Görüş Bildir

Sabır

Sabır
Hayatımızın merkezinde yer alan kavramlardan biri olan sabır; sözlükte “dayanma, katlanma, güçlü ve dirençli olma, engelleme, hapsetme” anlamlarına gelir. Kavram olarak ise sıkıntı ve belaları “telaşsız bir şekilde göğüsleme, üzüntü verici ve can sıkıcı olaylar karşısında metin olmak” demektir. Tasavvufta da özel bir yeri olan sabır kavramını Zünnûn-ı Mısrî hazretleri şöyle tanımlar: “Sabır Allah Tealâ’nın emirlerine aykırı davranışlardan uzaklaşma, boğazda düğümlenip kalan musibet lokmasını yutma esnasında sükûneti muhafaza etme ve maişet konusunda fakir olunsa bile zengin görünmektir.” Sehl et-Tüsterî k.s. ise sabrı, “Allah Tealâ’nın sıkıntıyı gidermesini beklemek” olarak tarif eder.
***
Sabrın özünde şikâyeti terk edip Âlemlerin Rabbi’ne sığınmak söz konusudur. Sabır sadece oturup beklemekten ibaret değildir. Gerektiğinde sükûnetle beklemek, gerektiğinde azim ve gayretle yolda ilerlemeye devam etmek, gerektiğinde ise nefsine hâkim olmaktır. Her hâlükârda sabır; sebat ve ümitle çözüm aramak ve yüzünü ekşitmemektir. Çünkü Rüveym k.s. hazretleri; “Sabır, şikâyet etmeyi terk etmektir” buyurmaktadır.
***
Kur’an-ı Kerim’de sabrı emir ve tavsiye eden pek çok ayet-i kerime vardır. Müminlere sabırlı olmaları gerektiği ve sabredenlerin cennetle müjdelenmesi şöyle anlatılır: “Rasulüm, de ki: Ey inanan kullarım! Rabbiniz’e isyan etmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara (ahirette) büyük bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sadece sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenir.” (Zümer 10) 
İmam Kuşeyri k.s. hazretleri bu ayet-i kerimenin tefsiri hakkında şunları söyler: “Sabır, nefsi hoşlanmadığı şeyde hapsetmektir. Şöyle denilmiştir: Sabır, ilahî takdir şerbetini yani başa gelenleri tiksinmeden, yüzünü ekşitmeden yudumlamaktır. Şöyle de denilmiştir: Sabır, bela oklarına hedef olmak, yani onları rıza ile karşılamaktır.”
Bir başka ayet-i kerimede ise buyurulur ki: “Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, (düşmana karşı) sınırlarda nöbet bekleyin. Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran 200). Bu ayetle ilgili olarak Ebu Abdurrahman Sülemî k.s. hazretleri şöyle der: “Hükmüm altında sabredin; düşmanlarımla cihatta birbirinize sabır tavsiye edin, kalplerinizi benim emrime uymaya ve rızama bağlayın.”
***
Peygamber Efendimiz s.a.v. ise sabırla ilgili olarak şöyle buyurur: “Müminin durumu ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hal geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona sabreder; bu da onun için hayır olur.” Yine Efendimiz s.a.v. sabrın musibet başa geldiği anda gösterilmesi gerektiğini şöyle ifade eder: “Sabır, acı bir olayın sarsıntısına karşı ilk anda gösterilen tahammüldür.” 
***
Tasavvuf ehli sabrı genellikle üçe ayırır. Bunlar; musibetlere, günah işlememeye ve ibadetlere devam etmeye sabırdır. Bela ve musibetler genelde irademiz dışında başımıza gelir ve imtihan sırrının bir tecellisidir. Belalara katlanmak kulun Rabbi’nden razı olduğunu gösterir. Günahlara karşı sabır ise kulun Rabbi ile yakınlığını gösterir. İbadetlere devam etmede gösterilen sabır ise kulun Rabbi’ne sevgisini ve saygısını gösterir. İşte bu üç sabrı hayatına geçiren kişiler Allah Tealâ tarafından övülmüş, cennet ve cemaliyle müjdelenmiştir. Çünkü O’nun rızasına giden yol sabır taşlarıyla örülmüştür. 
***
Sabrın en özet tarifi “kişinin kendisini kontrol etmesi”dir. Duygularını, zaaflarını ve eğilimlerini kontrol altına alma sayesinde kişi yüksek ahlâkî değerlere ulaşır. Kişinin düşük ve bozuk işlere karşı nefsine muhalefet etmesi, kalbini Hakk’a çevirmesi bir sabır eğitimidir ki, meyvesi kendini bilmektir. O halde sabır marifetullaha giden yolda bir makamdır; bu makamda konaklamadıkça kişi nefsinin kötülüklerinden kurtulamaz. 
Ebu’d-Derdâ r.a. der ki: “İmanın en kemâl noktası, ilahî hükme sabır ve kadere rıza göstermektir.” Bu söz sabır ile rıza arasındaki yakın ilişkiyi de vurgular. Sabrın muhtevasındaki “şikâyeti terk” bu sayede kişiyi Rabbi’nin rızasına ulaştırır. Bu makamı Yunus Emre k.s. şöyle şiirleştirir: “Hoştur bana senden gelen / Ya hil’at ü yahut kefen / Ya taze gül, yahut diken / Kahrın da hoş lütfun da hoş.”
***
Ebu İshak el-Havvâs k.s. hazretleri sabrı “Kitap ve Sünnet’in hükümleri karşısında gösterilen sebat ve kararlılık” olarak ifade ederken, İmam Gazâlî rh.a. ise “nefsin istekleri karşısında dinin emirlerini yerine getirme çabası” şeklinde açıklar.
Şihâbuddîn Sühreverdî k.s. hazretleri en faziletli sabrı şöyle anlatır: “Sabrın en faziletlisi, bütün düşünceyi Allah Tealâ’ya vererek O’nunla beraber olmaya, kalbiyle murakabeye devam etmeye ve kalpten dünyevî ve süflî düşüncelerin kökünü temizlemeye sabretmektir.” Bu sözü “Gerçek mücahid nefsiyle mücahede halinde olandır.” hadis-i şerifinin şerhi olarak da okuyabiliriz.
***
Sehl Tüsterî k.s. sabrı, “Allah Tealâ’dan bir çıkış kapısı açmasını beklemektir.” şeklinde tanımlar. Bu tanımdan Allah Tealâ’dan sabır istenilmesi gerektiği de ortaya çıkar. Çünkü sabır kişinin kendi nefsinden değil Rabbi’nin lütuf ve yardımının bir sonucudur. Çünkü insan son derece aciz olduğu gibi, pek çok günahla kuşatılmıştır. O halde her an Allah Tealâ’dan yardım istemeli ve böylece sabır ilacından içmelidir.

 


Semerkand Dergi Logo