Görüş Bildir

Kimiz Biz?

Dîdemiz giryân, sînemiz sûzan
Rûhumuz hayrân, Halvetîleriz.

Cismimiz büryân, derdimiz dermân
Aşkımız burhân, Celvetîleriz.

Sır ile seyrân, şevk ile devrân
Ederiz her ân, Kadirîleriz.

Mahremiz zâre, bülbülüz yâre
Hârız ağyâre, Rıfâîleriz.

Bizdedir halvet, yâr ile ülfet
Bulmuşuz vuslat, Dussûkîleriz.

Zikrimiz esmâ, fikr-i müsemmâ
Seyr-i “ev-ednâ”, Bedevîleriz.

Hakk’ı çün bulduk, nûr ile dolduk
Aşkla yoğrulduk, Şâzelîleriz.

Ölmeden öldük, sonra dirildik
Uçmağa girdik, Mevlevîleriz.

Hayy u Bâkî’yiz, Dost müştakıyız
Aşka sâkîyiz, Nakşîleriz biz.

Bizdedir Âdem, Îse’bni Meryem
Hem ism-i a’zam, Bayrâmîleriz.

On iki seyrân, ideriz her ân
Mânâda sultân, Vefâîleriz.

Âşık-ı cânân, mahrem-i irfân
Fakr ile pinhân, Bektâşîleriz.

Vahdete vâkıf, kesreti sârif
Kenz-i maârif, Şa’bânîleriz.

Sâmî ko halkı, ara bul Hakk’ı
Yoludur aşkı, Uşşâkîleriz. 

(Abdurrahman Sâmi Efendi)

Son dönem Uşşâkî meşayihinden Abdurrahman Sâmi Efendi k.s. hazretlerinin bir nutk-ı şerifi bu manzume. Hazret, “küllü’t-tarîk, tarîk-i Muhammedîdir”, yani “bütün tarikatlar, Rasul-i Zîşan s.a.v.’in yolunun takipçileridir” hakikatine, on iki tarikat veya koldan icâzetli bir şeyh olarak hakka’l-yakîn ile işaret buyuruyor.

Söylemeye gerek yok; tarikat denince kastedilen, ehl-i sünnet çizgisinde, şer’i şerîften zerre kadar sapmadan yürüyen irfan mektepleridir. Öbür türlüsü Efendimiz s.a.v.’in yolu olamayacağına göre tarikat da olamaz. Zira tarikatların en bâriz vasfı, geriye doğru meşayih silsilesiyle Rasul-i Ekrem s.a.v.’e bağlanmasıdır. Mürşid-i kâmiller, müntesiplerini Hakk’a ve hakikate ulaştırmak üzere, Efendimiz s.a.v.’in talim, terbiye ve tebliğ usûlünü bu silsileden devralarak devam ettiren velîlerdir.

Tarikat nebevî bir yol yahut usûl ise niçin bu kadar çok ve farklı kollara ayrılmıştır, diye sorulabilir. Bu çokluk ve farklılık, bir tarikata intisap etmiş sâlikleri, “Benim tâbi olduğum yol en doğrusu ve en güzelidir; öyleyse diğerlerine ihtiyaç yok” diye de düşündürebilir. Böyle sual yahut düşünceler, esastaki birliği görememekten, terbiye usûlünde metod çeşitliliğinin bir zaruret olduğunu fark edememekten kaynaklanır.

Nitekim bütün tarikatlarda maksat, o yola girenleri takvaya, birr’e, ihsan makamına, marifetullaha ulaştırmaktır. Bağlılarını, Efendimiz s.a.v.’e hitaben gelen, “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve size mağfiret etsin.” âyet-i kerîmesi mûcibince, Habîb-i Kibriyâ’nın Sünnet-i Seniyyesi’ne ittiba ile muhabbetullaha ve ahiret felâhına nail eylemektir. Bu maksadın tahakkuku için Kur’an ve Sünnet çerçevesindeki her türlü usûl meşrudur. İşte tarikatlardaki çeşitlilik ve bu çeşitliliğin meydana getirdiği çokluk, farklı meşrep ve mizaçlar için farklı usûllere müracaat etme zaruretinin eseridir.

Malum olduğu üzere, Hz. Peygamber s.a.v., Hz. Ebubekir r.a.’a hafî zikri, Hz. Ali r.a.’a ise cehrî zikri telkin eylemiştir. Bugün de silsilesi Efendimiz s.a.v.’e Hz. Ebubekir r.a.’dan bağlanan tarikatlar hafî, yani gizli ve sessiz zikri; Hz. Ali r.a.’dan bağlanan tarikatlar cehrî, yani açık ve sesli zikri benimsemişlerdir. Bazı tarikatlar halveti, bazıları sohbeti, bazıları da hizmeti diğerlerine göre biraz daha öne çıkarmışlardır.

Tarikatların bunlara benzer usûl, âdâb, erkân, evrâd farklılıklarıyla çeşitlenip çoğalmasını bir tefrika saymamak; kökü aynı kaynaktan beslenen bir ağacın gürleşip dal salması gibi artan bir bereket ve feyiz imkânı gibi görmek gerekir. Bu aynı zamanda hangi tarikate mensup olursak olalım, diğerlerini küçümsememeyi, rakip yahut hasım gibi görüp onlara kem gözle bakmamayı da icap ettirir.

Tabii tarikatlar derken, bir daha söyleyelim; şeriat dairesinde olanları kastediyoruz. Büyükler şeriatı bir kandile, tarikatı da bu kandilin ışığında yol almaya benzetmişler. Kandilin ışığından mahrum olanların bastığı yeri görme, istikamet üzere yürüme imkânı yoktur. Başlangıçta doğru bir yolda olsalar bile mutlaka ayakları kayacaktır. Böylece yoldan çıkanların üzerinde bulundukları zemin artık “yol” olmadığına göre “tarîk” de değildir.

Sâmi Efendi hazretleri manzumesinde “Halvetîyiz, Kâdirîyiz, Rifâîyiz, Nakşibendîyiz...” diye belli başlı meşreplere mensubiyet izharında bulunurken, hem bütün tarikatlardaki bu maksat birliğine hem de bazı tasavvuf büyüklerinin kendisi gibi farklı tarikatlardan irşad icazeti almak tarzındaki eski ve güzel bir usûle dikkat çekiyor. Tasavvuf tarihinde, sülûkunu tamamlamış halifelerine birden fazla tarikat için icazet veren yahut başka şeyhlerden icazet almasına müsaade eden pek çok mürşid vardır. Fakat kabiliyeti olanlara böyle bir imkân tanımakla birlikte irşadlarını yine de başında bulundukları tek ve belli bir tarikatin usûlü ile sürdürürler. Farklı meşreplerden icazet almış halifeler için de bu icazetlerden biri asıldır, diğerleri feyz ve bereketi artıran vesileler hükmündedir. Uşşâkî şeyhi olan Sami Efendi de -Allahu a’lem- bu manzumesinde muhtelif tarikatların isimlerini teberrüken zikretmiştir.

Tarikatlar, pirlerinin isimlerine nispetle anılırlar. Tarikat “yol” demektir, ama daha önce ve ilk defa yürüyen birinin ayak izlerini takiple kat edilen bir yoldur bu ve yoldan da kasıt usûldür. Dolayısıyla getirdiği yahut tercih ettiği usûl ve erkânla bir tarikatın ilk defa teşekkülünü sağlayan mürşidlere “pîr-i evvel” denir ve tarikat o pîrin ismine nispet edilir.

Bazen bir tarikat şeyhi, pîr-i evvele tâbi olmakla beraber âdâb ve erkân bakımından bazı değişiklerle eskisinden farklı bir yol yahut usûlü tercih eder ki bunlara “pîr-i sânî” denir. Kısmen de olsa yenilenip değişen bu yapılar birer “kol” olarak pîr-i sânînin adıyla anılırlar. Bazen de yapılan değişiklikler bağlı olunan yapıyla irtibatı kaybettirecek kadar fazladır ve ortaya yeni bir tarikat çıkarır.

Hem bu tarikat-kol-şube münasebetlerini örneklemek hem de manzumede sayılan tarikatların pîrleri olan Sâdât-ı Kirâm-ı teberrüken yâd etmek için beyitler üzerinde kısa kısa duralım.

İlk beyitte, ıssız yerlere çekilip gözyaşı dökerek Allah Tealâ’yı zikrettikleri için “gözlerinde kanlı gözyaşları, sinelerinde aşk ateşi, ruhları hayran” denilerek tanıtılan Halvetîler, 14. asırda yaşamış Ömer el-Halvetî k.s. hazretlerine bağlı ana tarikatlardan biri olan Halvetîyye’nin mensuplarıdırlar.

Cismimizi yakıp kül ettik, derdimizi kendimize derman kıldık; samimiyetimize aşkımız delildir diyen Celvetîler, Bayrâmiyye’nin 17. asır velîlerinden Aziz Mahmud Hüdâyî k.s. hazretleri rehberliğindeki koludur.

Milâdî 12. asırda bütün İslâm coğrafyasına yayılan ve ilk büyük tarikat kabul edilen Kadiriyye’nin pîri Abdülkadir Geylânî k.s. hazretleridir. Manzumede Kadirîlerin, şevk ile yaptıkları devran zikri esnasında vâkıf oldukları sırlarla Allah yolundaki yürüyüşleri nazara verilmiştir.

Yine ilk ve ana tarikatlardan Rifâiyye’deki cehrî zikre işaretle olmalı, Rifâîler yahut bizdeki yaygın söyleyişle Rufâiler, yâr hasretini terennüm eyleyen bülbüle benzetilmiş. Onlar, bülbülün niçin ah u figân eylediğini bilen, halden anlayan âşıklardır. Dostu bilmeyenler onların bu hallerini anlamaz, feryatlarından rahatsız olurlar. Rifâiyye’nin pîri, 12. asrın büyük velilerinden Ahmed er-Rifâî k.s. hazretleridir.

13. asırda Mısır, Sudan ve Suriye’de yayılan Desûkiyye, Mısır evliyalarından İbrahim ed-Desûkî k.s. hazretlerine nispet edilen bir tarikattır. Benzerlikleri sebebiyle Rifâiyye, Şâzeliyye veya Bedeviyye’nin bir kolu sayılması gerektiğini söyleyenler varsa da hâkim görüş müstakil bir tarikat olduğu yönündedir. Dusûkî yahut Dussûkî diye de telaffuz edilir. Manzumede halvet usûlüne işaret edilmiştir.

Takip eden beyitte Necm suresi 9. âyetindeki “ev-ednâ” ibaresiyle yapılan telmih, Bedevîlerin esmâ zikrinde, zikredilen isimlerin mânâlarını fikretmek suretiyle Cenâb-ı Mevlâ’ya tıpkı Efendimiz s.a.v.’in Miraç’ta yaklaştığı gibi yaklaşmaya çalıştıklarını anlatıyor. 13. asırdan itibaren Mısır’da yayılan ve Ahmed el-Bedevî k.s. hazretlerine nispet edilen Bedeviyye, “Ahmediyye” adıyla da bilinir.

Şiirde Şâzelîler, Hak Tealâ’yı buldukları için muhabbetullaha ve marifetullah nuruna gark olmakla övülüyor. 13. asrın ikinci yarısında teşekkül eden ve yine ilk ve ana tarikatlardan biri olan Şâzeliyye’nin pîri Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî k.s. hazretleridir.

Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî k.s. hazretlerine nispetle sistemleştirilen ve Anadolu merkezli bir tarikat olan Mevleviyye bağlıları, ölmeden evvel ölen, böylece ebedî diriliğe kavuşarak cennete giren saîd kullar zümresinden sayılmıştır.

Muhammed Bahaüddin Nakşibend k.s. hazretlerine nispet edilen Nakşibendiyye yolunun müntesipleri, sohbet usûlüyle insanlara âdeta aşk badesi sunan sâkîler gibi düşünülmüş; Cenâb-ı Mevlâ’ya duydukları vuslat iştiyâkıyla, Hayy ve Bâkî isimlerinin tecellilerine mazhariyetle, Nakşîlerin her zaman ve mekânda var olmalarına, kıyamete kadar da var olacaklarına atıfta bulunulmuştur.

Hacı Bayrâm-ı Velî k.s. hazretlerine bağlı Bayrâmiyye’nin zikredildiği beyitte, Bayramîlerin Hz. Adem a.s. ve Hz. İsa a.s.’ın sırları ile ism-i a’zam duasına vukûfiyeti ifade edilmiş.

Sonraki beyitte, mânâ sultanı diye nitelenen ve on iki usûlde de yürüdükleri belirtilen Vefâîler, Horasan merkezli Zeyniyye tarikatinin Vefâiyye kolunun müntesipleridir. Fatih ve II. Beyazıt devirlerinde İstanbul’da irşadını sürdüren ve adı halen bir semtte yaşatılan Şeyh Vefa k.s. hazretlerine nispetle böyle anılmaktadırlar.

Hacı Bektâş-ı Velî k.s. hazretlerine nispet edilen ve yine Anadolu merkezli bir tarikat olan Bektâşîler, aşkla ulaştıkları marifetullahı fakr ile gizleyen melâmet ehli dervişler olarak tanıtılmıştır.

Kesretten kurtulup vahdete vâkıf oldukları için marifet defineleri haline gelen Şa’bânîler, Halvetiyye’nin Cemâliyye koluna bağlı Şa’bâniyye şubesinin pîri olan 16. asır evliyalarından Şeyh Şa’bân-ı Velî k.s. hazretlerinin bağlılarıdır.

Sâmi Efendi, manzumesinin sonunda, şeyhi olduğu Uşşâkiyye’yi, “uşşâk”ın “âşıklar” mânâsından da hareketle “aşk yolu” diye takdim eder. Uşşâkîlik, Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun Hasan Hüsâmeddin Uşşâkî k.s. hazretleriyle başlayan bir şubesidir.

Cenâb-ı Mevlâ cümlemize turuk-ı âliyye’de evliyâullâhın izinde istikamet üzere yürümeyi nasip eylesin.



Semerkand Dergi Logo