Görüş Bildir

İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a.

Başlangıçta uzlet haline rağbet etmiş, halkın arasından çıkmak istemişti. Zira kalbini riya ve itibar arzusundan temizlemişti. Gönlünü Hak için düzeltmişti. Bir gece rüyada Peygamber s.a.v.’in kemiklerini kabrinden topladığını ve bunlardan bazısını diğerlerine tercih ettiğini gördü. Bu hadisenin dehşetinden derhal uyandı. Halini, Muhammed b. Sîrin’in sohbetlerinde bulunanlardan birine anlattı ve yorumunu sordu. Bu zat ona şöyle dedi: Peygamber s.a.v.’in ilmini ve O’nun sünnetini hıfzetmede o kadar muazzam bir dereceye ulaşacaksın ki, orada tasarrufta bulunacak ve sahih olanını çürük olandan ayıracaksın.

Keşfü’l Mahcûb’dan

EBU’L-HASAN EL-HUCVİRÎ K.S.
(vefatı 465/1072)

İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a. 

Âlemin imamı, halkın rehberi, fakihlerin şerefi ve âlimlerin izzeti Ebu Hanife Numan b. Sabit rh.a.’in ibadetlerde ve mücadelelerde sağlam bir mevkii, tasavvuf yolunun usulü hakkında büyük bir şanı vardı. İbrahim b. Edhem, Fudayl b. İyaz, Davud-ı Taî, Bişr-i Hafî ve benzeri şeyhlerden birçok zevatın üstadı idi. (Hak Tealâ cümlesinin sırrını mukaddes kılsın.)

Başlangıçta uzlet haline rağbet etmiş, halkın arasından çıkmak istemişti. Zira kalbini riya ve itibar arzusundan temizlemişti. Gönlünü Hak için düzeltmişti. Bir gece rüyada Peygamber s.a.v.’in kemiklerini kabrinden topladığını ve bunlardan bazısını diğerlerine tercih ettiğini gördü. Bu hadisenin dehşetinden derhal uyandı. Halini, Muhammed b. Sîrin’in sohbetlerinde bulunanlar-dan birine anlattı ve yorumunu sordu. Bu zat ona şöyle dedi: Peygamber s.a.v.’in ilmini ve O’nun sünnetini hıfzetmede o kadar muazzam bir dereceye ulaşacaksın ki, orada tasarrufta bulunacak ve sahih olanını çürük olandan ayıracaksın.

Ulema arasında meşhurdur: Halife Ebu Cafer zamanında, dört kişiden birini kâdı’l-kudât (baş kadı) tayin etmeyi düşündüler. Bunlar Ebu Hanife, Süfyan-ı Sevrî, Mıs’ar b. Küdam ve Şüreyk idi. Bu dört zat devrin en büyük âlimlerinden idiler. Hepsine padişahın huzuruna celbedilmeleri için adam gönderildi. Yolda giderlerken Ebu Hanife rh.a., “Ben her birimizin şu gidişi hakkında bir öngörüde bulunayım mı?” diye sordu, isabet olur, dediler. Bunun üzerine Ebu Hanife, “Ben bir yolunu bularak bu kadı olma işinden kendimi kurtaracağım, Süfyan firar edecek, Mıs’ar kendisini deli gösterecek ve Şüreyk de baş kadı olacak.” dedi.

Yolda giderken Süfyan kaçtı ve bir gemiye sığındı, “Allah aşkına beni saklayın, başımı kesmek istiyorlar” dedi. Bu tutumu Hz. Peygamber s.a.v.’in, “kadı tayin edilen bıçaksız boğazlanmıştır” hadis-i şerifine dayanıyordu. Onu sakladılar. Geriye kalan üçü huzura çıkarıldı. Mansur önce Ebu Hanife’ye;
 

– Kadılık görevini senin üstlenmen gerek, dedi. Ebu Hanife: 

– Ey müminlerin emiri, ben Arap değilim, Arapların ileri gelenleri vereceğim hükme razı olmazlar, dedi. Halife Mansur;

– Olmaz! Bu işin soy sopla ilgisi yok! Bu vazife için ilim gerek, âlimlerin önde geleni de sensin, dedi. Ebu Hanife;

– Ben bu işe layık değilim, dedi ve ekledi: Layık değilim şeklindeki sözüm şu iki durumun dışında olamaz. Şayet doğru söylediysem, bu işe layık olmadığımı bizzat ifade ettim. Eğer yalan söylediysem, yalancı birinin müslümanlara kadı tayin edilmesi uygun değildir. Zaten sen de yalancı birini kendine vekil tayin etmeyi, davaları ona havale etmeyi caiz görmezsin!

Ebu Hanife bunu dedi ve kurtuldu.

Tam bu sırada Mis’ar ileriye atıldı ve Halife’nin eline sarılarak: 

– Nasılsın, çoluk çocuk nasıllar, malların ve hayvanların durumu nasıl, dedi. Halife Mansur: 

– Bu adam deli, hemen dışarı çıkarın, dedi. Sonra Şüreyk’e: Kadılık görevini senin üstlenmen icab ediyor, dedi. Fakat o: 

– Ben hasta bir adamım, diye mazeret beyan etti. Halife: 

– Tedavi olursun, olur biter, dedi ve kadılık görevi ona verildi. 

Bu hadise iki bakımdan Ebu Hanife rh.a.’in kâmil bir zat olduğunun alâmetidir: Biri, her birisi hakkındaki öngörüsünün isabetli oluşu, diğeri selamet yolunu buluşu, halkın verdiği makam ve itibara aldanmamasıdır. 

Bu menkıbe, melâmetin (itibar ve şöhretten kaçınmanın) sıhhatine kuvvetli bir delildir. Zira bu büyüklerin üçü de bir çare ile kendilerini halktan uzak tutmuşlardır. Bugün ulemadan hiçbiri bu tür bir muameleye ve hareket şekline başvurmamaktadır.

İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a. diyor ki: 

“Nevfel b. Hayyân vefat edince rüyamda kıyametin koptuğunu gördüm. Bütün halk hesaba çekiliyordu. Peygamber s.a.v.’i, havzının başında duruyor gördüm. Sağında ve solunda da şeyhler duruyordu. Güzel yüzlü, başındaki ak saçları aşağıya doğru sarkmış ve yanağını Peygamber’in yanağı üzerine koymuş bir pîr gördüm. Nevfel onun yanında duruyordu. Beni görünce, bana doğru geldi ve selam verdi. Ona, ‘Bir bardak su verir misin?’ dedim, ‘Peygamber s.a.v.’den izin almadıkça olmaz’ dedi. Peygamber s.a.v. ona parmağı ile işaret etti. O da bana suyu verdi. Suyu içtim, talebelerime ve arkadaşlarıma da içirdim. Fakat yine de bu bardaktan hiç su eksilmemişti. Dedim ki: ‘Ya Nevfel, Peygamber’in sağındaki şu pîr kimdir?’ Dedi ki ‘O İbrahim a.s.’dır, öbürü de Ebu Bekir Sıddîk.’ Ben soruyordum o da parmağıma bir düğüm bağlıyordu. Böyle kendisine on yedi kişiyi sordum. Uyandığım zaman parmağımda on yedi düğüm gördüm.”

Yahya b. Muaz Razî rh.a. anlatıyor: “Rüyada Peygamber s.a.v.’i gördüm ve hemen sordum: ‘Sizi nerede bulabilirim?’ Buyurdu ki: ‘Ebu Hanife’nin ilminin yanında.’”

Naklederler ki Davud Tâî rh.a. tahsilini bitirip ilimde söz sahibi ve şöhretli hale gelince, Ebu Hanife’ye gelerek “Şimdi ne yapacağım?” diye sordu. Şu cevabı aldı: “Artık amele sarılmalısın. Zira amelsiz ilim ruhsuz beden gibidir.”

Onun, verâ ve takva hususunda pek çok hoş halleri ve meşhur kerametleri vardır. Bunlar şu kitaba sığmayacak kadar fazladır. 

Ben (Hucvirî) Şam’da iken, bir gün Peygamber s.a.v.’in müezzini Bilal r.a.’ın kabri başında uyumuştum. Rüyada kendimi Mekke’de gördüm. Benî Şeybe kapısından Peygamber s.a.v.’in çıkageldiğini gördüm. Yaşlıların çocukları bağrına bastığı gibi bir pîri şefkatle kucaklamış olduğunu gördüm. Hemen O’na doğru koştum, ellerini ve ayaklarını öptüm. Hz. Peygamber’in kucakladığı bu pîr acaba kimdir ve bu ne haldir diye hayret ediyordum. Peygamber, iç halime ve düşünceme vâkıf oldu ve: “Bu zat senin ve memleketinin halkının imamıdır.” dedi. Gördüğüm bu rüya sebebiyle kendim ve hemşehrilerim hakkında büyük bir ümit sahibiyim.

Kurban olayım sana ey büyük imam, elbette ki ilim amelle birlikte olmazsa hâlis halde bulunmaz! Sadece ilimle yetinen hiç kimse hakiki manada âlim olmaz; âlim sadece ilimle yetinmez. Çünkü ilmin bizzat kendisi ameli icap ettirir. Mücahedesiz müşahede olmadığı gibi amelsiz ilim de olmaz. Zira ilim amelin mirası ve sonucudur. Faydalı ilmin ortaya çıkarılması ve açılması amelin bereketi sayesinde olur. Hiçbir manada amel ilimden ayrılamaz. Nitekim güneşin ışıklarını da güneşin kütlesinden ayırmak mümkün olmaz. Başarı Allah sayesindedir.

Cüneydiyye Yolu

Cüneydîler, Ebü’l-Kasım Cüneyd b. Muhammed rh.a.’e intisap ederler. Çağındakiler Cüneyd’e: “Tâvusu’l-Ulema” (Âlimlerin Süsü) derlerdi. “Seyyidü’t-Tâife” (Sûfilerin Efendisi) ve “İmamü’l-Eimme” (Fakihlerin İmamı) idi. Onun yolu Tayfuriyye’nin aksine, sahv (ayıklık; istiğrak ve şatahattan uzak durma) esası üzerine kurulu idi. Mezheplerin en tanınmışı ve en meşhuru onun yolu idi. Benim şeyhlerimin cümlesi Cüneydî idiler. Burada belirtilenler dışında da Cüneydîler ile Tayfurîler arasında farklar vardır. Fakat ben söz uzar endişesi ile kısa kestim. Daha fazlasına ihtiyaç duyan kimsenin bunu öğrenmek için diğer yerlerden bunu okuması icap eder. 

Hikâyât’ta görmüştüm: Hallac-ı Mansur, galebe halinde iken şeyhi Amr b. Osman’ı terk ederek Cüneyd’e geldi. Cüneyd ona: “Niçin geldin?” dedi. “Şeyh ile sohbet etmek için” dedi. Cüneyd: “Biz mecnunlarla sohbet etmeyiz, çünkü sohbet için sıhhat lazım. Eğer sohbetimde bulunursan Sehl Tüsterî ve Amr’a davrandığın gibi davranırsın” dedi. Hallac ise, sahv ve sekr’in kulun iki sıfatı olduğunu, vasıfları fani oluncaya kadar kulda bu sıfatların mevcut olduğunu söyledi. 

Hallac, şeyhlerine karşı vefasızlığını ve sadakatsizliğini ileri sürerek sohbetine kabul etmeyen Cüneyd’e sahv ve sekr halinde olduğundan bahsederek kendisini mazur göstermeye çalışmış, lakin Cüneyd “Asıl sahv ya da sekr halinde bulunanlar şeyhlere karşı vefakâr davranır, sadakat gösterir” manasına gelen sözler söyleyerek onu sohbetine kabul etmemiştir. En iyi bilen Allah Tealâ’dır. 


Semerkand Dergi Logo