Bir Îsâr Kahramanı Ebu Talha El-Ensari r.a.
Başkasını kendi nefsine tercih etme, kendi ihtiyacı varken elindekini Allah için verme alicenaplığına “îsâr” denilmiştir. Îsârın en büyük örneklerini başta Medineli Ensar olmak üzere sahabi efendilerimiz vermişlerdir. Onlar arasından Hz. Ebu Talha El-Ensari r.a.’ın îsâr ahlâkı, eşsiz bir örnek olarak asırlardır canlı bir tablo olarak önümüzde duruyor.
Başkasını kendi nefsine tercih etme, kendi ihtiyacı varken elindekini Allah için verme alicenaplığına “îsâr” denilmiştir. Îsârın en büyük örneklerini başta Medineli Ensar olmak üzere sahabi efendilerimiz vermişlerdir. Onlar arasından Hz. Ebu Talha El-Ensari r.a.’ın îsâr ahlâkı, eşsiz bir örnek olarak asırlardır canlı bir tablo olarak önümüzde duruyor.
Hicret’in birinci yılı... Günlerdir bir şey yemediği için bayılmak üzere olan yoksul bir adam, Medine’de Mescid-i Nebevî’de Rasul-i Ekrem s.a.v.’in huzuruna geliyor. “Açlıktan halsiz düştüm, bana bir lokma ekmek!” diyor, inler gibi. Âlemlerin Efendisi, yiyecek bir şeyler var mı diye derhal mübarek zevcelerinden sorduruyor. Yok! İki Cihan Peygamberi’nin hanelerinde o gün içecek su dışında yiyecek yok. Efendimiz s.a.v. ashabına dönüyor, “Bu adamı misafir edip doyuracak kim var?” diye soruyor bu defa. Ensar’dan bir zat ayağa kalkıyor, “Ben varım ey Allah’ın Rasulü” diyor ve adamı alıp evine götürüyor.
Ensarî, hanımından Rasulullah’ın misafirine ikram etmesini istiyor ama onlarda da küçük çocukları için ayrılan yemekten başka yiyecek bir şey yoktur. Çocuğu yemekten önce uyutuyor ve onun yemeğini misafirlerine sunuyorlar. Ensarî’nin kendisi de sofra başında. Misafiri mahcup olmasın diye elini götürüp yemek yiyormuş gibi yapıyor. Durumun anlaşılmaması için de yağı bitti gerekçesiyle kandili yakmayıp odayı karartmış.
Hâsılı, olan yemeği misafirlerine yedirip o gece aç yatıyor ev sahipleri.
En hayırlı mehir
Ebu Hureyre r.a.’tan rivayet edilen bu hadise, birçok hadis kaynağında Haşr suresi 9. ayetinin nüzulü bağlamında yer alır. “Îsâr ayeti” diye de bilinen söz konusu ayette Ensar, “kendileri ihtiyaç içinde olsalar dahi başkalarını kendi nefislerine tercih ederler” buyurularak övülmüş; aynı ayetten hareketle, “başkasını kendi nefsine tercih etme” diğergâmlığına “îsâr” denilmiştir.
Yine hadis kaynaklarında bu hadisedeki Ensar’dan zatın Ebu Talha r.a. olduğuna dair rivayetler var. Tahminlerin Ebu Talha el-Ensarî r.a. üzerinde yoğunlaşması boşuna değil. Çünkü o tam bir îsâr kahramanıdır.
Îsâr ahlâkı yahut diğergâmlık, kazanılabilir bir fazilet olmakla beraber, kabul etmek gerekir ki biraz da meşreple alakalıdır. Nitekim Ebu Talha Müslüman olmadan önce de cömertliğiyle, gözü karalığıyla, mala mülke kıymet vermemesiyle tanınıyordu. Neccaroğullarının bu genç ve cesur lideri, evlenmek için belki de bu sebeple Enes b. Malik’in dul kalan annesi Ümmü Süleym hatuna ısrarla talip olmuştu.
Ümmü Süleym de gözünü kırpmadan en sevdiklerinden verebilen yiğit bir hanımdı. Hicret’ten önce müslüman olan bu hanım sahabi, Hz. Peygamber Medine’yi şereflendirdiğinde, 8-10 yaşlarındaki oğlu Enes’i elinden tutarak Efendimiz s.a.v.’in huzuruna varacak, “Ey Allah’ın Rasulü! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kimse kalmadı. Ben, bu oğlumdan başka sana hediye edecek bir şeye malik değilim. Oğlum Enes bundan böyle senin hizmetçindir.” diyecekti. Nitekim Ümmü Süleym, Ebu Talha’nın evlilik teklifini ancak onun müslüman olması şartıyla kabul edebileceğini söyledi. Müslüman olursa ondan mehir de istemeyecekti. Halbuki talep etmesi halinde mehir olarak dilediği kadar altın ve gümüş vermeye hazırdı Ebu Talha.
Can ile îsâr
Attığı her okla hedefi kalbinden vuran, gür sesiyle nara saldığında dağları titreten, Medine’nin namlı süvarisi Ebu Talha müslüman oldu ve Ümmü Süleym’le evlendi. Rasulullah s.a.v.’in Medine’ye tebliğ için gönderdiği Mus’ab b. Umeyr r.a.’den İslâm’ı öğrenmiş, hemen Rasul-i Ekrem s.a.v.’e biat etmek üzere kabilesini temsilen İkinci Akabe buluşmasına koşmuştu.
Âlemlerin Efendisi Hicret’ten sonra en çok onun evini şereflendirdi. Bu gözü gönlü tok, “ekmeği yenir” aile, evin hanımı Ümmü Süleym ne zaman güzel bir yemek pişirse Rasulullah s.a.v.’i davet ediyordu zaten. Efendimiz s.a.v. de arada onları ziyarete gidiyor, hurma bahçelerinde kayluleye yatıp dinlendiği oluyordu.
Asıl adı Zeyd olan Ebu Talha’ya “Dayı” diye hitap ediyordu Allah Rasulü. Beni Neccar mensupları, Abdülmuttalib’in annesi bu kabileden olduğu için Abdülmuttalib ahfadının dayıları sayılırdı gerçi ama Efendimiz s.a.v.’in bu hitabı Ebu Talha’ya muhabbet, itimat ve iltifatının ifadesiydi daha ziyade.
Bu muhabbet ve itimat karşılık bulmuş, Ebu Talha’da Rasulullah’a aşk derecesinde bir bağlılık peyda etmişti. Malı, mülkü, ailesi, kısaca bütün varlığıyla Peygamberimiz’e hizmet için çırpınıyor, Efendimiz Medine sokaklarına çıktıklarında, bir tehlikeyle karşılaşır endişesiyle, hissettirmemeye çalışarak sürekli O’nu takip ediyordu. Rasulullah’ın katıldığı bütün savaşlarda, Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Hayber’de, Huneyn’de, bir yandan yiğitçe vuruşurken bir yandan da göz ucuyla Alemlerin Efendisi’ni kolluyordu. Okunu hedefe gönderirken, kılıç çalarken, gürzünü savururken bir vird gibi hep aynı sözleri tekrarlıyordu: “Vücudum vücuduna, yüzüm yüzüne kalkandır ey Allah’ın Rasulü! Canım sana fedadır!”
Îsârın en yüksek derecesi, “can ile îsâr”dı bu.
Sevdiğinden severek verince...
Nitekim Uhud’da Hz. Peygamber’in öldürüldüğü şayiasıyla mücadele azmini yitiren müslümanların dağıldığı, bulunduğu mevziye iyice yaklaşan müşriklerce Efendimiz s.a.v.’in yaralandığı o bozgun anında, canı pahasına Rasulullah’ı korumaya çalışan bir avuç Sahabi arasında Ebu Talha da vardı. Beraberindeki diğer mücahitler gibi vücudunu Rasulullah s.a.v.’e siper etmiş, gür sesiyle naralar atıp yüreklerine korku saldığı müşriklere oklarını yağdırmıştı. Rasulullah s.a.v.’e bir zarar gelir endişesiyle o gün kirişi öyle çekiyordu ki yay dayanmıyor, kırılıyordu.
Uhud’da Rasulullah için candan geçmeyi göze alan Ebu Talha r.a.’ın dünya malına zerre kadar meyli olmayacaktı elbette. Sahip olduğu her şeyi, Allah yolunda harcasın diye getirip Rasulullah’a vermek için her fırsatı değerlendiriyordu. Mescid-i Nebevî’nin karşısında içinde bir tatlı su kuyusu da bulunan, çok sevdiği hurma bahçesini böyle infak etmişti mesela. Medine’nin en güzel, en büyük hurma bahçelerinden biriydi bu. Ebu Talha, Peygamberimiz’in de zaman zaman teşrif edip dinlendiği bu bahçeye gözü gibi bakardı. Ama Âl-i İmran suresinin, “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak etmedikçe birr’e (gerçek iyilik ve fazilet mertebesine) eremezsiniz.” mealindeki 92. ayeti nazil olduğunda hiç tereddüt etmeden Efendimiz’e koştu. “Ey Allah’ın Rasulü! Hurma bahçemi Allah rızası için infak ediyorum. Onu istediğiniz gibi kullanabilirsiniz.” dedi ve Hz. Peygamber’in tavsiyesi üzerine bu bahçeyi akrabalarına bağışladı.
Gerçi infakta da îsârda da esas olan azdan az, çoktan çok, ama her halükârda sevdiğinden ve severek vermekti. Mümin kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmekti. Allah ve Rasulü’nün rızası için candan da maldan da geçme kararlılığıydı. Ebu Talha, verdikleri için değil, böyle verdiği için bir îsâr kahramanıydı ve yine bu sebeple şüphesiz “ebrâr”dan biriydi o.
Îsâr ’a işaret eden bir yıldız
Birr’e ermek yanında bütün müslümanları imrendiren Peygamber iltifatı, bir başka mazhariyettir Ebu Talha için. O kadar ki Hz. Peygamber veda haccında Mina’da kurban kesip traş olduklarında, mübarek başlarının sol tarafındaki saçları halka birer ikişer tel dağıtırken, sağ tarafından kesilenleri sadece Ebu Talha’ya vermiştir.
Rasulullah’ın irtihalinden sonra da uzun bir ömür sürdüğü anlaşılan Ebu Talha r.a.’ın, Hz. Osman r.a.’ın hilafet dönemine veya Emevilerin ilk zamanlarına kadar yaşadığına dair rivayetler vardır. Bazı kaynaklar onun yetmişli yaşlarında iken katıldığı bir deniz seferinde gemide vefat ettiğini, karaya ulaşılamadığı için yedi gün bekletildiği halde cesedinin bozulmadığını yazmaktadır. Ne zaman, nerde, kaç yaşında vefat ettiği hususunda ihtilaf olsa da Ebu Talha el-Ensarî r.a.’ın îsâr kahramanlığında herkes hemfikirdir. Semamızda bu vasfıyla parlayan bir yıldızdır o.
Yıldızlara bakıp istikamet bulmak isteyenlere, ebrâr’dan sayılmaları, Rasulullah s.a.v.’in muhabbet ve iltifatına nail olmaları için îsâr ahlâkını işaret etmektedir yüzyıllardır.