Terlik Tatlısı
Evvelki yazılarımı okuyanlar bilirler ki, “büyük konuşmak” konusunda doktora yapmış bir kardeşinizim. Övünmek gibi olmasın, şâhâne büyük konuşurum. Sonra da, hani şu fırlatınca tekrar geri dönen bumerangların tekniği ile çalışan bu büyük konuşma sistemi sayesinde, konuştuklarım ne yapar eder bulur beni. Şu sıralar yine o muhterem bumerangın alnımın tam ortasına isabet ettiği günlerdeyim..
Sonunda çocuğu yemek seçen anneler kervanına ben de katıldım! Sadece katılmakla da kalmadım. Oğlum bu azimle devam ederse, sabrımdan ötürü o kervanın yetkililerinden madalya bile alabilirim.
Neyse ki yalnız değilim. Elimizde kaşık, dilimizde dua, gözlerimizde bezgin bir hüzün, kocaman bir aileyiz biz artık!
Eskiden, yani anne olmadan evvel, çocuğuna yemek yedirmek için kırk takla atan anneleri görünce cehaletimden aldığım yetkiye dayanarak akıl verir dururdum:
“Neden krepin arasına minik minik doğranmış sebzeleri gizlice sızdırmıyorsun?”
“Yumurtayı haşlayıp dilimlerinden tren yapsan, salatalıklardan da ray döşerdin, çuf çuf derken yutar giderdi çocuk!”
“Meyveleri eline alıp ısırarak yemesi şart mı canım! Yap bi’ kek, ser içine meyve dilimlerini, dök üzerine mis gibi bir babaanne muhallebisi... Pasta yaptım sana de, bak nasıl iştahla yiyecek!”
Ben böyle kendimce çözümler sunarken, karşımdaki gariban annelerin bazıları deneyip başarılı olur, bazıları da çaresiz çaresiz bakarlardı. Meğer o bakışlar “başına gelince görürsün” anlamına geliyormuş! Başıma geldi ve gördüm.
Gün boyu koca adam gibi benimle sohbet eden, her işini konuşarak çözen o akıllı, o sevgi yumağı çocuk yemek vakti gelince hasım kesiliyor! Fonda davullar çalarken, savaş boyalarımızı sürüp mutfak cephesine sürüyoruz ordularımızı. Birazdan başlayacak olan taarruzun ilk hamlesini, hürmetinden ötürü hep annesine bırakır benim evladım, sağolsun! Ve bu savaş haftanın en az dört günü yeni hamleler ve taktiklerle güncellenir. Galibi ise hiç değişmez. Bilin bakalım kim olur?!
Bildiniz. Çocuk olur tabii, kim olacak!
İstediğimiz kadar dil dökelim... aklımıza gelen her türlü yedirme politikasını uygulayalım... bu uğurda ne kadar efor sarfedersek edelim, kazanan hep çocuklar olur. Neden mi? Çünkü “yemek seçmek” hakkını onlara biz verdik!
Anahtar kelimenin “seçmek” olmasına dikkat-i âlînizi celbederim! Seçmek, eğer seçenekler varsa mümkündür. Hatırlayın kendi çocukluğunuzu? Kaçımızın annesi “Evladım bu akşam ne yemek istersin?” diye sordu? Rabbim ne verdiyse pişer, çoğunlukla tek çeşit yemek olur. Seven yer, sevmeyen... sevmeyen de yerdi! Yemezse aç kalacağını bilirdi zira. Sadece sizin değil, büyük ihtimalle sizlerin anne babalarınızın da yemek seçmek gibi bir problemi yoktu. Olamazdı, çünkü pek “seçenek” yoktu.
Şimdilerde çocuklar mutfağa değil, lokantaya girer gibi davranıyor. Annelerin watsap gruplarından, sosyal medyadan, eş dost muhabbetlerinde tanık olduğum çaresiz yakınmalardan anlıyorum ki, birçok evde yemek vakti yaşanan konuşmalar aşağı yukarı aynı:
– Anneea!.. Yemekte ne var?
– Var bir şeyler Rabbime şükür çocuğum, aç kalmazsın.
– Tamam da ne var?
– Çorba var çocuğum. Üstüne de karnıyarıkla pirinç pilavı... Oldu mu, bitti mi teftiş?
– Karnıyarık mı... Iyyy... Yemem ben onu! Çorba ne çorbası?
– Tövbe estağfirullah!.. Bana bak, nimete ıyyy denmez duymayayım bi’ daha! Yayla çorbası.
– Yayla mııııı, yaa anne niye mercimek yapmadın yaa, ben yemem ki yayla çorbasını, biliyosun!
– Evladım nesi var yaylanın, mis gibi çorba işte?
– Nanesi kokuyo onun! Pirinç pilavını da şehriyeli yapıyosun zaten. Şehriye de yemem ki ben… Karnıyarığı zaten hiç yemedim, sanki bilmiyosun. Pfffff… Ne yiyecem ben şimdi?!
– Terliğe ne dersin yavrucuğum? Tatlı olarak da terlik yaptım!
– Ne terliği?
– 37 numara anne terliği!! Güdümlü... Buradan bi’ atıyosun, karşı kirişten sekip yemek seçen şımarıklara tam isabet iniş yapıyor! İster misin?!.
Zaafımızı erken yaşta keşfedip sonuna kadar kullanma konusunda usta olan çocuklarımız, yemek konusunda geri adım atmıyorlar. Eninde sonunda, aman aç uyumasın da ne yerse yesin, diyeceğimizi bildikleri için yelkenleri indiren hep biz oluyoruz. Biz, “onu sevmiyor bunu pişireyim, ondan yemez bari bunu yesin” diye diye seçenekleri arttırdıkça çocuklar da mutfağı restoran, bizleri garson olarak görmeye ve bu yönde hizmet beklemeye devam ediyorlar.
Tamamiyle anneleri suçluyor değilim elbette. Kendim de annelikle şereflenmişken ve hele de büyük konuşma konusunda boyumun ölçüsünü çok kereler almışken, kimsecikleri kınayamam. Ama acaba diyorum, problemin kaynağına inip bu seçenek meselesinden mi başlasak çözüm aramaya?
Hayır, o sık sık duyduğunuz cümleyi kurup; “iki seçenek sunun, birini seçip yesin ama ikisi de besleyici olsun” demeyeceğim elbette. Ya şunu ya da ötekini yersin dememiz de alternatif sunmak oluyor neticede.
Ben diyorum ki, hiç seçenek sunmayalım!
Soframızda tek çeşit varsa da, kırk çeşit varsa da, “Bugün soframızda bu var. Yiyenlere afiyet şifa olsun, yemeyenlerin keyfi bilir!” demeye getirsek lafı kalplerini kırmadan?
Kendimden biliyorum, ben de anacığımın o güzel yemeklerinin bir kısmına burun kıvırarak büyüdüm. Ne zaman ki başka bir şehirde devlet yurdunun yemekhanesine mecbur kaldım, o zaman açıldı iştahım! Çünkü yurdun aşçısı bir gün bile “Bunları sevmediysen başka yemek çıkaralım mı kızım?” deyip de nazlamadı beni. İlk günler birkaç gece aç uyudum, sonra yemek sırasında önlere doğru koştura koştura efendi gibi uzattım tepsimi. Emin olun, bana bir şey olmadıysa sizin çocuklar da bir iki gece aç uyursa zafiyet geçirmez.
Sizi bilmem ama ben yarından itibaren başlıyorum denemeye. Rabbim ne verdiyse pişirip, sofrayı kurup, haydi buyur evladım diyeceğim. Yerse yer, yemezse karnını tatlı ile doyurur. 37 numara anne tatlısı ile...
Şaka bir yana, elbette çocuklar terlik yemesinler. Fakat çocuklarımızın nimetle şımarmasına dur demenin vakti gelmedi mi dostlar?