Ne İstiyoruz?
Dünya ile imtihanımız türlü şekillerde devam ediyor. Emr-i Hak vaki oluncaya kadar da devam edecek. Belki temel bir yanılgı olarak imtihan kelimesini daima sıkıntılarla bir arada düşünüyor, sadece sabır imtihanı olarak anlıyoruz. İhtimal ki darlık imtihanı kadar varlık imtihanı da çetin.
Biliyorsunuz, tasavvufun tariflerinden biri de varlığın ve yokluğun, yani zenginliğin ve fakirliğin, afiyetin ve hastalığın kişi nezdinde eşit olması. Yani şartlar ne olursa olsun, kalbin dünya ile üzülme ve sevinme halinden arınması; tek ve hakiki ilginin Cenab-ı Mevlâ olması. Sevinçlerin ve hüznün O’na dair, O’nunla irtibatlı bulunması.
Kalbin dünya kesafetiyle ağırlaşmasının zâhirde ve bâtında nice ağır bedelleri olduğunu biliyoruz. Bir de belirtileri, alametleri var. İbadetlerdeki aceleciliğimiz mesela. Lezzet alamıyor oluşumuz. Sonra hedeflerimizin sapması, emellerimizdeki eksen kayması. “Nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr 26) ilahî hitabını “Neyi istiyorsunuz?” diye de anlayabiliriz. Sahi neyi istiyoruz? “İnsanın kıymeti nedir?” diye sorar Hz. Mevlâna ve kendisi cevap verir: “Aradığı şeydir.”
Tûl-i emel ya da başka bir ifadeyle ölümü, ahireti göz ardı ederek plan yapmak mümin olma vasfıyla yan yana iğreti duruyor. Daha net ifadeyle, uyuşmuyor! Madem dünya kesafetinin hafiflediği, ruhun ötelere iştiyakının daha derinden hissedildiği zamanlardayız; istediklerimizin, emellerimizin, planlarımızın sıhhatiyle yüzleşebiliriz. Yüzleşebilirsek niyetlerimizi tashih de edebiliriz.
Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun. Haziran sayımızda buluşmak üzere inşallah...