Atlar ve Tekneler
“Babamın bir atı olsa, binse de gelse
Annemin yelkeni olsa, açsa da gelse...”
Dinlerken çoğumuzun burnunun direğini sızlatan bu türkümüzden de anlaşıldığı üzere, bizim memlekette hiç kimse kadın haklarının eksikliğinden bahsedemez!
Gurbet ele gelin gitmenin derin burukluğu içindeyken bile, kadına ve erkeğe layık görülen bineğin farkı ortada dostlar: Gariban baba at sırtında ter döksün; anne açsın yelkeni, efil efil kızını ziyarete gelsin! Oh, ne âlâ memleket! Hani kadın erkek eşit olmalıydı? Günah değil mi babalara! Neden sadece annelerin yelkeni var? Ben söyleyeyim. Çünkü anne, ne yapıp edip bir mübarek tarihte o babaya o yelkenliyi aldırmayı başarmıştır!
Biliyorum yine hanım okurlardan yüksek desibelde tepkiler alacağım ama olsun, canları sağolsun. Ben yine bildiğimi okumaya, yani yazmaya devam edeceğim. Yahu nedir bu beylerin bizden çektiği bacılar?!.
Sabah bir uyanıyoruz, günün tamamını, dünya sanki güneşin değil de bizim eksenimizin etrafında dönüyormuş gibi kendi memnuniyetimiz üzerine kuruyoruz. E, haliyle beylerimize de tek görevleri bizi memnun etmekmiş gibi davranıyoruz. Adamların evde durduğu süre zaten toplasan uyku hariç birkaç saat, onu da burunlarından getiriyoruz. Vay çok yoruldum, yok ev işleri bitmek bilmiyor, aman gezip iki insan yüzü görecek vakit yok, bunalıyorum, yok çocuklar çok yordu biraz da sen ilgilen...
Sanki tek yorulan biziz! Sanki adam akşam bizim rızkımızın peşinde ter dökmekten değil, Bahama Adaları’ndan tatilden geliyor!
Sürekli şikâyet halindeyiz. Bu yaşıma geldim, ben daha beylerin işyerindeki sıkıntıları yahut yorgunlukları üzerine üst üste üç cümle kurduklarına şahit olmadım. Nasıl olaydım ki? Bizden onlara fırsat mı kalıyor?
Sadece şikâyet olsa yine mesele yok. Yanında eşantiyon olarak uzunca bir “beklenti” listemiz de var. Sevgi bekleriz... ilgi bekleriz... durup dinlenmeden konuştuğumuz anlarda (yani her zaman) büyük bir dikkatle bizi dinlesinler isteriz... Her konuda bize hak vermelerini bekleriz. Ev işlerine yardımcı olmalarını bekleriz. Bizim ailemizi kendi ailesinden biraz daha fazla sevmelerini bekleriz. Sık sık övülmek isteriz. Doğum günümüzde, hatta çocuklarımızın doğum gününde, anneler gününde, kabotaj bayramında, mahallî kurtuluş günlerinde hediye bekleriz.
Evet, en çok da hediye bekleriz! Hediye alınmadığı zamanlarda kendimizi yeteri kadar değerli hissedemeyiz. Zira Batı’dan esen o yerin dibine giresice rüzgâr bize böyle öğretmiştir:
“Eşiniz size sevgisini hissettirmeli! Tüm imkânlarını sizi mutlu etmeye adamalı! Bilhassa bizim belirlediğimiz tarihlerde hediye almalı! Hayır, gül değil ayol, gül mü kaldı! En az orkide almalı. Takı da olur; yeter ki gümüş, altın yahut pırlanta olsun. Bizim çarkımız dönsün de... şey, pardon yani siz kadınlar mutlu olun da, gerisi mühim diyil..”
Sistem böyle konuşup durdukça biz de hipnoz olmuş gibi baygın bakışlarla onların gönüllü hedefleri oluruz. Birimiz de çıkıp demez ki “Bizim babalarımız bu tarihleri bilmezdi. Ara sıra kendisi sevmediği halde sırf annemiz seviyor diye yarım kilo şekerpare alır getirirdi. Ne yani, babalarımız annelerimizi sevmiyor muydu!”
– Hanım neyin var? Geldiğimden beri yüzünden düşen bin parça?
– Yok bişey...
– Var bişey işte, söyle de ben de bileyim?
– Yok bişey dedim!
– Yine ne yaptım acaba... Dün sabah annemi aradım, bayramda geliriz belki dedim, ona mı kızdın?
– ...
– Sabah giderken çöpü mü atmadım?
– ...
– Perdeleri biraz sonra asayım çok yorgunum dememe mi bozuldun?
– ............
– Dizi izlerken senden su mu istedim? En heyecanlı sahnesi miydi, sezon finali miydi neydi, naaptım ben yaaa?! Bişey de yapmadım ki yahu...
– Evet yapmadın!
– Bissssmillâh... ödümü kopardın!.. Selâmun kavleeen... neyse şükür ki konuştun! Bu da bi aşama sayılır. Evet devam et, buyur, dinliyorum...
– Sorun da bu zaten! Hiç bişey yapmadın! Bugün bizim evlilik yıldönümümüzdü ve sen bana küçücük bir sürpriz bile yapmadın!
– E insaf!.. Gelmeden aradım, hazırlan da dışarıda yemek yiyelim dedim de sen kabul etmedin ya hanım?
– Öyle arayıp söylersen sürprizi mi kalır! Biraz üretken fikirler bul, kapıya bi çiçek yolla, içine bi not yaz... Ne bileyim, arayıp kaza yaptım, hastanedeyim, oraya gel de, ben de telâş içinde gelince acilin kapısında sürpriz videosu çekerek karşıla beni... Biraz romantik ol be adam!
– Vay arkadaş!.. Ne ara yazdın ki o senaryoyu sen öyle... Yahu hanım, tarihini ikimizin de bildiği bir günün gizlisi sürprizi nasıl olacakmış onu anlamadım ki ben?!. Hem sen tek başına mı evlendin sanki, neden her yıl hediye alması gereken ben oluyorum ki?! Tamam, dur, ağlama... Düşünemedim ben öyle kaza bela deyip de şey yapmayı... Ama ağlama bak noolursun... bak napalım... sabah kahvaltı yapmadan çıkıp çoluk çocuk şöyle bi güzel piknik yapalım! Kış boyu bunaldık, temiz hava alırız, iyi gelir... ne dersin... Hıı?
– İstemem... hırff... kalsın... hüyf...
– Ağlama noolur yaa... Piknikten dönüşte de kuyumcuya gideriz, 32. yılımızın anısına yeni bi alyans alırız sana, olmaz mı?
– Tektaş olsun... hırf... geçen görmüştüm ben bi tane, o olsun... hyf...
Olsun ablacım, tektaş olsun! Öbür yıla da yanına bi beş taş eklersiniz, olur biter! Yeter ki sen kendini iyi hisset. Beyin ek iş falan bulur, öder kuyumcunun borcunu nasılsa...
Olmadı, alır bi yelken, rüzgârda denize karşı şöyle tiril tiril torun sevmeye gidersin yazları. Abi mi? O arkanızdan atla gelir!..