışına taşınmasını, ardından coğrafî keşiflerin gerçekleşmesiyle sömürgeciliği doğurdu. Sömürgecilik ise kapitalizmi... Bugün kapitalizm dünyayı kana bulamaya ve ruhları köleleştirilmiş yığınların üzerinde sanal ihtiyaçlar oluşturarak insanı ve tabiatı sömürmeye devam ediyor.

İnsanlığa rahmet olarak gönderilmiş bir Peygamber s.a.v.’in ilahî vahiyle tohumlarını ekip yeşerttiği İslâm medeniyeti ise, ne kilisenin dünyadan el etek çeken ruhbanlığını ne de kapitalizmin sınır ve ilke tanımayan dünya hırsını kabul eder. Çünkü İslâm ümmeti bizzat vahiyle “orta ümmet” şeklinde vasıflandırılır. Orta ümmet her türlü aşırılıktan uzak, dünya ve ahiret dengesini sağlayabilen bir hayat anlayışına sahiptir.

İslâm ticareti kötülemez ve yasaklamaz. Aksine teşvik eder, hatta helal ve haram sınırları içinde, meşru zeminde kazanç sağlamayı ibadet sayar. Öyle ki İslâm’da muhtaç olup “alan el” olmaktansa, zengin olup “veren el” olmak fazilet sayılır.

Bu anlayışla gelişen ticaret anlayışı kapitalizm öncesi dünyada huzurun ve refahın timsali olmuştur. Bugün kapitalizmin hem dünyaya hem insan ruhuna yaptığı tahribatı tamir ve tedavi edecek yegâne formül İslâm’ın ticaret ve çalışma ahlâkıdır. Bu yazımızda İslâm ticaret ve kazanç ahlâkının yansımalarını Osmanlı çarşısı özelinde anlatmaya çalışacağız.

İbadet toplumunda işler güçler

Osmanlı çarşısı, İslâm ahlâk ve medeniyetinin güzide örneklerinin yaşandığı mekânlardır. İslâm şehirleri üç esas alandan oluşur:

• En merkezdeki yapı; şehrin büyük/ulu camisi ile varsa etrafında onunla irtibatlı medrese, imarethane ve benzeri yapılar...

• İkinci alan ise merkezdeki cami ve külliyesinin vakıfları olan dükkânların, arastaların, bedestenlerin bulunduğu alandır, yani çarşıdır.

• Üçüncüsü ise özel yaşam alanı olan mahalledir.

Nitekim Efendimiz s.a.v.’in Medine’ye hicretinden sonra ilk işi bir mescid inşa etmek olmuş, daha sonra da müslümanlar için iyi bir pazar yeri oluşturmuştur. Haliyle çarşının ve mahallenin merkezinde olan cami bu alanlardaki hayatı doğrudan etkilemekte, ibadet ve ahlâk da hayatın tam merkezinde yer almaktadır.

Osmanlı çarşısını tanımak için önce onu oluşturan ve şekillendiren kaynağa bakmamız gerekiyor. Osmanlı çarşısının manevi temeli bizzat Osmanlı Devleti’nin kendisi gibi Ahîliğe dayanır. Ahilîk, kaynağını fütüvvetten(*) alarak Anadolu’da şekillenen ve yine Anadolu’ya şekil veren; İslâm akidesine sıkı sıkıya bağlı, tasavvuf mayasıyla yoğrulmuş, kendini toplumun dinî, iktisadî, idarî ve askerî ihtiyaçlarını gidermeye vakfetmiş insanların oluşturduğu bir teşekküldür. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebali’nin bir Ahî şeyhi olmasının yanında, ilk dönem devlet adamlarının önemli bir kısmının Ahîlerden olması, bu teşkilatın Osmanlı toplumu ve yaşantısı üzerindeki etkisini anlamamız için önemlidir.

Ahîlik, Ahî Evran olarak bilinen Nasirüddin Muhammed rh.a. tarafından kurulmuştur. Fütüvvet ruhunun Anadolu’daki mücessem tezahürüdür. Ahî Evran, Muhyiddin ibnu’l-Arabî k.s. ve Evhâdüddîn Kirmânî k.s. ile beraber Anadolu’ya gelmiş, Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in fütüvveti benimsemesine vesile olmuştur. Böylelikle fütüvvet teşkilatı ahîlik adıyla Anadolu’da neşvünema bulmuştur.

Fütüvveti kim bilir?

Fütüvvet, köken olarak “Hılfu’l-Fudûl” gibi Efendimiz s.a.v.’in övgüyle bahsettiği oluşumlardan ilham alarak hicri II. asırda şekillenmeye başlamış; yiğitlik, cömertlik, kahramanlık ilkelerine dayalı teşkilattır. Önemli âlim ve velîlerin yazdığı “fütüvvetnâme”lerle ilkeleri yazılı hale getirilmiştir. İmam Kuşeyrî k.s. de Risale’sinde fütüvvetin tasavvufla yakın ilişkisini örnekler.

Hem fütüvvet hem ahîlik teşkilatları müntesiplerine kendilerinden önce halkı öncelemelerini, Hak için halka hizmeti şiar edinmelerini, İslâm ahlâkından taviz vermeden yaşamalarını, misafire, garibana kucak açmalarını öğretirlerdi. Şehirlerde tekke ve zâviyeleri ile halkın hizmetinde idiler. Gündüzleri her biri kendi mesleğini icra ederken geceleri tekkelerinde ilim ve zikir meclisleri kurarlardı.

Ahiler, Moğol istilaları ile Anadolu’ya gelen Türk boylarının her ihtiyacına koşar, onların Anadolu’yu yurt tutmaları, yerleşip çoğalmaları için her türlü yardımı yaparlardı. Özellikle kurdukları ticarî örgütlenme ile işinin ehli müslüman zanaatkârların yetişmesine öncülük etmişlerdi. Esnaf olacak gençler sıkı bir eğitime alınırdı. Çıraklık ile başlayıp daha sonra kalfalığa ardından da ustalık seviyesine gelemeyenler esnaf olamazdı. Bu kadarla da kalmaz, sıkı denetim mekanizması ile esnafın yanlış yapmasına fırsat verilmezdi.

İşte yazının giriş bölümüne aldığımız nasihatler, uzun yıllar eğitim sürecinden geçmiş ustalığı hak etmiş gençlere yapılırdı. İslâm ahlâkı ticaretin her alanında hassasiyetle korunurdu.

Çarşı ve mahalle neden ayrı?

Temellerini fütüvvet ahlâkından alan Osmanlı çarşısında Ahîlik, 16. asırdan itibaren eski gücünü yitirmesine rağmen etkisini devam ettirmiş ve daha birkaç asır çarşı güvenin, kalitenin, ticaret ahlâkının timsali olmuştur.

Çarşı, İslâm şehirlerinin hemen hepsinde mahalleden ayrı konumlanmıştır. Her biri cami, medrese, aşevi gibi bir hizmetin vakfı olan dükkânların oluşturduğu çarşıda esnaf, vakıfların kiracıları olarak ticaret yaparlardı. Mahalle ise çarşının bittiği yerden başlardı. Böylelikle her kesimden insanın bulunduğu kalabalık çarşı özel yaşam alanından ayrılır, mahallenin mahremiyeti korunurdu.

Esnaf, sabah ve yatsı namazlarını mahallesindeki camide, gündüz vakitlerinde ise mutlaka çarşıya en yakın merkezî camide eda ederdi. Akşamları ise Ahî tekkesinde yapılan derslere iştirak ederlerdi. Savaş gibi olağanüstü hallerin yaşandığı zamanlarda ise Ahîlik şuuruyla devletin ve toplumun hizmetine koşarlardı. Hatta Osmanlı öncesi bazı dönemlerde Ahîlerin bizzat şehir idaresini yürütmek durumunda kaldıkları da olmuştur. Ancak idareciliği asla bir amaç haline getirmemişler; aksine, sadece üzerlerine düşen vazifeyi yapmak şuuruyla hareket etmişlerdir.

Ahîlik teşkilatının 16. asırdan itibaren eski enerjisini yitirmesi ve zayıflamasıyla Osmanlı toplumunda önemli bir eksiklik ortaya çıkmış olsa da, etkin olduğu asırlarda Osmanlı toplumu ve çarşısına çaldığı ahlâk mayası kolay kolay bozulmamıştır. Sonradan “gedik” ve “lonca” teşkilatları ile Ahîliğin yeri doldurulmaya devam edilmiştir. Yine Ahîlikte olduğu gibi çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamaları titizlikle uygulanmış, genelde mesleğe bu sistemin dışından başlanılmasına müsaade edilmemiştir.

Ahlâk ve edep çarşıları

Osmanlı çarşısında geçerli hukuk İslâm ticaret hukuku, edep ve erkân İslâm ahlâkıdır. Bu temellere dayalı bazı uygulamalar sistemleşmiş ve mücessem hale gelmiştir. Bunlardan en kayda değerlerden biri “orta sandığı”dır. Orta sandıkları; aynen “avârız” vakıflarında mahallelinin ortak girişimiyle var olduğu gibi esnafın birbirlerini desteklemek, işi bozulanlara, sermayesi olmayanlara, herhangi bir afet veya kaza sonucu ticareti zarar görenlere yardım etmek maksadıyla oluşturulan yardım sandıkları idi. Karz-ı hasen kıymet verilen bir değerdi, insan onurunu zedelemeden birbirini destekleme amacı güdülürdü.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmeden önce tebdil-i kıyafetle yaptığı bir çarşı teftişi sırasında yaşanılanla ilgili anlatılanlar, Osmanlı esnafının sahip olduğu ticarî ahlâka ve zarafete güzel bir örnek teşkil eder. Kısaca hatırlatacak olursak:

Sultan, bir gün sabah saatlerinde tebdil-i kıyafet ile çarşı denetimi yapmak için bir dükkâna girer. Birkaç parça bir şeyler almak ister. Satıcı istediklerinden az bir miktarını hazırlayıp verir ve tanımadığı Sultan’dan geri kalanını komşusundan almasını ister. Sultan kendisinde olmadığından mı böyle yaptığını öğrenmek isteyince satıcı, istediklerinin kendisinde bulunduğunu, fakat komşusunun daha siftah yapmadığını, bu yüzden ondan almasının daha doğru olacağını söyler. Sultan bu durumdan çok memnun olur ve İstanbul’un fethi için toplumun hazır olduğunu görür. Bu hadise üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı Devleti’nde esnafın iş ahlâkına ve dayanışma şuuruna işaret eder.

Osmanlı çarşısında müslim ve gayrimüslim esnaf arasında belirgin farklar vardır. Evini bile fanilik düşüncesi ve tevazu ahlâkıyla uzun ömürlü malzemeden inşa etmeyen Osmanlı toplumu, çarşıda ticaretini yaparken de üç günlük dünyanın üç kuruşluk kazancı için kul hakkına girmeyi kendine ar görür. Bu durum yabancı gezginlerin de dikkatini çekmiştir nitekim Fransa’dan Osmanlı’nın doğu illerinde inceleme yapmak için gelen Teophile Deyrolle şöyle demektedir:

“Türk (müslüman demek istiyor), ciddi ve sessiz, çubuğunu içerek müşterisini bekler. Müşteri alacağı şeyi elinde evirip çevirdikten sonra değerini sorar. Dükkancının ağzından bir rakam düşer. Artık pazarlık etmek faydasızdır… Rum ile Ermeni tamamen başkadır. Müşteriye seslenir, elbisesinden tutup çekerler. Müşteriyi bir laf sağanağına tutarlar. Ona en yumuşak kelimelerle hitap ederler. Kardeşim, derler. Ruhum, dostum derler ve gösterdikleri malın iki kat değerini isterler.”

Tek ümit, tek çözüm

Osmanlı çarşısı, değişen dünyanın etkisinden kendini koruyamamış olsa da, kökenleri Ahîliğe dayanan pek çok uygulama günümüzde de yaşatılmaya devam edilmiştir. Yakın zamana kadar eski esnafların olduğu bazı çarşılarda işe başlarken “sabah duası” geleneğinin devam ettiği vâkidir.

Eğitim sistemimizi belli ideolojik hedeflere göre şekillendirmeye teşebbüs eden 28 Şubat zihniyetinin sekiz yıl kesintisiz eğitim uygulamasına kadar çıraklık-kalfalık-ustalık geleneğinin yaşatıldığını hepimiz biliyoruz. Ehil ve ahlâklı insan yetiştirmeye matuf bu kadim esnaf geleneğinin, 28 Şubat kararlarının hâlâ devam eden yıkıcı etkisiyle maalesef yok olmaya yüz tuttuğunu üzülerek görmekteyiz.

Kapitalizm, insanı ve doğayı bir meta olarak görür ve “insanı insanın kurdu” olarak kabul eder. Bu yıkıcı anlayışa karşı alternatif olabilme potansiyeli taşıyan tek model fütüvvet ahlâkına yaslanan Ahîlik ve Osmanlı çarşısıdır. Maalesef kendi değerlerimize Batılı araştırmacılar kadar ilgili olmadığımız bir gerçektir. Günümüzde Osmanlı mahallesi ve çarşısına dair doyurucu tarih ve sosyoloji araştırmaları yapılmıyor.

Hiç şüphe yok, kapitalizmin insanlığı çıkmaza sürüklediği şu zamanda sadece milletimizin değil, bütün bir insanlığın nefes alması yine İslâm’la ve İslâm’ın kendi öz müesseseleriyle olacaktır. Ama önce kendi medeniyetimizi, kavram ve değerlerimizi daha yakından tanımalı ve tarih hafızası güçlü nesiller yetiştirmeliyiz.

 (*) Fütüvvetin ne olduğu hususunda elinizdeki sayımızın “Tasavvuf Klasikleri” köşesine bakmanızı tavsiye ederiz.

KAYNAKÇA

Cahid Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, İFAV Yayınları, İstanbul, 2014.

Selahattin Bayram, Osmanlı Devleti’nde Ekonomik Hayatın Yerel Unsurları: Ahilik Teşkilâtı ve Esnaf Loncaları, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S:21(2012), S. 81-115.

Lütfi Bergen,  Medeniyetin Cüzü: Mahalle, İdealkent, S. 2 (2010), S.14-168.

https://www.istesob.org.tr/osmanli-esnafi/

Pınar Ülgen - Murat Çaylı, Ortaçağ Avrupa Ekonomisinin Mimarları Olan Tüccarlara Genel Bir Bakış, History Studies -Journal of History Studies, S. 9 (2017), S. 167-179.



Semerkand Dergi Logo