Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. ve Kadiriyye Yolu
Dini zâhir ve bâtın bütünlüğü içinde yaşamanın zarureti ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde açıkça görülür. Sahabe nesli Allah Rasulü s.a.v.’den, sonraki ilk nesiller de sahabi efedilerimizden aldıkları bu bütünlüğü titizlikle korumuşlardır. Bu manada, sahabe sonrası nesil olan Tâbiûn ve onlardan sonraki nesil olan Tebe-i Tâbiûn dönemlerinin din gayreti ve ortaya koyduğu İslâm anlayışı Saadet Asrı’na büyük ölçüde muvafıktır. Bu dönemlerde İslâm’ın zâhirî yahut bâtınî bir veçhesinden zayıflık gösterme eğilimi küçük de olsa baş gösterdiğinde, şer’i şerifin bütün hassasiyetlerini gözeten, İslâm’ın asliyetini ikaz ve ihtar eden zâtlar savrulmaya izin vermemiştir.
Böyle rabbanî âlimler esasen her asırda var olagelmiştir. Bu zâtlar Cenab-ı Hak ile olan derin irtibatları, Sünnet-i Seniyye’ye üstün bağlılıkları ve ümmete olan şefkatleriyle dosdoğru yolu gösteren kılavuzlardır. Bu seçkin özellikleri haiz binlerce zât sayılabilir. Asırlar boyunca ümmetin âlimleri ve sâlihleri Allah’ın dininin muhafazasına hâdim olmuşlardır.
Diğer taraftan bu kutlu hizmette tarikat pîrlerinin önemli bir yeri vardır. Çünkü onlar kitlelerin Hak ve hakikatle buluşmasında, yönünü şaşıranların tekrar yola girmesinde, kemalât arayanların maksuda erişmesinde kıymetli vesileler olarak öne çıkmışlardır. Hem kendi devr-i ömürlerinde hem vefatlarından sonra sayılamayacak kadar çok kişiye rehberlik etmişlerdir.
Zikir ve sohbet halkalarıyla İslâm coğrafyasının dört bir yanını mamur eden on iki büyük tarikat zikredilir. Bunlar arasında ilk sırada gelenlerden biri Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerine nisbet edilen Kadiriyye tarikatıdır. Bu yazıda, kendisine tarikat nispet edilen gönül sultanlarının ilklerinden olan Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. ve pîri olduğu Kadiriyye yolundan bahsedeceğiz.
Ailesi ve ilim yolculuğu
Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. bugünkü İran’ın Gilan bölgesine bağlı Neyf köyünde hicrî 470 (miladî 1078) yılında doğar. Anne tarafından seyyid, baba tarafından şeriftir. Babası Seyyid Musa ceddinin izinde yürüyen sâlih zâtlardandır. Annesi Ümmülhayr Fatıma hanım istikamet sahibi kadın velîlerdendir. Abdülkadir Geylânî k.s.’ye “her şeye gücü yeten, Kadir olan Allah’ın kulu” manasına gelen Abdülkadir ismi, anne ve babasının ileri yaşlarında iken doğmuş olmasına telmihen verilmiştir.
Seyyid Abdülkadir erken yaşta babasını kaybederek yetim kalır ve hamîliğini dedesi Ebu Abdullah Savmaî üstlenir. Savmaî, zamanının önde gelen âriflerinden kabul edilir. Böylece Seyyid Abdülkadir ilmî ve irfanî bir ortamda büyür. Temyiz çağından itibaren geçimlik işlere, annesine yardım eder. Ancak zaman zaman “Sen bu iş için yaratılmadın!” diye manevî ikazlarla uyarılır. Gençlik çağında Bağdat’a gitme ve ilim tahsil etme kararı alır. Durumu annesine açar. Evladının yüksek yaratılışının ve manevî istidatının farkında olan Ümmülhayr Fatıma rh.a. takdire rıza gösterir. Kocasından miras kalan kırk altını bir keseye koyar. Yolda düşmesin, kimse çalmasın diye keseyi oğlunun elbisesinin koltuk altına diker. Ona “el-Emîn” olan Allah Rasulü s.a.v.’in izinde yürümesini ve asla doğruluktan şaşmamasını tembihler.
Seyyid Abdülkadir Bağdat’a giden bir kervanla yola koyulur. Yolda bir eşkıya grubunun pususuna düşen kervan dağılır. Eşkıyalar kervanı talan eder, herkesin elinde avucunda ne varsa alır. Bir eşkıya, halinden fakirliği ve ilim talebesi olduğu anlaşılan Seyyid Abdülkadir’e takılmak için “Söyle bakalım, senin neyin var?” diye sorar. Annesinin doğrulukla ilgili sözü aklından çıkmayan Seyyid Abdülkadir tereddüt etmeden kırk altını olduğunu söyleyince reislerine götürerek durumu bildirirler. Eşkıya reisi de sorduğu soruya aynı cevabı alınca delikanlı doğru mu söylüyor diye bakılmasını emreder. Elbisenin koltuk altından hakikaten altın kesesi çıkınca reis ve adamları şaşırır. İçinde bu kadar altının bulunduğu bir keseyi delikanlının çekinmeden ifşa etmesini anlayamazlar. Reis sorar:
– Niçin altının olduğunu söyledin? Sen söylemesen biz onları bulamazdık!
Seyyid Abdülkadir yalan söylemeyeceğine dair annesine söz verdiğini ve kırk altın için sözünü bozamayacağını söyler.
Hayatı yalan dolanla geçmiş eşkıya reisi daha önce hiç hissetmediği duygularla gözyaşlarını tutamaz. Kalbi yumuşar. Derin pişmanlık hissi ile çetesine döner ve der ki:
– Arkadaşlar! Senelerce Rabbime olan ahdimi çiğnedim, eşkıyalık ettim. Şimdi ise bütün günahlarıma tevbe ediyorum. Rabbimin yoluna giriyorum.
Reislerine sıkı sıkıya bağlı olan eşkıyalar da;
– Reis, senden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, kurtuluşta da reisimiz ol, derler.
Böylece Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin asırlara uzanacak irşadı daha çocuk yaşında başlamış olur.
İlim tahsili ve tasavvufa yönelişi
Seyyid Abdülkadir, Bağdat Nizamiye medreselerinde döneminin en iyi eğitimini alır. el-Fetâva’l-Hadisiyye adlı eserde meşhur fıkıh âlimi İbn Hacer Heytemî’nin naklettiğine göre iki arkadaşıyla birlikte sûfilerin büyüklerinden Yusuf Hemedânî k.s. hazretlerini ziyaret eder. Ancak arkadaşları İbn Saka ve Ebu Said Abdullah bu ziyarette şeyhin ilmini sınamayı amaçlarlar. Seyyid Abdülkadir bu tavrı çirkin bulur ve ziyaretini Allah rızası için yapacağını belirtir.
Yusuf Hemedânî k.s. hazretleri ziyaretine gelen bu iki genç mollanın akıllarındaki soruları onlar daha sormadan cevaplar verir. Sonra, böyle devam ederlerse düşebilecekleri tehlikeleri anlatır, nasihat eder. Seyyid Abdülkadir’in halini ise beğenir, ona bazı müjdeler verir. Allah’ın izniyle maneviyatta çağının en yüksek mertebesine ulaşacağını müjdeler.
Seyyid Abdülkadir, Bağdat meşâyihinden Şeyh Debbas k.s.’nin rehberliğinde seyr u sülûka başlar. Şeyh, çok beğendiği bu genç ile kızını evlendirir. Vefatından sonra Ebu Said Muharrimî k.s. ile manevi terakkisine devam eder. Her biri itibarlı birer âlim olan bu iki zâtın medresesi de bulunmaktadır. Şeyh Ebu Said onu medresesine müderris yapar. Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. zamanla dersleri bırakır; ibadet, zikir ve tefekkürle geçen riyazet yılları başlar. Bu manada hayat hikâyesi çağdaşı İmam Gazalî k.s.’ye benzetilebilir. Şeyhi Ebu Said, Seyyid Abdülkadir’in riyazet ve mücahede ile geçen yıllarının takipçisi olur. İslâm tarihinde eşine az rastlanır bir riyazet döneminin ardından, tam yirmi beş sene sonra, Ebu Said Muharrimî k.s. Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s.’ye şeyhlik hırkası giydirir.
Şeyh Muharrimî k.s.’nin vefatı üzerine medrese ve dergâh hizmetlerinin başına geçen Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. burada ömrünün sonuna kadar irşad ile meşgul olmuş ve talebe yetiştirmiştir. Ayrıca haftanın belirli günleri halka sohbet etmiştir. Sözünün ve halinin tesirinden her geçen gün sohbet halkası büyümüş, mevcut külliye yetersiz kalmıştır. Bu sebeple bazı genişletme faaliyetleri yapılmıştır. Özellikle son yıllarında uzaktan yakından gelen on binlerce insan onu görebilmek, sohbetine katılabilmek için akın etmişlerdir. Böylece yaşayan evliyaların en büyüğü anlamındaki “Gavs-ı Azam” lakabıyla meşhur Yusuf Hemedânî k.s.’nin müjdesi tahakkuk etmiştir. Bu sohbetlerin bir kısmı el-Fethu’r-Rabbanî ve Fütuhu’l-Gayb ismiyle kitaplaşmıştır. 561 yılında (1165) vefat etmiştir.
İslâm coğrafyasında Kadiriyye yolu
Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. sağlığında çok tesirli sohbet ve vaazları ile insanları cezbetmiştir. Üslubundaki letafet ve merhamet dili binlerce kişinin irşadına vesile olmuştur. Onun feyzinden en fazla istifade edenler arasında kendi evlatları da yer alır. Kalabalık aile nüfusuna, adeta torunlarına kadar velayet hırkası giydiren Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylânî k.s. Bağdat külliyesine oğlu Şeyh Abdülvehab’ı halife bırakmıştır. Diğer evlatları Şeyh Abdurrezzak, Şeyh Abdüzaziz ve Şeyh Abdülcebbar da kâmil ve mükemmil mürşid idiler. Hak Tealâ cümlesinin sırrını mukaddes kılsın. Onların irşadıyla da pek çok halife yetişmiş, kendi nesilleri de Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin ilim ve irşadını daha uzak beldelere taşımışlardır.
Mesela Şeyh Abdülvehhab k.s.’nin torunları İslâm’ın en önemli merkezlerinden Şam’a, Şeyh Abülaziz k.s.’nin torunları Kudüs ve Mısır’a, Şeyh Abdürrezzak k.s.’nin torunları ise Hindistan, Kuzey Irak ve Orta Asya civarlarına gitmişler ve buralara Kadiriyye yolunun âdâp ve erkânını taşımışlardır. İmam Rabbanî k.s. hazretlerinin Nakşibendî tarikatından evvelki Kadirî silsilesi de Şeyh Abdürrezzak üzerinden Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerine uzanır. Dolayısıyla nakşibendîler ile Şeyh Abdürrezzak arasında dolaylı bir irtibat söz konusudur.
Kadiriyye’nin ilk dönemindeki bu oğul ve torun halifeler meselesi ilk bakışta babadan oğula geçen bir saltanatı andırsa da, esasında Kadirî ailesi, aile dışından pek çok âlim ve ârif zâta da halifelik ve irşad icazeti vermiştir. Bunlar arasında kendi evlatlarının da bulunması, onların yüksek dinî gayretleri ve tevarüs olunan emanete sahip çıkmaları ile ilgilidir. 1258’de Moğol istilasıyla yerle bir edilen Bağdat’tan hicret eden Kadiriyye mensupları bir asır içinde İslâm coğrafyasının dört bir köşesinde Kadirî sohbet ve zikir halkalarının kurulmasına vesile olmuşlardır. Allah Tealâ cümlesinden razı olsun.
Anadolu’da Kadiriyye
10. asırdan itibaren pek çok velînin Türkistan’dan yola çıkarak Anadolu’yu irşada başladıkları bilinen bir hakikattir. Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s.’dan sonra bazı Kadirî dervişleri de Anadolu’ya gelmiştir. Bugün Samsun’da Tekkeköy olarak isimlendirilmiş ilçeye Pontus Rum Devleti zamanında Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin torunlarından Şeyh Zeynüddin’in gelip bir tekke kurduğu, beldenin isminin bu sebeple verildiği ifade edilir. Ayrıca Afyon’da hicrî 8. asırda yaşadığı tahmin edilen Abdülkadir Geylânî isminde bir velînin makamı veya merkadı bulunur. Çorum’da da Abdülcebbar Dede isimli bir velînin Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s.’nin torunlarından olduğu bilinir. Yine Doğu Anadolu bölgesine hicret eden Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin torunlarından seyyidler de bulunmaktadır.
Bütün bunlarla birlikte Kadirîliğin sistematik olarak Anadolu’da yayılışı Eşrefoğlu Rûmî k.s.’ye (v. 1464) dayandırılır. Hacı Bayram Velî k.s. hazretlerinin damadı ve halifesi olan Eşrefoğlu Rûmî k.s. kalbine düşen ikinci bir muhabbet ateşi nedeniyle mürşidinden müsaade alır ve Hama’ya gider. Burada Şeyh Hüseyin Hamevî k.s.’nin dergâhında Kadirî usulü üzere seyr u sülûk eder ve halifelik alır. Böylece Eşrefoğlu Rûmî k.s. Kadirîliği Osmanlı’nın en önemli ilim ve irfan şehirlerinden ikisine, İznik ve Bursa’ya taşır. Onun irşad faaliyetleri Kadirîliğin Eşrefoğlu kolu olarak tanımlanır. Tarikatnâme ve Müzekki’n-Nüfûs diye bilinen iki de eseri vardır.
Kadirîliğin İstanbul ve Balkanlarda yaygınlaşması Şeyh İsmail Rûmî k.s. (v. 1631) vasıtasıyla olmuştur. Kastamonulu olan bu zat Halvetî tarikatında yüksek mertebe sahibiyken bir gün Şeyh Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerini rüyasında görür. Şeyhinden müsade alarak Bağdat’a gider. Burada Kadirî yoluna intisap eder ve kısa sürede halifelik alır. Başta İstanbul olmak üzere Balkanlar’da pek çok beldeye Kadirîliği taşır. Sultan Ahmed camisi yapılınca Padişah I. Ahmed, Şeyh İsmail Rûmî ve Kadirî dervişlerinden cuma zikrini burada yapmalarını talep eder. O gün Sultan Ahmed camii sayısız velî ve dervişin zikrine şahitlik eder.
İstanbul Tophane’de Kadirîhâne ismi verilen bir dergâhta irşad ve zikir hizmetlerini yürüten Şeyh İsmail Rûmî dergâhın avlusuna defnedilmiştir. Burası tekkelerin kapatıldığı1925 yılına kadar İstanbul’daki en önemli tekkelerden biri kabul edilmiş ve pek çok padişah buranın ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmiştir. Buradaki irşad faaliyetleri de Kadirîliğin Rûmiyye koluna nispet edilir.
Kayıtlara göre 1925 senesinde sadece İstanbul’da altmış altı Kadirî dergâhı bulunmaktaydı. O zamanlar dört yüz elli bin nüfuslu bir şehirde bu sayıda Kadirî dergâhı olması Anadolu’da Abdülkadir Geylânî k.s. hazretlerinin tesirini göstermesi açısından önemlidir.