Sabrın Sonu
Dünya bir imtihan yeridir. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet bu hakikate işaret eder. Bu ayetlerin birinde Yüce Mevlâ bu gerçeği şöyle haber veriyor:
“Her nefs ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 35)
Diğer bir ayette ise bu husus şöyle vurgulanır:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk 2)
İmtihanlarla örülü dünya hayatında mümine yoldaşlık yapacak, onun yolunu ve gönlünü aydınlatacak nurlardan biri de sabırdır. Zira Allah Rasulü s.a.v. sabrı “ışık” olarak tarif etmiş, sabrın yol gösterici ve ferahlatıcı özelliğine dikkat çekmiştir. (Müslim, Taharet 1)
Sabır nedir?
Kelime olarak, “başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç göstermek; olumsuzluklar karşısında gösterilen metanet; dayanıklı ve güçlü olmak” manalarına gelen sabır kavramının ahlâkî bir kavram olarak birçok anlamı vardır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
• Sabır, nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve ahiret yararını düşünerek, ruhî dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunan sükûnet ve dayanma gücüdür.
• Sabır, başa gelen musibetlerden dolayı Âlemlerin Rabbi’nden başka kimseye şikâyette bulunmamaktır.
• Sabır; elem, sıkıntı ve belalara karşı sızlanmayı terk etmektir.
• Sabır, nefsi telaştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan korumaktır.
• Sabır, nimet haliyle külfet hali arasında fark gözetmeyip, her iki durumda kalp sükûnetini muhafaza etmektir.
• Sabır, Allah Tealâ’dan bir çıkış kapısı açmasını beklemektir. (Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, 286; DİB, Dinî Kavramlar Sözlüğü, 567; TDV İslâm Ansiklopedisi, XXXV, 337; Dr. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, 191)
Kur’an-ı Kerim’de yüze yakın ayette geçen sabır vurgusuyla sabır ehli olan müminler övülmüş, sabredenlere yaptıklarından daha iyi bir mükâfat verileceği vaadedilmiş (Neml 96), sabırları sebebiyle iki defa ödüllendirilecekleri (Kasas 54) hatta sayısız ve hesapsız karşılık görecekleri (Zuhruf 10) bildirilmiştir.
“…Şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol.” (Meryem 65) ayet-i kerimesiyle müminlere kulluk vazifeleri konusunda sebat göstermeleri emredilirken; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara 155) ayet-i kerimesiyle de bela ve musibetlere karşı sabırlı olmaları tavsiye edilmiştir.
Peygamberler, sabırlı olmaları ve sabrı tavsiye etmeleriyle insanlığın önünde birer örnektir. Hz. Musa a.s. İsrailoğullarına: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin...” (A’raf 128) diye tavsiyede bulunurken, Hz. Lokman a.s. da oğluna şu nasihatle en temel vazifelere işaret etmiştir:
“Yavrucuğum! Namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olandan vazgeçirmeye çalış, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdir.” (Lokman 17)
Cenab-ı Hak ayrıca, ağır imtihanlara ve hastalıklara katlandığı için ismi sabırla özdeşleşen Eyyüb a.s.’ı “…Gerçekten biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel bir kuldu. Yönü hep Allah’a dönüktü.” (Sâd 44) buyurarak över.
Efendimiz s.a.v. de “...Peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret.” (Ahkâf 35) ilahî fermanıyla sabra davet edilmiştir. O, “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımıyladır.” (Nahl 127) emrine uyarak, her konuda olduğu gibi sabır konusunda da ümmetine örnek olmuştur.
Bir defasında, çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan bir kadını Allah Rasulü s.a.v.;
– Allah’tan gereği gibi sakın, sabırlı ol, diye uyarınca, kadın daha O’nu tanımadan;
– Sen benim derdimden ne anlarsın, şeklinde cevap vermişti.
Sonra nasihat edenin Allah Rasulü s.a.v. olduğunu öğrenince çok üzülmüş ve gidip özür dilemişti. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştu:
– Hakiki sabır, musibetin ilk başa geldiği anda gösterilen sabırdır. (Müslim, Cenâiz 15)
Şu halde sabrın en önemli edebi bela, musibet ve sıkıntı anlarında en baştan kalbin sükûnetini ve Cenab-ı Hakk’a teslimiyetini muhafaza etmesidir.
Sabır halleri
Allah Rasulü s.a.v.’in rahle-i tedrisinde yetişen Abdullah b. Abbas r.a., da sabrın şu üç hususu ihtiva ettiğini bildirir:
• Allah Tealâ’nın farz kıldığı vazifeleri eda etmeye karşı sabır,
• Allah Tealâ’nın haram kıldığı şeylere karşı sabır,
• Musibetle karşılaşılan ilk anda gösterilen sabır. (İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, IV, 91)
Evladın vefatı gibi ağır bir duruma üzülmek, ağlamak gayet normaldir. Fakat burada dikkat çekilen husus bu üzüntünün isyana, saçını başını yolmaya dönüşmemesidir. Kur’an-ı Kerim’de “sabr-ı cemîl: güzel sabır” (Yusuf 18, 83) olarak tarif edilen durumu İmam Gazâlî rh.a. şöyle tarif eder:
“Güzel sabır, musibete uğrayanın başkalarından ayırt edilememesi halidir. Kalbin acıması, gözlerden yaşların akması, musibet sahibini sabredenlerin sınıfından çıkarmaz.” (İhyâ, IV, 93)
Nitekim Enes b. Mâlik r.a. anlatır:
Oğlu İbrahim vefat ettiğinde Allah Rasulü s.a.v.’in gözlerinden yaş dökülünce, Abdurrahman b. Avf r.a. şaşkınlığını şöyle dile getirmiştir:
– Ey Allah’ın Rasulü, insanlar musibet karşısında sabretmeyebilir. Fakat siz de mi?
Rasulullah s.a.v.:
– Ey Avfoğlu! Bu hal bir rahmet ve şefkattir, buyurduktan sonra gözyaşları akmaya devam etti ve şöyle buyurdu:
“Şüphesiz göz ağlar, kalp de mahzun olur. Biz ise, Rabbimiz’in razı olacağı sözden başka söz söylemeyiz. Ey İbrahim! Biz senin ayrılığınla pek hüzünlü ve kederliyiz.” (Buhârî, Cenâiz 43)
Sabrın mahiyeti konusunda çok kapsamlı açıklamalarda bulunan Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rh.a. İhyâ’da özetle şu tespitlerde bulunur:
Sabretmek insanın bir özelliğidir. Hayvanlar ve melekler için sabır söz konusu değildir. Sabır iki kısımdır:
• Bedenî sabır: Bedenen zorluklara göğüs gerip tahammül etmek gibi... Bu da ibadetler ya da başka şeylerden kaynaklanan zor işleri yapmak gibi ya fiille olur veya şiddetli hastalıklara ve acılara göğüs germekle olur.
• Ruhanî/manevî sabır: Nefsin isteklerine karşı sabretmektir ki, tam ve iyi olan sabır budur. Şayet bu manevî sabır bir musibete karşı olursa bunun adı sadece ‘sabır’ olur. Eğer yeme ve şehvete karşı olursa bunun adı ‘iffet’ olur. Eğer zenginliği aşırılığa düşmeden taşımak hususunda olursa buna ‘zabt-ı nefs’, yani kendini dizginlemek denir. Eğer bu manevî sabır savaş hususunda olursa buna ‘şecaat’ denir. Eğer sabır öfkeyi bastırma hususunda olursa buna ‘hilm’ denir. Şayet sabır, bolluk ve konfor içinde yaşamaya karşı olursa buna ‘zühd’ denir. Malın azıyla yetinme hususunda olursa buna ‘kanaat’ denir.
Görüldüğü üzere mümin ahlâkının çoğu sabra dahildir. Bu sırra binaen Allah Rasulü s.a.v.’e imandan sorulunca, “O sabrın ta kendisidir” buyurdu.
Allah Tealâ, bütün bu kısımları bir araya getirerek hepsine birden ‘sabır’ adını vermiş ve Bakara suresi 177. ayette mealen şöyle buyurmuştur:
“Asıl iyilik o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar; namaz kılar, zekât verir. Sözleştiği zaman sözlerini yerine getirir. Darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabreder. İşte sâdık kimseler bu vasfı taşıyanlardır; işte takva sahibi olanlar bunlardır.”
İmtihan yurdundayız ve bu imtihan son nefese kadar devam edecek. Bu yolda en büyük silahımız sabır ve sebat. İbadetleri yerine getirmede, nefsin arzu ve isteklerine karşı durmada ve başa gelen bela ve musibetlere karşı duamız şudur:
“Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al.” (A’râf 126)