Görüş Bildir

Sühreverdiyye Yolu ve Şeyh Şihabüddin Sühreverdî k.s.

İslâm coğrafyasında büyük veliler yetiştirmiş, muhakkik âlimlerin intisap ettiği, Hindistan gibi bölgelerde ümmeti her tür itikadî ve amelî sapmalardan korumuş Sühreverdiyye tarikatı, bugün mezcolduğu Nakşibendiyye yolu tarafından hatme-i hacegânlarda anılmakta ve mensupları hâsıl olan sevaba ortak edilmektedir.

İslâm toplumlarını sohbet, zikir ve muhabbet halkalarıyla mamur eden tasavvuf yollarından biri de Sühreverdiyye’dir. Yolun pîri Şeyh Şihabüddin Sühreverdî k.s. hazretleridir. Hicri 539 senesinde İran’ın Zencan vilayetine bağlı Sühreverd köyünde doğmuştur. Hz. Ebubekir Sıddık r.a.’ın soyundandır. Bu sebeple ailesi “Bekrîler” olarak bilinir ve pek çok âlim, sûfi yetiştirmiş köklü bir ailedir. Şeyh Şihabüddin Sühreverdî k.s.’nin asıl ismi Ömer, künyesi Ebu Hafs’tır. “Şihabüddin” lakabı ise “dinin yıldızı, kıvılcımı” anlamlarındadır.

Zâhirde ve bâtında bir zirve

Sühreverdî hazretleri gençliğinde ilim tahsili için Bağdat’a gider. Burada amcası Ebu’n-Necib Sühreverdî k.s. bulunmaktadır. Nizamiye medreselerinin meşhur müderrislerinden olan Ebu’n-Necib k.s. yeğenini hem zâhirî hem de bâtınî ilimlerde yetiştirir. Onun vesilesiyle pek çok bereketli ilim meclisinde bulunan Şihabüddin Sühreverdî k.s., büyük sûfilerle de görüşür. Bunların arasında Şeyh Abdülkadir Geylânî, Şeyh Sâdeddin Cebavî, İbn Arabî, İbnü’l-Fârız gibi meşhur ârifler vardır. (Allah Tealâ hepsinin sırrını yüceltsin.)

Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. ona “Sen Irak’ta meşhur olanların sonuncususun.” diyerek tasavvuf ilminde büyük bir mertebe elde edeceğine, tarikatta pîr konumuna yükseleceğine işaret etmiştir. Sâdiyye yolunun pîri Şeyh Sâdeddin Cebavî k.s. da “Hz. Rasul s.a.v.’e bağlılık nuru Şihabüddin’in yüzünde parlıyor” diyerek onu methetmiştir.

Amcasının vefatından sonra manevi terakkisi için yeni bir mürşid arayışına giren Şihabüddin Sühreverdî k.s. Bağdat’tan ayrılır, bir müddet Basra’da zikir ve sohbet halkalarına katılır. Molla Câmi k.s. hazretlerinin Nefahâtü’l-Üns adlı eserinde nakledildiğine göre Basra körfezindeki Abadan isimli bölgede ricâl-i gayble hemhal olur, Hz. Hızır a.s. ve abdallarla görüşür. Manevi kemalât ile Bağdat’a, amcasının tekkesine geri döner.

Bağdat’ta ilim ve irşad vazifesini üstlenir. Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. ve Ebu’n-Necîb k.s. gibi büyük zâtların sohbetiyle ihya olmuş, vefatlarının ardından o feyzli günlerin hasretiyle yanıp tutuşan Bağdat halkı tarafından büyük teveccüh görür, meclisi dolup taşar. Bağdat’ta sadece halk arasında değil; halife, devlet erkânı ve ulema nezdinde de saygınlık kazanır. Çoğu seneler hacca gider. Mekke ve Medine’de dahi ilim ve zikir halkalarının baş köşesine oturtulan Sühreverdî hazretleri, devrinin “şeyhu’ş-şüyûhu: şeyhlerin şeyhi” kabul edilir. Tarikat erbabı her türlü müşkülün halli için kendisine başvurur. Ayrıca birçok İslâm beldesine çeşitli vesilelerle ziyaretlerde bulunur. Anadolu’ya da Abbasî halifesinin elçisi olarak gelmiş, Selçuklu hükümdarı ve bazı gönül sultanlarıyla görüşmüştür. Sühreverdî k.s. hazretlerinin bir türbesi de Eskişehir Odunpazarı’nda bulunmaktadır ki buranın “makam” olma ihtimali yüksektir.

Onun ulaştığı yüksek mertebeyi İmam Yafiî k.s. hazretleri, “zamanının üstadı, çağının biriciği, nur kaynağı, sır menbaı, tarikatın delili, hakikatin tercümanı, zâhir ve bâtın ilmini kendisinde toplayan, büyük şeyhlerin şeyhi, âriflerin önderi, sâlihlerin dayanağı, rabbanî âlim” sıfatlarıyla anlatır.

Şeyh Şihabüddin Sühreverdî k.s. hicri 632 yılında Bağdat’ta vefat eder ve tekkesine defnedilir. Tekke ve türbesi asırlar boyunca Bağdat’ın önemli dinî merkezlerinden biri olmuştur. Kendisinden sonra irşad makamına aynı zamanda halifesi olan oğlu geçmiştir.

Müellif bir şeyh olan İmam Sühreverdî’nin pek çok eseri bulunmaktadır. Bunlardan Mekke’deyken telif etmiş olduğu Avârifü’l-Meârif adlı kitabı, tasavvuf ilminin klasiklerinden ve sûfilerin başucu eserlerindendir. O, bu eserini sûfilerin yolunun Kur’an ve Sünnet yolu olduğunu, yaptıkları her işin mutlaka bir delilinin bulunduğunu ve yaşadıkları sürece Allah Tealâ’nın dinine hizmet ettiklerini göstermek için yazdığını belirtmiştir. Eser Türkçeye “Gerçek Tasavvuf” ismiyle tercüme edilmiştir.

Sühreverdiyye’nin Anadolu’ya gelişi

Hayatta iken Irak, İran ve Şam coğrafyasından halifeleri ve müridleri olan Şeyh Sühreverdî k.s.’nin en meşhur talebelerinden biri de Bostan ve Gülistan adlı eserlerin sahibi Şeyh Sâdi Şirazî rh.a.’tir. Yine meşhur Mısır Müftüsü Şafiî fakihi İzzeddin b. Abdüsselam rh.a. de onun talebelerindendir. İmam Sühreverdî k.s.’nin Hindistanlı halifelerinden Bahâüddin Zekeriya k.s. ile Hindistan’a, oradan Bangladeş, Afganistan ve Pakistan’a ulaşan tarikat asırlar boyunca bölgede Hindu ve Budist tesire karşı İslâm’ın muhkem kalelerinden birini teşkil etmiştir. Şeyh Bahâüddin Zekeriya k.s.’ya uzanan silsileden tarikat icazeti bulunan İmam-ı Rabbanî k.s. ile yine daha sonra gelmiş olan Mevlâna Hâlid k.s. sadece Nakşibendî değil, aynı zamanda Sühreverdî şeyhleridir. Bu manada Nakşibendiyye ve Sühreverdiyye arasında tabii bir bağ vardır.

İmam Sühreverdî k.s. hazretlerinin vefatından sonra tarikat Irak, İran ve Şam’dan Türkistan, Anadolu ve Rumeli’ne kadar yayılmış, her büyük tarikat gibi kollara ayrılmıştır. İlk olarak Anadolu’ya Selçuklu’nun son dönemlerinde, yukarıda ismi geçen Şeyh Bahâüddin k.s.’nin halifesi Fahreddin Irakî’nin Anadolu seyahati ile girmiş olsa da, onun eliyle sistemleşmemiştir.

Sühreverdiyye yolunun Anadolu’da sistemleşmesi Şeyh Abdüllatif Kudsî k.s. ile olmuştur. Sühreverdiyye’nin Zeyniyye kolunun pîri Zeynüddin el-Hafî k.s.’den hilafet alan Şeyh Abdüllatif Kudsî k.s. önce Konya’ya ardından Bursa’ya gelir. Tasavvufî hayata aşina ve evliyaya değer veren şehir halkı tarafından çabuk benimsenir. Nitekim bu durum daha yoldayken kendisine malum olmuştur. Bursa yolunda “Acele et, marifet ehli seni bekliyor!” hitaplarını duyduğunu söyler. Bursa Hisar’da Büyük Camii yakınında bir evi dergâh olarak kullanan Kudsî k.s., burada ilme ve irfana dair bereketli sohbetler yapar. Halifeler ve dervişler yetiştirir. Sefîne-i Evliyâ adlı eserde belirtildiğine göre meclisinde Molla Fenarî, Aşıkpaşazâde, Şeyh Vefâ k.s. gibi Osmanlı kuruluş döneminin önemli isimleri bulunmuştur.

Kudüs doğumlu olan Kudsî k.s., 1452 yılında Bursa’da vefat etmiştir. Kabrinin hemen yanına Zeyniyye dergâhı yapılmıştır. Zamanla dergâh yanına cami ve hazire yapılarak bir külliye tesis edilmiştir. Bugünkü Zeynîler Camii’nin etrafına karşılık gelen bu alan, günümüzdeki modern yapılanma nedeniyle epey küçülmüştür. Şeyh Abdüllatif Kudsî k.s., diğer Zeynî halifeler ve bazı ilim adamlarının yattığı Zeynîler Haziresi modern binalar arasına hapsedilmişse de hâlâ aynı isimle ziyaretgâhtır. Ayrıca muhitin bugün de Zeynîler olarak anıldığını ve haziredeki (kadem-i şerifi andıran) mezar taşlarından kimlerin Zeyniyye’ye mensup olduğunu çıkarmanın da mümkün olduğunu belirtelim.

Kapıda sultan bekleten şeyh

Şeyh Abdüllatif Kudsî k.s.’nin halifelerinden olan Şeyh Vefâ k.s. ile Fatih Sultan Mehmed’in irtibatı da Zeyniyye yolunun devlet nezdindeki itibarını göstermesi açısından zikredilmelidir. Malum olduğu üzere Fatih’in, dergâhına gittiği bir şeyh tarafından “dervişliğe meyleder, sultanlığı bırakır, ümmetin sultana ihtiyacı vardır” diyerek görüşmeyi kabul etmediğine dair bir rivayet anlatılır. İşte bu menkıbedeki zât Abdüllatif Kudsî k.s.’nin halifesi Şeyh Vefa k.s. hazretleridir. Tamamen şifahi olmayıp Şekâik-i Numaniye adlı tarihî kaynakta da yer alan bu rivayet, şeyhin halvetteyken herhangi bir dünya işi için halvetin terkinin tarikat adabına aykırılığı ile ilgili olmalıdır. Çünkü Fatih Sultan Mehmed ve Şeyh Vefa k.s. birbirleriyle görüşmüş, dostluk kurmuşlardır. Hatta Fatih’in, Şeyh Vefa k.s. için bir cami inşa ettirdiği ve Fatih’in cenaze namazını Şeyh Vefa k.s. hazretlerinin kıldırdığı kaynaklarda yer alır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın yaptırdığı caminin yanına Sultan II. Bayezid de medrese, derviş hücreleri, imaret (mutfak) ve kütüphane ilave ettirerek büyük bir külliye tesis etmiştir. Zembilli Ali Efendi gibi muhakkik âlimlerin intisap ettiği ve pek çok halife yetiştiren Şeyh Vefa k.s. 1490 yılında vefat etmiş ve külliye haziresine defnedilmiştir. Bu muhitin isminin Vefa olması da ona atfendir.

Zeyniyye yolunun akıbeti

Günümüzde sahih tasavvuf yollarının şer’i şerif hassasiyetini ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığını eleştiren, “gerçek tasavvuf” adı altında yalnızca aşk ve muhabbet söylemleriyle yetinen veya sadece vahdet sırlarının konuşulduğu efsunlu bir yapı tasavvur eden kesimlerin olduğunu biliyoruz. Buna karşılık ecdadımızın maneviyat damarlarından biri olan Sühreverdiyye/Zeyniyye yolunu esas alacak olursak, telkin ettiği zorlu riyazetlerle dikkat çeker.

Bu yolun adabına göre tevbe edip mürid olan kişinin daha önce sahip olduğu dünyevî makam, leziz yemekler, gösterişli kıyafetler, rahat yatak gibi istek ve alışkanlıklardan vazgeçmesi gerekmektedir. Ayrıca Cuma ve vakit namazları dışında halk arasında vakit geçirmemesi, bekâr olanların seyr u sülûkunu tamamlamadan evlenmemesi de yolun adabındandır. Büyük zâtlar yetiştiren Zeyniyye kolu zamanla talebelerinin azalması ve halife yetişmemesi sebebiyle tesirini yitirmiştir. 1925’te Tekke ve Zâviyeler kapatıldığında İstanbul’da herhangi bir Sühreverdiyye/Zeyniyye tekkesi bulunmamaktaydı.

İslâm coğrafyasında büyük velîler yetiştirmiş, muhakkik âlimlerin intisap ettiği, Hindistan gibi bölgelerde ümmeti her tür itikadî ve amelî sapmalardan korumuş Sühreverdiyye tarikatı, bugün mezcolduğu Nakşibendiyye yolu tarafından hatme-i hacegânlarda anılmakta ve mensupları hâsıl olan sevaba ortak edilmektedir. Bu durumu sadece Nakşibendîlerin vefa ahlâkıyla izah etmek yetmez. Geçmişte ihlâsla güzel işler yapmış, şeriat ve hakikatten taviz vermemiş, ancak bugünlere ulaşamamış olanların Allah Tealâ tarafından unutulmayacağının ve her gün yeryüzündeki on binlerce sâlih amele ortak edilebileceğinin güzel bir örneği olarak görmek de gerekir. Allah Tealâ cümlesinden razı olsun.



Semerkand Dergi Logo