Lafı Bile Edilmez
Ümit ve ümitsizlik üzerine başlık açmak, yazı hazırlamak bir sorunu ele veriyor aslında. Bir unutuşu, kopuşu, savruluşu. Çünkü ümitsizlik bizim lügatimizde yok, daha doğrusu yoktu. Belki dedelerimizin “ye’se kapılmak” diye ifade ettikleri ümitsizlik, hayatın akışı içinde basit şeylerin beklendiği gibi sonuçlanmama ihtimali üzerine vaki olan geçici bir haldi. Günümüz dünyasındaki gibi karanlığı, boşluğu ifade eden, depresyonla kol kola bir hal asla değildi.
Çünkü iman ve ümitsizlik bir arada olmaz, olamaz. İman “emin olmak” demek. İnsan Rabbinden eminse dünyaya ya da ahirete dair ümidini nasıl yitirir? Biz, kaçınamadığımız felaketleri bile ancak dünyaya verdiğimiz önem kadar ciddiye alırız. Takdir-i ilahî deriz, imtihan deriz, kısmet deriz, bunda da bir hayır vardır deriz. Hayrın ve şerrin sahibini hatırlar, O’nunla irtibatımızı tazeleriz. “Biz Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz” (Bakara 156) deriz. Yani asla düşmeyiz, tükenmeyiz. (İşte bu da düşmanlarımızı delirtiyor. Bu yüzden imanımıza İslâmımıza bu kadar operasyon çekmeye uğraşıyorlar.)
İman ve ümit bağlamında dile getirdiğimiz bu hal ve tavır bir fantezi ya da nostalji değil. Kalpte karar kılmış, şu veya bu ölçüde yakîn bulmuş bir imanın tabii, normal, hatta sıradan neticesi. Aslında tuhaf karşılanması gereken, bugün ümitsizlik lafının gereğinden fazla tedavülde oluşu. Çünkü bir sorunumuz var: Başta söylediğimiz kopma ve savrulmalarla biraz başımız dertte. Çünkü her kopuş kimliğimizden kopuş ve bizim kimliğimiz imanımız.
Yine de ümitsizliğe mahal yok. Belki küçük ya da büyük ekranlara kendini fazlaca kaptıran insanımız başını kaldırıp ileriye, önündeki sonsuz ufka bakamıyordur. Malum, ekranları ise şeytanlar ve adamları hayli mâhir kullanıyor. Ama “Şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa 76)
Ramazan Bayramımızı tebrik eder, cümle hayırlara vesile olmasını dileriz. Temmuz sayımızda buluşmak üzere inşallah...