Mücahede
İmam Kuşeyrî k.s. mücahedeyi; tıpkı bebeği sütten keser gibi nefsi Hak ve hakikate perde olan alışkanlıklardan kesmek, sadece nefsin hazzı için yapıp etmekten kaçınmak, ona muhalefet etmek olarak açıklar.
Gayret, çaba, azim, olanca gücü ve kuvveti sarf etme gibi anlamlara gelen “cehd” kökünden türetilen “mücahede” Allah yolunda savaşmak anlamına gelir. Tasavvufî bir kavram olarak ise Peygamber Efendimiz s.a.v.’in “Hakiki mücahid nefsiyle mücahede eden kimsedir.” (Tirmizî, Cihad, 2) hadis-i şerifine dayanarak nefs ve şeytanla mücadele etmek, nefsin meşru olmayan ya da meşru olmakla birlikte aşırıya meylettiren isteklerine set çıkmak manalarına karşılık kullanılır. Bu haliyle mücahede içe dönüktür. İmam Kuşeyrî k.s. mücahedeyi; tıpkı bebeği sütten keser gibi nefsi Hak ve hakikate perde olan alışkanlıklardan kesmek, sadece nefsin hazzı için yapıp etmekten kaçınmak, ona muhalefet etmek olarak açıklar.
Mücahedenin özünde gayret ve nefse muhalefet etmek vardır. Muhalefet ise zahmeti doğurur. Bu sebeple mücahedede sabır şarttır. Kalbin kötülüklerden arındırılması ve güzel hasletlerle bezenmesi için gösterilen her türlü gayret mücahedeye dahildir. Mücahedenin başarılı olması için sâlik bu gayretini âdâba uyarak ve belli bir sistem dahilinde göstermesi gerekir. Çünkü usulsüz vusûl olmaz. Ebu Ali ed-Dekkak k.s. hazretleri bu konuda şöyle der: “Zâhirini mücahede ile süsleyenin gönlünü Allah müşahede ile güzelleştirir.”
Sûfîler, mücahede konusunda “Bizim uğrumuzda mücahede edenleri biz mutlaka (bize getiren) yollarımıza ulaştıracağız. Şüphesiz Allah iyilik sahipleriyle beraberdir.” (Ankebut 69) ayet-i kerimesine atıf yaparak çeşitli açıklamalar yaparlar. Cüneyd-i Bağdadî k.s. hazretleri bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: “Tevbe için çaba gösterenleri biz mutlaka ihlâs yollarına ulaştırırız. Yahut bizim hizmetimizde çaba gösterenlere, bizimle özel yakınlık yollarını bahşederiz.” Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî k.s. hazretleri ise şöyle der: “Sünnet’i ayakta tutma uğrunda çaba gösterenleri biz cennet yollarına ulaştırırız.”
İbn Acîbe el-Hasenî k.s. hazretleri ise bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir eder: “Bizi (Cenab-ı Hakk’ı) talep için nefslerinizle mücahede edin. Yahut bizim uğrumuzda, bizim için, bizim rızamız için, nefslerinizle ihlâsla mücahede edin. Bunu yapın ki sizi bize götüren, huzurumuza ulaştıran yollara iletelim. Yahut size hayırlı işler yapmayı kolaylaştıralım. Ta ki siz onları yaparak cennetlerimize kavuşun.” Ebu Süleyman ed-Dârânî k.s. hazretleri de bu ayet hakkında şunları söyler: “Burada sözü edilen cihad yalnızca düşmanla savaşmak değildir. Bâtılı reddetmek, zalimlere mani olmak ve böylece dine yardımcı olmaktır. Bunun en önemli yolu, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.”
Abdullah Ensârî Herevî k.s. hazretleri cihadın üç şekilde yapıldığını söyler. Düşmana karşı kılıçla, nefse karşı zorlamayla ve şeytana karşı sabırla... Reşîdüddîn-i Meybudî k.s. de tefsirinde cihadın nefs ile, kalp ile ve mal ile olduğunu belirtir ve şöyle devam eder:
“Nefs ile cihad, riyazet ve hizmetten geri durmamak, ruhsatların ve tevillerin bulandırıcılığından etkilenmemek, emir ve nehye nasıl gerekiyorsa öylece hürmet göstermektir. Kalp ile cihad, kötü ve boş düşüncelere izin vermemek, Allah’ın verdiği nimetler hakkında hep tefekkürde bulunmaktır. Mal ile cihad, esirgemeden vermekle olur.”
Hâtim el-Esam k.s. hazretleri de mücahedeyi üçe ayırır: “İlki kendi iç dünyanda cihaddır. Şeytanla onun hükmünü kırıncaya dek sürer. İkincisi zâhirdeki cihaddır. Allah’ın emir buyurduğu farzların edası tam oluncaya dek sürer. Üçüncüsü Allah düşmanlarıyla olandır. Bu da İslâm adına fetihlerdir.”
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi k.s. hazretleri ise mücahedeyi ikiye ayırır: “Birincisi avamın (sıradan insanların) mücahedesidir. Bu, amelleri yerine getirmeye muvaffak olmaktır. İkincisi havassın (seçkinlerin) mücahedesidir. Bu da halleri düzeltmektir. Allah yolunda mücahede etmek Allah’a ulaştıran en büyük sebeplerden biridir.”
Abdülkadir Geylanî k.s. hazretleri mücahede bahsinde şöyle buyurur: “Mücahedede asıl olan sâlikin hevasına (istek ve şehvetlerine) muhalefet etmesidir. Bunu gerçekleştirmek için de nefsini alışık olduğu şeylerden, şehvetlerden ve lezzetlerden alıkoyar. Şehvetlere kapıldığında nefsini takva ve Allah korkusu ile dizginler. Yapması gerekenleri yerine getirmekten geri kaldığında onu Allah korkusu, nefsine muhalefet ve hazlara mani olma kırbacıyla amellere yöneltir.”
İbn Acîbe el-Hasenî k.s. hazretleri, kulun Rabbinin huzuruna ermesine engel olan düşmanlarının nefs, şeytan, dünya ve insanlar olduğunu söyler ve konuyu şöyle açıklar: “Nefsle mücahede, onun isteklerine muhalefet ederek ve terbiye olana kadar ona ağır gelen işleri yükleyerek olur.
Şeytanla mücahede, ona karşı çıkarak ve yüz üstü bırakıp sürekli Allah ile meşguliyetle olur. Şeytanın kul üzerindeki etkisi Allah’ın zikriyle kırılır, yok olur.
Dünya ile mücahede, ondan gönlü çekip zühd sahibi olarak ve ele geçen az bir dünyalığa kanaat ederek olur.
İnsanlarla mücahede, gerektiğinde onlardan uzak durarak, zenginlik ve fakirlik hallerinde kimseden bir şey beklemeyip Allah’a bağlanmakla olur.”
Mücahede sonucunda kulun kibre düşmemesi ve kendinde varlık görmemesi için velîler uyarılarda bulunur. Abdülvehhab eş-Şaranî k.s. hazretleri buyurur ki: “Müridin en yüksek mücahedesi, ibadet ve tâatı neticesinde yani mücahedesinin sonunda meydana gelen şan ve şöhrete rağbet etmemesidir.”