Tavan Arası
Kitaplar Arasında
Çiçeklerin Dilinden Tasavvuf: Gülşenâbâd
Ecdadımızın kitaplarını tanıdıkça büyük emek ve gayretlerinin yanı sıra hayırlı olanı, güzel sözü her seviyede insana ulaştırabilmek için ne güzel vesileler, ne hoş üsluplar bulduklarını hayretle görürüz. Mesela Feridüddin Attar hazretleri (v: h. 618 m. 1221) tasavvufu, seyru sülûku anlatabilmek için Mantıku’t-Tayr adlı meşhur eserini yazmış. “Kuşlarla Sohbet” olarak kısaca tarif edebileceğimiz bu eser kuşların dilinden hakikat arayışını, tasavvufun maksadını anlatıyor. Bu manzum eseri Gülşehrî (v: h. 717 m. 1317) bir asır geçmeden Türkçeye yine şiir olarak tercüme etmiş. Fakat bununla yetinmemiş, neredeyse yarısını kendisi yeniden yazmış. Yani yarı tercüme yarı telif güzel bir eser ortaya çıkarmış, adını da Lisânü’t-Tayr koymuş. Aynı yoldan büyük şair Ali Şir Nevâî de (v: h. 906 m. 1501) yürümüş ve bir Lisanü’t-Tayr da o yazmış.
İnsanın hakikati arayış yolculuğu böyle kuşların dilinden anlatıldığı gibi çiçeklerin, güllerin dilinden de anlatılmış. Özellikle klasik şiirimizdeki çiçek temalı semboller tasavvufî metinlerden ve tasavvufî hayatın bin bir renginden ilhamla şiirlere girmiştir. Çiçeklerinden dilinden tasavvuf denilince, en güzel eserlerden biri de Şemseddin Sivasî hazretlerinin (v: h. 1006 m. 1597) Gülşenâbâd adlı mesnevisidir. Bu güzel mesneviyi, klasik şiirimizin diline biraz hâkim olan herkes rahatça anlayıp okuyabilir. Sivasî hazretleri eserin sonunda niçin yazdığını şöyle açıklamış:
“Haber duydun mu ey sûfî-i tâlib Nedir bu ortada ale’l-metâlib?
Sülûk emrini ettim sana ta’lîm Hakâyıktan biraz irşad u ta’lîm.
Mürid ü şeyhin âdâbından imlâ / Edip ondan birazcık kıldım inşâ.
Bahane eyledim ezhâr u verdi / Beyan ettim sana ahval-i derdi.”
Bugünkü dile şöyle aktaralım: “Ey seyr u sülûk talep eden sûfi, haberin var mı, bu eser niye yazıldı biliyor musun? Bu eserle sana seyr u sülûk işini öğrettim, bazı hakikatleri irşad ve talim ettirdim. Biraz da mürid ve mürşid adabına dair yazdım. Bu konuları anlatmak için de çiçekleri bahane ettim, derdimi sana onların dilinden anlattım.”
Eserinde çiğdem, sümbül, nergis, zerrin, menekşe, lale, süsen, zambak ve nilüfer gibi çiçeklerle konuşan, onlara sorular soran Şemseddin Sivasî hazretleri, en sonunda gül ile konuşur. Onların koku, renk ve hallerinden tasavvufî hikmetlere kapılar açar.
Bu mesnevi, bir medrese âlimi, bir tekke şeyhi olarak Arapça ve Türkçe birçok eser yazmış olan Şemseddin Sivasî hazretlerinin miras bıraktığı en özel eserlerden biridir. Eserinin sonunda okuyacak kimselere şöyle seslenir:
“Ola iş bu kitabım sana gülşen / Safâsın bî-behâ fehvâsı rûşen.
Baharına hazan ermez müebbed / Safâ bezminde ol bunda muhalled.”
Yani diyor ki: “Bu kitabım sana zevkine paha biçilemez ve manası aydınlık bir gül bahçesi olsun. Böylece baharına hazan gelmez, yeter ki sen hep manevi zevk meclisinde kal.”
Eserin sonunda şöyle vasiyet eder:
“Velî budur vasiyyet sana ey yâr / Kaçan dersen bu gülşen içre ezhâr.
Unutma Şemsî’yi hayr ile yâd et / Oku bir Fatiha cânını şâd et.
Bağışlayıp ona edersen ihsan / Birine on vere ol Rabb-i Mennân.”
Şöyle diyor: “Fakat ey dost, sana bir vasiyetim var. Ne zaman bu gül bahçesinden güller derersen beni de unutma hayır ile yâd et. Bir Fatiha okuyarak ruhumu şâd et. Eğer okuyup bağışlarsan, Mennan olan Allah da sana bire on kat verir.”
Latifeler
Alıp Ahirete Götüreceğim
Ecdadımızın bir güzel hasleti de güzeli sevmesi, daima hoş ve latif olana talip olmasıdır. Öyle ki günlük konuşmalar içinde güzel sözleri hemen ayırt edip yaymışlar, kulaktan kulağa yayılan latifeler bugüne kadar ulaşmış. Zaman içinde de hacimli latife kitapları ortaya çıkmış. Bu kitapların hangi kaynaklardan beslendiğini anlamak zor değil. Öncelikle sohbet meclisleri, ağızdan ağıza rivayetler. Bir de eskilerin “derkenâr” dediği, kitapların sayfa kenarlarına, boş sayfalara, kapak içlerine not edilmiş güzel sözler, anekdotlar.
El yazma kütüphanelerimizdeki eserlerde, küçük latife mecmualarında ilgilisini bekleyen nice güzel latife mevcut. Böyle latifeleri toplayan bazı akademisyenlerimiz bunları tespit ve tahlil eden makaleler yazmış, meraklılarına yol göstermişler. Biz de bu latifeler arasından ikisini sizlerle paylaşalım.
Vaktiyle İstanbul’da Üçbaş isimli meşhur bir molla varmış. Bu kişi bir de mescit yaptırmış. Ekâbirden biri ona demiş ki:
– Efendi, siz cimrilikle meşhur bir kimsesiniz. Bu mescit yaptırma işi de nereden çıktı?
Molla şöyle cevaplamış:
– O da cimriliğimdendir. Alıp ahirete götüreceğim!
Yine İstanbul’da Revânî mahlaslı bir şair varmış. Bu zat hacdan geldikten sonra farklı işleri bırakmış, önce Bursa’da Kaplıca, sonra da Ayasofya vakıflarına bakmaya başlamış. Kırkçeşme yakınında da küçük bir mescit yaptırmış. Bu mescit yapılırken yoldan geçen Sultan Selim Han;
– Bu mescit kimindir, diye sormuş. Revânî de;
– Revânî kulunuzundur, deyince Padişah;
– Hey Ayasofya sen ne hoşsun! Yılda bir mescit doğuruyorsun, demiş.
Böylece Revanî’nin Ayasofya mütevelliliğinden iyi gelir aldığını da ince bir nükteyle deyivermiş.
Hikmet Ehlinden
Gülşenâbâd’dan Seçme Beyitler:
“Velî bu mürşid-i kâmilsiz olmaz
Yolun yanılma, bu iş onsuz olmaz.”
“Uyanık ol seherlerde safâ bul
Bu gaflet zulmetinden çık ziyâ bul.”
“Siper kıl sabrını başına derviş
Bu mürseller yoludur, olma dilrîş.”
“Hakikat gözle gel aldanma nakşa
Basiretler nazar kıl arş ü ferşe.”
Velî: Fakat.
Zulmet: Karanlık.
Ziyâ: Işık.
Mürseller: Peygamberler.
Dilrîş: Gönlü yaralı.