Görüş Bildir

Tavan Arası

Kitaplar Arasında

Medeniyet Mührümüz

Her yeni araştırma, tasavvufun ve tarikatların İslâm coğrafyasındaki ve tarihindeki büyük tesirinin başka bir yönünü ortaya çıkarıyor. Anlıyoruz ki sûfilerin gayret ve hizmetleriyle katkıda bulunmadığı alan yok gibi. Üstelik, Allah rızası için, riyadan uzak yapıldığından bu hizmetlerin çok azı kayda geçmiş, dile gelip anlatılmış.

Merak edenler için tasavvufa ve tarikatlara dair okumalar, şüphesiz giriş mahiyetinde kitaplarla başlamalıdır. Sonra belki yakın dönemlerde ehil bir kalemden çıkmış bir iki kitap okuyup, klasik döneme ait eserlerle devam edilmelidir.

Yakın dönemde yayınlanan, tasavvufa ve tarikatlara giriş sadedinde okunabilecek eserlerden biri de Savaş Ş. Barkçin’in Bir Kutlu Sefer adlı kitabıdır. Tasavvufa ve tarikatlara dair bir girişle başlayan eser, daha sonra tarihimizde öne çıkmış başlıca tarikatlara bölümler halinde değiniyor. “Günümüzde tasavvuf” meselesiyle de sonlanıyor. Kitaptan kısa bir bölüme göz atalım:

“İslâm dünyasının her köşesinde bir tekke, bir zaviye vardır. Kimi Kâdirî, kimi Nakşî, kimi Halvetî, kimi Şâzelî... Her toplumun içinde kandil gibi parlarlar. Edebin adresi, muhabbetin kalesidir onlar...

Nasıl mezhepler İslâm fıkhının yorumlanmasından doğmuş ise, tarikatlar da gönül yolu olan tasavvufun farklı yorumlanmasından doğmuştur. Nasıl farklı mezheplerin hepsi imanda, Kur’an’da ve Sünnet’te bir ise, farklı tarikatların hepsi de Allah’ı tanıtmakta ve Allah’a ulaştırmakta birdir.

*  *  *

Tekke, dergâh gibi yapılar bu yolların okulları olarak ortaya çıktı. Dergâhlar büyük tasavvuf yapılarıdır.

İslâm yayıldıkça onun özü olan tasavvuf da yayıldı. Hicaz’dan uzak coğrafyalara kadar... Gönül öyledir, yayılır. Yeni fethedilen yerlerdeki halk İslâm’ı müslümanların ahlâk güzelliğinden etkilenerek kabul etti.

Dervişler İslâm ordularıyla beraber cihad ettiler. Fethedilen yerlerde halka İslâm’ın güzelliğini gösterdiler.

Türklerin İslâm’la tanışması bir anlamda tasavvufla tanışmasıdır. Türklerin müslüman olmasında da, Anadolu’ya, Kafkaslar’a ve Balkanlar’a yayılarak hıristiyanların ve Moğollar’ın müslüman olmasına vesile olmasında da tasavvufun büyük rolü vardır.

Tasavvuf, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetine kendi rengini verdi. Bu topraklarda ticaretten sanata, devletten toplumun her kesimine kadar her şeye mührünü vurdu. Bu o kadar kuvvetli bir etkiydi ki, Türkçedeki deyimlerden âdetlere kadar hayatın her alanına hâkim oldu. Bugün birbirimizi ‘hû’ diye çağırmamızın da, ‘yâhû’ diye konuşmamızın da, misafiri ağırlamamızın da, Nasreddin Hoca fıkralarının da temelinde tasavvuf vardır.

Özellikle Osmanlı Devleti tasavvufa büyük önem verdi. Padişahların çoğu sûfiydi. Daha genç iken bir şeyhe bağlanırlardı. Dervişlik, Osmanlı sultanlarının tarihteki ve kendi çağlarındaki hükümdarlardan neden çok daha mütevazi, ölçülü ve edepli olduğunu bize açıklar. Bu nasıl bir edeptir? Mesela Sultan Abdülmecid gibi çok Batıcı bir sultan bile ölüm yatağında yatarken Medine’den ziyaretçiler geldiğini işitince her şeye rağmen onları kabul etmek ister. Kimseyle görüşecek takati olmayan padişah bunun sebebini şöyle açıklar: ‘Bu kişiler Peygamber Efendimiz s.a.v.’in komşularıdır. Onlarla görüşeyim, belki bu vesileyle Allah bana merhamet eder.’

Köylerden şehirlere, medreselerden saraya kadar her kesimden insan tasavvufa gönül verdi. Bu yüzden vârisi olduğumuz Selçuklu ve Osmanlı medeniyetine ‘tasavvuf medeniyeti’ diyebiliriz.”

(Savaş Ş. Barkçin, Bir Kutlu Sefer, İnsan Yayınları, İstanbul, 2017, s. 35-36-37)

Latifeler

Hiç düşündünüz mü, tarihin bir devrinde bir yerde söylenmiş bir söz, yaşanmış bir olay nasıl olmuş da kayıtlara geçmiş, sonra benzerleriyle birleşerek günümüze ulaşmış? Demek ki o meclislerde kulağı sağlam, sözden anlayan, laf kalabalığının arasında böyle inci gibi parıldayan latif sözleri fark edip zihnine kazıyanlar varmış.

Aslında günümüzde de nice meclislerde yahut hayatın içinde pek çok hikmetli sözler söyleniyor. Ama günümüzde sözün değeri azaldığından mıdır nedir, böyle inci mercan peşine düşenler kalmadı. Yine de hayatın içinden latifeleri, hazırcevap kimselerin taşı gediğine koyan sözlerini arayıp bulmak, eğer kendimiz şahit olursak da kamuya mal etmek gerekiyor. Biz de çevremizde duyduğumuz insanların latifelerinden birkaçını buraya kaydedelim.

Orada Yanar da Burada Yanmaz mı?

Taze bir latife. Üzerinden bir hafta geçmiş değil. Olay şöyle gerçekleşir:

Bir açılış vesilesiyle âdet üzere bütün köylüye ve davetlilere yemek verildikten sonra, köyden bir delikanlı arta kalan çöpleri bir yerde yakmak için toplar. Bu sırada sağanak halinde yağmur yağmış ve haliyle odunlar da ıslanmıştır. Naylon, kâğıt, karton vs. ne varsa toplayan genç, tutuşturmak için ıslanmış tahtalardan bir ikisini kırmaya çalışırken, duvarın dibinde onu izleyen yaşı sekseni geçkin yaşlı bir teyze:

– Yaş odunlar yanmaz, o öyle olmaz, diye genci uyarır.

Sabahtan beri hizmetle meşgul olan genç, hiç istifini bozmadan:

– Teyze, cehennemde yaş yanıyor da burda niye yanmasın, diyerek işine devam eder.

Islak odunların akibetini merak edenler varsa, birazdan cayır cayır yanıp çöp dağını tutuştururlar.

Ben de Biliyorum Amma…

Biz yetişemesek de, yetişmiş olanların naklettiği bir olay:

Köyün hazırcevap adamlarından biri, gençlerle karlı bir kış günü ava gider. Yaşı da biraz ilerlemiş adam, kanı kaynayan gençlere ayak uyduramaz ve üşümeye başlar. Hava ateş yakmaya pek müsait değildir. Dinlenmek için bir kayanın altına sığınırlar. Kim bilir ne zamandan kalma bir ocak kalıntısı vardır. Adam küllerin etrafına oturup ısınıyor gibi ellerini oğuşturur. Bunu gören gençler:

– Dayı sen ne ettin, ateş yanmıyor ki, deyince;

– Ben de biliyorum amma... bayağı ısındım, der.

Hikmet Ehlinden

Ey dost senin derdin ile
Yürüyeyin yâne yâne.
Dökeyin gözümden yaşı
Akıdayım dâne dâne.

Doldur gönlüm fikrin ile
Hem dilimi zikrin ile
Dost dost diye aşkın ile
Çarh urayın döne döne.

Bana seni gerek seni
Sensiz n’eylerem ben beni
Aşk şarabı cânım cânı
İçir bana kâne kâne.

Eyle cismim candan üryan
Olayın yüzüne hayran
Götür hicabı aradan
Gösteredur cânı câne.

Bu Abdurrahim-i Tırsî
Sen sultanın eksilisi
Seni umar kerem ıssı
Ulaşa sen hâne hâne.

Abdurrahim-i Tırsî k.s.

Yâne yâne: Yana yana, yanarak.
Çarh urayın: Aşktan, cezbeden pervane olup döneyim.
Kâne kâne: Kana kana, doyasıya.
Eksili: Eksik, kusurlu.
Issı: Sahibi.



Semerkand Dergi Logo