Huzura Çıkar mıyız?
Namaza verdiğimiz değer imanımızın kuvveti ile paralellik arz eder. Kimileri Cuma namazlarıyla yetinirken kimileri de beş vakit kılarlar. Kimileri beş vaktin yanında cemaate de riayet eder. Ehlullah ise beş vakitle birlikte, sürekli nafile namazlarla Rabbin huzuruna sürekli çıkarlar.
Namaza verdiğimiz değer imanımızın kuvveti ile paralellik arz eder. Kimileri Cuma namazlarıyla yetinirken kimileri de beş vakit kılarlar. Kimileri beş vaktin yanında cemaate de riayet eder. Ehlullah ise beş vakitle birlikte, sürekli nafile namazlarla Rabbin huzuruna sürekli çıkarlar.
Namaz kelimesinin karşılığı Arapçada “salât”tır ve çoğulu “salâvat”dır. Tekbir ile başlayıp selam ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah’a karşı tesbih, tazim ve şükrün ifadesidir. Salât kelimesi Mukaddes Kitabımız’da doksandan fazla ayette zikredilir. Bütün peygamberler namaz kılmış ve namazı ümmetlerine tebliğ etmiştir. Hicretten bir buçuk yıl kadar önce Miraç gecesinde de müslümanlara beş vakit namaz farz kılınmıştır.
Namaz kılanlardan eyle
Kaynaklarda, Hz. Peygamber s.a.v.’in beş vakit namaz farz kılınmadan önce sabah ve akşam ikişer rekât namaz kıldığı yer alır. O kendisine vahiy gelmeden evvel “Hanif” idi. Yani Hz. İbrahim a.s.’ın dininden olup putperestlikten uzaktı. Diğer ilahi dinlerde olduğu gibi bu dinde de namaz ibadeti vardı. Zira Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim a.s.’ın “Ey Rabbim beni ve zürriyetimi namaz kılanlardan eyle.” diye dua etmesi, onun da namaz kıldığının beyanıdır. Üstelik Hz. İbrahim’in Allah Tealâ’dan namaz kılan bir zürriyet istemesi, onun namaza nasıl bir değer verdiğini de ortaya koyar. Bütün peygamberler gibi Hz. İbrahim de Allah’ı razı edecek en kıymetli ameli biliyor ve neslinin Allah’ın namaz kılmasını istiyordu.
Aynı tavrı Lokman a.s.’da kendi evladına nasihat ederken de görüyoruz: “Ey oğulcuğum! Namazı kıl, uygun olanı buyurup fenalığı önle. Başına gelene sabret; doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman, 17) Hz. İbrahim a.s.’ın duasında ve Lokman a.s.’ın nasihatinde elbette bizim için ibret vardır.
Müminin miracı
Allah Tealâ, Tur Dağı’nda Hz. Musa a.s. ile kelam etmeden evvel, ondan namaz kılmasını istemiştir. Efendimiz s.a.v.’e ise bizatihi kendi huzurunda, Miraç gecesi namazı farz kılmıştır. Bu anlamda namaz kul ile Rabbin buluşmasıdır. Kulun huzura çıkmasıdır. Kulun Rabbine büyük bir disiplin ve saygıyla adeta tekmil vermesidir.
Yine namaz, kulun dünyaya niçin gönderildiğini bildiğini ve kime döndürüleceğinin farkında olduğunu günde beş defa Rabbine ikrar etmesidir. Bu haliyle namaz, dünya imtihanını kolaylaştırıp diğer ibadetler için takat verir. Nitekim Efendimiz s.a.v. “Namaz dinin direğidir.” buyurmuştur.
Rab ile kulun bu samimi ve yoğun münasebeti inançsızların çoğu için tuhaf bir rahatsızlık ve kıskançlık sebebidir. Onun için namazı, namaz kılanı sevmezler. Aynı şekilde imanı zayıf kimseler de Allah ile kulu arasındaki bu özel irtibata tahammül göstermekte zorlanırlar. Ne yazık ki kendi imanları o derece sağlam olmadığından namaz kılmayı isteseler de, kılanlara gizliden gıpta etseler de kılmazlar. Bu kişilerin tövbe ederek yüzlerini Hakk’a döndürmeleri, dinin direğini ikame etmeleri umulur; bunun için dua edilir.
Namaza verdiğimiz değer imanımızın kuvveti ile paralellik arz eder. Kimileri Cuma namazlarıyla yetinirken kimileri de beş vakit kılarlar. Kimileri beş vaktin yanında cemaate de riayet eder. Ehlullah ise beş vakitle birlikte, sürekli nafile namazlarla Rabbin huzuruna sürekli çıkarlar. Seher vakitlerinde Allah’a yalvarırlar, seccadelerini gözyaşı ile ıslatırlar.
Namaz ile elde edilen
Namaz hakkında “Gözümün nuru.” buyuran Efendimiz s.a.v.’in geceleri ayakları şişene kadar namaz kıldığını biliyoruz. O her uygulamasında olduğu gibi namaz hususunda da bize örnektir.
O’nun bize namaz kılmayı emretmesinde, söz ve uygulamalarıyla sürekli teşvik etmesinde elbette büyük hikmetler vardır. Bu meyanda şunları söyleyebiliriz: Namaz sürekli Allah’ı anmayı ve O’nunla devamlı irtibat halinde olmayı gerçekleştiren bir ibadettir. Namaz Allah’a teslim olmayı, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca O’na yönelmeyi ifade eder. İnsanın nefsini eğitir, ruhunu arındırır, kalbini aydınlatır. Kişiyi tertemiz eder, üstün ahlâkî meziyetlerle bezenmesini sağlar. Namaz, insandaki birtakım olumsuzlukları giderip temizlemekle kalmaz, nice güzellikler kazandırır. Namaz mümini iyilik, takva ve ihsan sahibi yapar. Onu sabırlı, olgun, ağırbaşlı ve alçak gönüllü bir insan haline getirir.
Namazı böyle önemsediler
Ashab-ı Kiram da tıpkı Hz. Peygamber s.a.v. gibi, namazı göz nuru bilmiş, baş tacı etmiştir. Onlar dünyanın dört bir tarafına gitmişler, insanları önce imana sonra namaza davet etmişlerdir. Her yerde saf saf cemaatler kurmuşlar, çoklarının ilk defa secde etmesine vesile olmuşlardır. Hicret’ten sonra Medine’de Efendimiz s.a.v.’in yaptığı gibi, onlar da Basra ve Kûfe şehirlerini kurarken ilk önce mescidin yerini belirlemişlerdir. Aynı hassasiyetle hareket eden evliya ve mürşid-i kâmiller de hasta hallerinde bile cemaatle namazdan ayrılmamışlardır.
Tarihte bıraktığı derin izlerle her milletten insana saygı ve özlem uyandıran ecdadımız Osmanlı ise namaz için bugün bile gıpta edilen camiler yaptırmış, üstelik camileri tam bir ilim, sosyal hayat ve muhabbet mekanları haline getirmiştir. Osmanlı medeniyetinin en ihtişamlı yapılarının camiler olması, örneğin İstanbul’un yedi tepesinde yedi muhteşem caminin olması, atalarımızın İslâm’a, camiye, böylelikle namaza ne denli değer verdiğini gösteriyor.
Onlar sadece namaz için görkemli yapılar yapmakla kalmamış, zamanını da namaza göre düzenlemiştir. Çarşı pazar sabah namazından sonra açılır, akşam ezanıyla da dükkanlar kapanırdı. Eş dostla görüşmek için “yarın ikindi namazında Sultan Ahmet’te buluşalım” gibi sözler verilirdi.
Namaz ile huzura çıkmalıyız ki huzur bulalım
Devasa ve insanı büyüleyen mabetler inşa eden ecdadımız, kendileri mütevazi evlerde otururlardı. Böyle bir hayat tarzı, yüzünü Allah’a dönmüş olmanın, dünyadan çok ahiretin tercih edilmesinin bir neticesiydi. Şimdilerde ise devasa alışveriş ve eğlence merkezleri kuruluyor. Mescitlere ne oldu diye sorarsanız, söyleyelim: Eksi ikinci katta, sekiz on metrekarelik dar, havasız bir oda... Acaba bu durum ahireti talep etmekten uzaklaştığımızı, yakamızı dünyaya kaptırdığımızı mı haber ediyor? Samimi bir muhasebe yapalım: Eğer peygamberî yoldaysak, İbrahim Halilullah’ın, Lokman Aleyhiselam’ın izlerini takip ediyorsak ne mutlu! Efendimiz’in yolu yolumuzsa gözümüz aydın!
Eğer tablo aksi yöndeyse, namaz hassasiyetimiz azaldı, namaz bizi terk etti ise veya cumadan cumaya hatırlıyorsak ciddi bir hastalıkla karşı karşıyayız demektir. Bu kalbimizde başlayan, hayatımıza sirayet eden, ebediyetimizi yakan bir hastalık.
Zararın neresinden dönülse kârdır, biliriz. O halde hemen Allah’ın engin kereminden af dileyip beş vakit namaza dönmeli. Sahibimizle, halikimizle, biricik Rabbimizle irtibata geçmeli. Namaz ile huzura çıkmalıyız ki huzur bulalım.