Görüş Bildir

Korkuların İlacı: Allah Korkusu

Korku tabii bir duygudur ve her insanda değişik biçimlerde ortaya çıkar. Bizleri yaratarak hayat bahşeden ve hayatımızı sürdürmemiz için her türlü nimeti ve imkânı var eden Yüce Rabbimiz, korkulması gereken gerçek makamın kendisi olduğunu bildirerek; "Sadece benden korkun." (Bakara 40) buyurmuştur. Bu ilahî buyruğun yer aldığı ayet-i kerimenin tamamının anlamı şöyledir:

“Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun.”

İlahî gazabı celbedenler

İsrâil, Yakub a.s.'ın lakabıdır. Allah Tealâ, Hz. Yakub gibi seçkin bir kuluna nisbet ederek andığı Tevrat ehli yahudilere hitap ederek, kendilerine vermiş olduğu büyük nimeti hatırlamalarını emretmektedir. Bu büyük nimet, 'kitap' ve 'peygamberlik'tir. Medine’ye hicret eden Rasul-i Ekrem Efendimiz s.a.v. onlara İslâm’ı, Kur’an’ı ve kendisini arz etmiş ve beklenilen peygamberin kendisi olduğunu belirtmişti. Yahudiler bir peygamberin geleceğini biliyor ve onu bekliyorlardı. Allah Tealâ onlara sözlerinde durmalarını hatırlattı ve ahitlerini bozmaktan kaçınmalarını, sadece Allah’tan korkmalarını emretti. Onlar yine bu emri de yerine getirmediler. Allah’tan korkmayarak sapıklıklarını sürdürdüler.

Allah Tealâ ahitlerini bozanları, zalimleri, zorbaları, topluma eziyet ve işkence edenleri, büyüklük taslayanları elbette hesaba çekecek ve cezalandıracaktır. “Şüphesiz Rabbinin yakalayıp tutuşu pek şiddetlidir.” (Büruc 12) mealindeki ayet-i kerimede, O'nun hesaba çekmesinin ve cezalandırmasının çok şiddetli olacağı hatırlatılmakta ve onların feci sonları haber verilmektedir. Kur'an-ı Kerim’de buna benzer tehditleri ihtiva eden “vaîd ayetleri” dediğimiz ayetler epeyce bir yer tutar. Allah Tealâ, Kur'an-ı Kerim’de zalimlikleri ve taşkınlıkları sebebiyle helâk edilen kavimlerden ve onların perişan yurtlarından bahseder. Nuh ve Lût peygamberlerin kavimlerinin akıbeti, Âd, Semûd ve Medyen halkının acıklı sonu, Firavun’un ibret dolu hayatı ve korkunç ölümü bu misaller arasındadır. Şu ayetler bunun çok sayıdaki misallerinden birini teşkil eder:

“İşte Rabbin, kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü O’nun yakalaması, çok acı ve çok çetindir. Şüphesiz ahiret azabından  korkanlar için  bunda elbette ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün bütün mahlukatın hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu sadece sayılı bir süre için erteliyoruz. O gün geldiği zaman hiç kimse O’nun izni olmadan konuşamaz. Oraya toplananlardan kimi bahtsız, kimi bahtiyardır. Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada bir soluk alıp verişleri vardır ki!..” (Hûd 102-106)

Bu ve benzeri daha pek çok ayet-i kerimede, Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelen; küfür ve şirkte, zulüm ve azgınlıkta ısrar eden toplumların sonunun, önceki milletlerin akıbetinden farklı olmayacağına dikkat çekilir. Bunlardan ibret almamız istenir. Efendimiz s.a.v.: “Allah Tealâ, zalime, zulmünden vazgeçmesi için bir süre  tanır. Neticede onu yakaladı mı, artık bırakmaz.” buyurmuş, sonra da: “Rabbin kasabaların zalim halkını yakaladığı zaman böyle yakalar!” (Hûd 102) ayetini okumuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 12)

İçeri o girince

Allah korkusu insana her türlü hayrın kapısını açar ve onu bütün kötülüklerden korur. Allah Tealâ'ya karşı duyulan saygı ve korkunun mümin kişiye neler kazandırdığını güzel bir biçimde anlatan bir hadis-i şerifi, Muhammed b. Sa‘d babası Sa‘d b. Ebu Vakkas r.a.'dan şöyle nakleder:

"Ömer r.a. Rasulullah s.a.v.'in yanına girmek için izin istedi. Bu sırada Allah Rasulü'nün yanında Kureyşli kadınlar bulunuyordu. Kadınlar Rasulullah'tan bazı isteklerde bulunuyorlar ve kendilerine daha çok vermesini istiyorlardı. Bu konuşma sırasında kadınların sesi Rasulullah'ın sesinden yüksek tonda idi. O, Ömer'e izin verince bu kadınlar hemen perdeye doğru koşuştular. Ömer huzura girdiğinde Rasulullah s.a.v. (kadınların haline) gülüyordu. Ömer r.a.:

– Allah senin yüzünü hep güldürsün ey Allah'ın Rasulü! Babam anam sana feda olsun, sizi güldüren nedir, diye sordu. Hz. Peygamber s.a.v.:

– Yanımda bulunan şu kadınların haline hayret ettim. Senin sesini işitince hemen perdeye doğru koştular, buyurdu. Ömer r.a.:

– Babam anam sana feda olsun, sen onların saygı ve hürmetine benden daha layıksın, dedi. Sonra kadınlara dönerek şöyle seslendi:

– Ey kendi kendilerinin düşmanı kadınlar! Rasulullah'tan çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?!

Kadınlar ona şöyle dediler:

– Evet, sen Rasulullah'tan daha şiddetli ve katısın!

Bunun üzerine Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:

– Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki ey Hattab'ın oğlu, şeytan sana hiç yaklaşamaz. Sen bir yola girsen, şeytan mutlaka senin bulunduğun yoldan başka bir yola girer!" (Buhârî, Bed’ü'l-Halk 11, Ashâbi'n-Nebî 6, Edeb 68; Müslim, Fezâilü's-Sahâbe 22; Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ 7/304, 9/88; Ahmed, el-Müsned, 3/71-72, 144-145, 169)

İblisin çekindiği kimseler

Allah korkusu gönlüne yerleşmiş, kalbine kök salmış kimseler, bunun kendilerine sağladığı faydayı hem bu dünyada hem de ahirette görürler. Dünyada iken Allah Tealâ'nın yasakladığı kötülüklerden bu sayede uzak kaldıkları gibi, diğer korkulardan da kurtulmanın yolunu bulmuş olurlar. İlahî korkudan uzak yaşayanlar ise kendilerince diledikleri gibi yaşarken, ilahî gazap ve cezalandırmanın kendilerine hemen erişmemesine, belli bir süre mühlet verilmiş olmasına aldansalar da, nihayetinde Rablerinin huzuruna çıkarak hesap verecek ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaklardır.

Şeyh Kelâbâzî rh.a. yukarıda nakletmiş olduğumuz hadis-i şerifi açıklarken şöyle der:

Bu hadisin zâhirine bakan birinin aklına şu soru gelebilir: Acaba şeytan Hz. Ömer r.a.'dan çekiniyor da Hz. Peygamber s.a.v.'den çekinmiyor mu? Şeytan kadınların orada bulunması sebebiyle orada hazır olmuştu. Hz. Ömer r.a.'ın gelmesiyle kaçıp gidince kadınlar da hemen perdenin arkasına koştular. Nebî s.a.v. ise bunları müşahede etmekteydi. Elbette Rasul-i Ekrem s.a.v. Hz. Ömer r.a.'dan derece olarak daha yüksek, mertebe olarak daha üstündü. Ömer r.a. bile Rasulullah'tan çekinirken, şeytanın ondan çekinmemesi mümkün mü?

Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Bu hadis-i şerifte, Rasul-i Ekrem s.a.v.'in huzurunda şeytanın hazır bulunduğuna delalet eden bir mana yoktur. Burada Hz. Peygamber, kadınların Hz. Ömer'den çekinmelerinin sebebini haber vermekte ve şöyle demektedir: "Şeytan bile senden çekinirken, bu kadınlar nasıl çekinmesin!" Eğer mevcut durum şeytanın hazır bulunmasını gerektiren bir halde olsaydı, bu durumda o hal masiyet içeren bir hal olurdu. O zaman da Rasulullah s.a.v. bu kötülüğe engel olur, kadınları bundan menederdi. Allah Rasulü'nün böyle bir şey yapmadığı bilindiğine göre, o kadınların halinin şeytanın hazır bulunduğu Allah'a isyan hali üzere olmadığı kesin biçimde anlaşılmış olur.

"Kadınların sesi Rasulullah'ın sesinden yüksek tonda idi" sözü şu anlama gelebilir: Bu sözlerle kadınların seslerinin daha yüksek çıkması değil, sayılarının daha çok olması sebebiyle daha ziyade onların seslerinin duyulmakta olduğu kastedilir. Eğer gerçekten kadınların seslerinin yüksek çıkması kastediliyorsa, bu durumda söz konusu hadisenin, müminlerin seslerini Rasulullah s.av.'in sesinin üzerine çıkarmalarını yasaklayan Hucurat suresinin ilgili ayetinin inmesinden önce yaşanmış olabilir.

Diğer taraftan, şeytanın Hz. Ömer r.a.'dan korkarken Hz. Peygamber s.a.v.'den korkmaması mümkündür. Bunun açıklaması şudur: Şeytan eğer Hz. Peygamber'den korksa ve çekinse, bu durum şu iki sebepten birine dayanırdı. Ya yüceliğinden ve tazim duygusundan dolayı korkması gerekirdi. Böyle bir korku ve çekinme fazilettir, fakat bilindiği gibi şeytan faziletten en uzakta olan varlıktır. Yahut başına gelebilecek cezalandırma korkusundan dolayı Hz. Peygamber s.a.v.'den korkması gerekirdi. Halbuki Peygamber s.a.v. onu hafife aldığından ve kendisine değer vermediğinden şeytanı cezalandırmada aceleci değildi. Çünkü şeytanın kendisini fitneye düşürmesinden ve vesvese vermesinden korkmuyordu. Gerçekten de şeytan bundan ümidini kesmişti, ona vesvese vermiyor ve kendisine yaklaşmıyordu. Cezalandırmayacağından emindi, Rasulullah'ın haline aldanarak ondan çekinmiyordu. Allah'ın mekrinden de kendini güvende görüyordu. Bu iki hal, yani Allah'ın rahmetine güvenerek aldanmak ve tuzağından kendini güvende görmek, şeytanın belirgin iki sıfatıdır.

Hz. Ömer r.a. ise şeytanın fitnesinden ve vesvesesinden korkmaktaydı. Bu yüzden şeytana karşı hazırlıklı ve tetikte durmakta, onunla mücadele etmekteydi. Onun bu hazırlıklı ve tetikte olma hali şeytanı korkutmaktaydı. Bu yüzden ondan sakınmak maksadıyla Hz. Ömer'in girdiği yolu ve sokağı terk etmekteydi. Rasul-i Ekrem s.a.v. ise şeytana aldırış etmiyor, hafife aldığı ve küçümsediği için onu hiç düşünmüyordu. O'na göre şeytan bir hiçti. (Kelâbâzî, Bahrü'l-Fevâid, 1/366)

Ebu Hanîfe, Hammâd'dan o Mücâhid'den ve Saîd b. Cübeyr'den şöyle dediklerini rivayet eder: "Şeytan herhangi birinizden, sizin ondan kaçmanızdan daha şiddetli kaçar. Sizden birine musallat olursa sakın ondan kaçmasın; kaçarsa üzerinize biner. Bunun yerine siz ona saldırın ki o sizden kaçsın!" (Ebu Yûsuf, el-Âsâr, s. 128)

Büyüklerden biri şöyle der: "Eğer Allah Tealâ şeytandan kendisine sığınılmasını emretmeseydi, ben ondan istiâzede bulunmazdım!"

Eğer düşman bilinip ona karşı hazırlık yapılırsa şeytan, yaklaşamayacak kadar yorgun ve bitkin düşürülmüş olur. Şu hadis-i şerifte ifade edilenlere dikkat buyurunuz:

"Müezzin ezan okuduğunda, şeytan arkasını döner ve yellenerek (düşmanlık göstererek) kaçar!" (Buhârî, Amel fi's-Salât 18, Bed’ü'l-Halk 11; Müslim, Salât 16, 17, 18, 19, 83; Ahmed, el-Müsned 13/486, 25/89, 194; Mâlik, el-Muvatta’, Salât 1; Dârimî, Salât 11)

Kendisine kastı olmayana karşı şeytanın durumu böyle olunca, kendisine karşı hazırlıklı olan, Allah'ı zikrederek O'na sığınanlara karşı durumu nasıl olur? Bununla birlikte peygamberler ve büyük velîler diğerlerinden farklı olarak ona aldırmaz ve onu hiç düşünmezler. Şeytan onları da kandıracağını zanneder, fakat kendisi aldanır. Başkalarına kurduğu tuzakların onlara da geçerli olacağını umarak onlara yaklaşır; fakat zarar veremediği gibi, ateşe karşı kendini güvende gören ve yaklaşarak yanan kelebek gibi kendisine zarar verir.

Korkuları korkutanlar

Allah Tealâ'ya olan güveni, korkusu ve tevekkülü sebebiyle kendisini güvende gören, bu sebeple hiçbir korkuya iltifat etmeyen ve onunla meşgul olmayan kimseyi Allah Tealâ korku ve kaygılardan emin kılar.

Bu emniyette kılınma hali, bazen yırtıcı ve saldırgan hayvanlara karşı bile olabilir. İbn Ömer r.a.'dan gelen şu hadis-i şerif böyle bir olayı anlatır:

Abdullah b. Ömer r.a. bir yolculuğa çıkmıştı. Bir de baktı ki insanlar yolun ortasında toplanmış vaziyetteler. İbn Ömer "Neden buradasınız?" diye sordu. Dediler ki "Şu aslan insanların geçeceği yolu kesmiş!" Bunun üzerine İbn Ömer indi, yürüyerek gitti, aslanı kulağından tuttu ve yoldan uzaklaştırdırdıktan sonra şöyle dedi: "Senin hakkında Rasulullah s.a.v. doğruyu söylemiş! Ben O'nun şöyle buyurduğunu işittim:

"Eğer âdemoğlu Allah'tan başkasından korkmazsa, Allah ona başkasını musallat etmez (korkulacak durumda bırakmaz). Âdemoğlu umudunu bağladığı şeye bağlı kılınmıştır. Eğer âdemoğlu Allah'tan başkasına umut bağlamış olmasaydı, Allah da onu başkasına muhtaç bırakmazdı!" (Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl 1/176, 3/80, 4/147; Kelâbâzî, Bahrü'l-Fevâid 1/369; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk 31/171; Hatlî, et-Dîbâc, s. 112)

Ebu Abdullah b. Cellâ rh.a.'e "Allah'tan korkan kişi kimdir?" diye sorulunca; "Korkulardan kendisini kurtaran kişidir!" karşılığını vermiştir.

Büyüklerden birine sormuşlar: "Allah'tan korkan kişi kimdir?" Şöyle demiş: "Korkuların kendisinden korktuğu kişi!"

Böyle kişi, Allah Tealâ'nın korkusunun kendisine tamamen hâkim olmasıyla adeta büsbütün korkuya dönüşmüş ve her şeyin kendisinden korktuğu kişidir. Tıpkı "Cehennem kıyamet günü 'Çabuk geç ey mümin, nurun alevimi söndürecek!' der." hadis-i şerifinde ifade buyrulduğu gibi. (Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl 1/128, 2/306; İbn Adî, el-Kâmil 8/130; Temmâm, el-Fevâid I, 375; Ebû Nuaym, el-Hilye 9/329; Beyhakî, Şu‘abü‘l-Îmân 1/578)

İşte Hz. Ömer r.a. da, Allah korkusunu bütün varlığına tamamen yerleştirdiği için korkuların kendisinden korktuğu vasıftaydı. Nebî s.a.v. de Rabbini müşahedesi sayesinde bütün korkulardan emniyette bulunanların vasfını taşımaktaydı.

Müminlerin sahip olması gereken en önemli niteliklerden biri, Allah korkusunu her şeyin üstünde tutmalarıdır. Bunun göstergesi de, O'nun emirlerine karşı gelmekten sakınmalarıdır. Şu ayet bizi bu konuda uyarır. “Allah sizi kendisinin emirlerine karşı gelmekden sakındırır.” (Âl-i İmrân 28).

Allah Tealâ’nın bizi sakındırdığı, yapmamızı istemediği her şey, hem dünyada hem de ahirette bizim yararımızadır. Müminin hayatı Rabbinin çizdiği sınırlar içinde olmalıdır. Bu sınırları aşan, tehlikeye düşmüş olur. Mümin bir kişi, din kardeşlerine ve İslâm’a zararı dokunacak, dine aykırı düşecek tarzda kâfirlerle dostluk ve işbirliğine de girmez. Diğer taraftan müminler, bütün insanlara karşı olumlu yaklaşmaktan, âdil davranıştan, iyilik yapmaktan men edilmemiştir. 

Allah’a ve ahiret gününe inanmayarak sadece gününü gün etmeye bakan bazı kişiler, fertlerin ve toplumların başına gelen büyük felaketleri günah ve isyan ile alakalı görmeyip, tesadüflere bağlı tabiat olayları diye değerlendirirler. Allah’a inanan akıl ve izan sahipleri ise bu olaylarda Allah’ın güç ve kudretini, zalimlere ve azgınlara verdiği ibret derslerini görürler. Nitekim daha önceki kavim ve ümmetlerin helâkinden önce onlara gönderilen peygamberler, uğrayacakları kötü akıbeti haber vermişlerdi. Bu haberler aynen gerçekleşti. Rasul-i Ekrem s.a.v.'den sonra bir peygamber gelmeyeceğine göre, Kur’an ve Sünnet’in bu yöndeki uyarılarına iyice kulak vermek gerekir.

Allah Tealâ'nın ve Rasulü s.a.v.'in bizi sakındırdığı, yapmamızı istemediği her şey, hem dünyada hem de ahirette bizim lehimizedir. Müminlerin sahip olması gereken en önemli niteliklerden biri, Allah korkusunu her şeyin üstünde tutmalarıdır. Bunu elde eden kimse, bütün hayırları elde etmiş sayılır.



Semerkand Dergi Logo