Görüş Bildir

Kendin İçin Ne İstiyorsan

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe (mükemmel) iman etmiş olamaz.” Hadis-i Şerif

Sevgili Peygamberimiz s.a.v. ümmetine kıyamete kadar rehberlik edecek güzel sünnetler, güzel bir yol bırakmıştır. O, yaşayısıyla müminlere örnek olduğu gibi kutlu sözleriyle de ümmetini irşad etmiştir. Gerçek anlamda mümin olmanın, imanı kemâle erdirmenin yolunu O bizlere tarif eder. Bu meyanda meşhur bir hadis-i şerif şöyledir:

Enes b. Mâlik r.a. Allah Rasulü s.a.v.’in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe (mükemmel) iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İmân, 6; Müslim, İmân, 71; Nesâî, İmân, 19; Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 59; İbn Mâce, Mukaddime, 9)

Bu hadis-i şerifin diğer bir lafzı şöyledir: “Kul kendi nefsi için sevdiği hayrı insanlar için de sevmedikçe, imanın hakikatine erişemez.” (Ahmed, el-Müsned, 3/176, 251, 272, 289)

Bu rivayet, birinci rivayetin gerçek manasına da açıklık getirir. Yani önceki rivayette yer alan, imanın bulunmadığı sözünden maksat, imanın hakikatine ve kemâl noktasına ulaşılmadığını ifade eder.

İman ve kardeşlik ilişkisi

Bu hadis-i şerif, müminler arasındaki kardeşlik duygularının ne kadar ileri seviyede bulunması gerektiğinin bir sembolü niteliğindedir. Biz hadis-i şerifin metninde geçen “mümin olmaz” lafzını “mükemmel iman etmiş olmaz” şeklinde çevirdik. Çünkü hadisin Ahmed b. Hanbel rh.a.’in Müsned’inde geçen rivayetinde de görüldüğü gibi kastedilen anlam budur. Bu ifade tıpkı; “filan kişi insan değildir” dememize benzer. Bu sözle onun insanlıktan çıktığını değil, bazı insanî niteliklerinin noksan olduğunu anlatmak isteriz.

Hadis-i şerifte bize anlatılmak istenen şudur: Mümin bir kişi, kâmil imanın gereği olarak sevdiği bütün hasletleri mümin kardeşi için de sevmeli, kendisi için kötü ya da çirkin bulduğu her şeyi mümin kardeşi için de öyle görmelidir. Bir kimsede bu erdemin yok oluşu imanın kemâlinde eksiklik anlamına gelir.

Nitekim Allah Rasulü s.a.v.’in Ebu Hüreyre r.a.’a; “Kendin için sevdiğin şeyleri insanlar için de sev ki mümin olasın!” dediği nakledilmiştir. (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Mâce, Zühd, 24; Ahmed, el-Müsned, 2/310; Harâitî, Mekârimü’l-Ahlâk, s. 42; Ebu Nuaym, Hilye, 10/365)

Rivayet edildiğine göre Muaz b. Cebel r.a., Efendimiz s.a.v.’e imanın en faziletli amelinin ne olduğunu sordu. O da buyurdu ki:

– Mümin için en faziletli amel Allah için sevmek, Allah için nefret etmek ve dili sürekli Allah’ın zikrinde çalıştırmaktır.

Muaz r.a. tekrar;

– Acaba bu nasıl olur ey Allah’ın Rasulü, diye sordu. Efendimiz s.a.v. de şöyle buyurdu:

– Kendin için sevdiğini insanlar için de seversin, kendin için nefret ettiğin şeylerden insanlar için de nefret edersin. Hep hayrı söylersin ya da susarsın! (Ahmed, el-Müsned, 5/247)

Efendimiz s.a.v. başka bir hadis-i şerifinde cennete girmenin bu haslete sahip olmaya bağlı olduğunu belirtmiştir. Yezîd b. Esed el-Kasrî r.a. anlatır:

“Rasulullah s.a.v. bana;

– Cenneti sever misin, dedi. Ben;

– Evet, dedim. Allah Rasulü s.a.v. de şöyle buyurdu:

– Öyleyse kendin için sevdiğin şeyi kardeşin için de sev. (Ahmed, el-Müsned, 4/70; Hâkim, el-Müstedrek, 4/168. Ayrıca bkz. Tirmizî, Zühd, 2)

Amr b. Âs r.a.’dan şöyle rivayet edilir. Rasulullah s.a.v. buyurdular ki:

“Kim cehennemden uzaklaştırılarak cennete girmek isterse Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş olarak ölsün, insanların kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa kendisi de onlara öyle davransın.” (Müslim, İmâre, 46; Nesâî, Biat, 25; İbn Mâce, Fiten, 9; Ahmed, el-Müsned, 2/161)

Bu hadis-i şerifler şu hususu gayet açık olarak ortaya koyar: Mümin kişinin imanın kemâle ermesi, cehennemden kurtularak cennete girebilmesi için, kendisi için sevip istediği şeyleri aynı zamanda mümin kardeşleri için de sevip istemelidir.

Bununla kastedilen diğer bir husus da şudur: Kişinin kendi nefsi için istediği şeyin kendisinin kardeşine verilmesini istemek değil, bir benzerinin ona verilmesini istemesidir. Çünkü çoğu şeyin tek olan aslı iki kişide bulunamaz. Şu halde hadis-i şerifte, kendi elindeki nimet alınmadan yahut noksanlaşmadan bir benzerinin din kardeşine verilmesini istemek kastedilmektedir. Bu da ancak imanı kâmil müminden beklenebilecek bir erdemdir.

‘Kendim ve senin için’

Hz. Peygamber s.a.v.’in öğrettiği bu güzel hasletin O’nun tarafından ve bizden önceki sâlih kimseler tarafından nasıl uygulandığına dair bazı örneklere bakalım.

Ebu Zer r.a.’dan şöyle rivayet edilir: Rasulullah s.a.v. bana buyurdu ki:

“Ey Ebu Zer! Ben seni zayıf biri olarak görüyorum; kendim için istediğim şeyi senin için de istiyorum. İki kişiye bile olsa sakın âmir olma ve sakın yetimin malını yönetme işini üstlenme!” (Müslim, İmâre, 17; Ebu Davud, Vasâyâ, 4; Nesâî, Vasâyâ, 10)

Allah Rasulü s.a.v.’in bunu Ebu Zer r.a.’a yasaklamasının sebebi, onun bu konularda zayıf olduğunu görmüş olmasıydı. O, bu konuda zayıf olan herkes için aynı şeyi isterdi. Ancak kendisi insanları yönetme vazifesini üzerine almıştı. Çünkü Allah Tealâ bu konuda kendisine güç ve kuvvet bahşetmiş ve bütün insanları kendisine itaate çağırmasını emir buyurmuş, insanların din ve dünya işlerinin yönetimini üzerine almasını emretmişti.

Hz. Ali r.a. şöyle rivayet eder: Rasulullah s.a.v. bana şöyle buyurdu:

“Kendi nefsim için razı olduğum şeye senin için de razı olurum (isterim), kendi nefsim için hoşlanmadığım şeyden senin için de hoşlanmam. Cünup iken Kur’an-ı Kerim’i okuma, (namazda) rükûda iken de okuma, secdede iken de okuma!” (Mâlik, el-Muvatta’, 1/80; Müslim, Salât, 209; Dârekutnî, es-Sünen, 1/118-119; Abdürrezzâk, el-Musannef, nr. 2833, 2836)

Muhammed b. Vâsi rh.a. eşeğini satmak istiyordu. Adamın biri yanına gelerek;

– Bu hayvan benim için uygun mu, diye sordu. O da;

– Eğer uygun olsaydı satmazdım, dedi.

O bu sözüyle, kendisi için razı olmadığı şeye kardeşi için de razı olmadığını ortaya koymuştur. Bütün bunlar dinin kapsamına giren ve müslümanlara karşı samimi davranmayı gerektiren konulardır.

Nu‘man b. Beşîr r.a.’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerif de, din kardeşini üzen şeyden mümin kişinin üzüntü duyması ve onun derdiyle dertlenmesi gerektiğini anlatır:

“Müminler birbirlerine karşı sevgi, şefkat ve merhamette tek bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca bütün vücut rahatsız olur ve uykusuz geceler.” (Buhârî, Edeb, 26; Müslim, Mesâcid, 125; Ahmed, el-Müsned, 4/268, 270; İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 233)

Samimiyetin tezahürü

“Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe mükemmel iman etmiş olamaz.” hadis-i şerifi şuna da işaret eder: Mümin kişi, mümin kardeşini sevindiren şeyden sevinç duyar, kendi nefsi için istediği hayırlı ve güzel işleri mümin kardeşi için de ister.

Bütün bunlar insanın gönlünün hile, aldatma, haset gibi kötülüklerden tam olarak selamette olduğunu gösteren nişanelerdir. Çünkü hasetçi kişi herhangi bir kimsenin kendisinden üstün olmasını, hatta aynı seviyede bulunmasını istemez. Halbuki iman bunun tam tersini yapmayı gerektirir.

Allah Tealâ, Yüce Kitabı’nda kendisiyle övünmeyenleri ve bozgunculuk yapmayanları överek mealen buyurur ki: “İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. En güzel akıbet takva sahiplerinindir.” (Kasas 83)

Sâlih zatlardan biri şöyle der: “Allah için muhabbet besleyen kimseler Allah’ın nuru ile bakarlar. Allah’a isyan eden kimselere acırlar ama onların amellerinden tiksinirler. Nasihatlerden ders alamadıkları için onlara acırlar. Kâmil mümin olamadıklarından cehennemde azap çekecekleri için onlar adına üzülürler. Kendileri için razı olup istedikleri şeyleri insanlar için de istemiş olabilmek için böyle yaparlar. Başka birinde o kişiye üstünlük sağlayan bir fazilet gördükleri zaman, o fazileti kendileri için de temenni ederler. Eğer bu fazilet dinî yönden ise bu daha güzel bir davranış olur. Nitekim Rasulullah s.a.v. de şehitlik mertebesini kendisi için temenni etmişti. (İlgili rivayet için bkz: Buhârî, Îmân 25, Cihad 7, Temennî 1; Müslim, İmâre 103, 104; İbn Mâce, Cihad 1; Ahmed, el-Müsned, 2/424)

Fazilet yarışı

Rasulullah s.a.v. Efendimiz şöyle buyurur:

“Ancak şu iki kimseye haset (gıpta) edilebilir: (Birincisi) Allah’ın kendisine mal verdiği ve o malı gece gündüz (Allah yolunda) harcayan kimse; (ikincisi) Allah’ın kendisine Kur’an (ilmini) verdiği ve gece gündüz onu okuyan (onunla amel eden) kişi.” (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 266, 268; İbn Mâce, Zühd 22; Ahmed, el-Müsned, 1/358)

Yine Rasul-i Ekrem s.a.v. Allah yolunda malını dağıtan birini gören kişi hakkında şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse ‘eğer Allah bana da mal vermiş olsaydı, ben de şunun yaptığı gibi yapardım’ dese, o ikisi (malı dağıtan ile sözü söyleyen) aynı derecede sevap kazanır.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 20; Ahmed, el-Müsned, 16/160)

Eğer başkasında gördüğü üstünlük dünyaya ait bir üstünlük ise, bunu temenni etmede herhangi bir hayır yoktur.

Bütün bunlarla birlikte mümin kişinin, kaçırdığı dinî faziletlerden dolayı üzülmesi gerekir. Bu yüzden dinî konularda kendisinden yukarıda olanlara bakması, onlarla yarışabilmek için gücü ve kabiliyeti nispetinde gayret göstermesi emredilmiştir. Bu konudaki ayet-i kerime şöyledir: “İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.” (Mutaffifîn 26)

Kişinin, bu yarışta başka birinin kendisine ortak olmasından hoşnutsuzluk göstermemesi, olumsuz tutum sergilememesi gerekir. Tam tersine, bütün insanların bu fazilet mücadelesindeki yarışa katılmalarını arzulaması ve onları buna teşvik etmesi gerekir. Bu durum din kardeşlerine karşı samimiyetin zirve noktasıdır.

Fudayl b. İyaz rh.a. şöyle der: “İnsanların seninle aynı seviyeye gelmesini istemekle onlara karşı samimiyet görevini yerine getirmiş olamazsın. Çünkü aslında insanların senden aşağıda olmalarını istemektesin.”

Fudayl rh.a. bu sözü ile insanların daha üstün olmalarını istemek gerektiğine işaret eder. Bu ise gerçekten yüksek bir mertebe ve din kardeşlerine karşı samimiyette zirve noktadır. Ancak bu, şeriatın mutlaka yapılmasını istediği bir emir değildir. Dinin yerine getirilmesini emrettiği şey, mümin kardeşinin kendisi gibi olmasını istemektir.

Bunun yanında mümin kişi, bir kardeşi fazilet yönünden kendisine üstünlük sağladığında, onun derececesine ulaşmak için gayret gösterir ve nefsinin kusurundan dolayı geride kaldığı ve önde gidenlere yetişemediği için üzüntü duyar. Bu üzüntüsü Allah Tealâ’nın onlara verdiği faziletlere haset etmesinden değil, kendi kusurları sebebiyle yarışta başı çekenlere ulaşamayıp geri kalmasından kaynaklanır.

Muhammed b. Vâsi rh.a. oğluna şöyle der: “Senin babana gelince, müslümanların arasında Allah onun gibilerin sayılarını çoğaltmasın.” (Ebu Nuaym, Hilye, 2/350)

O, bu sözü ile müslümanların fazilet yönünden kendisi gibi değil, daha iyi olmasını istemekteydi. Kendi nefsinin bulunduğu duruma rıza göstermeyen kişi, müslümanlara karşı eğer samimi ise, onların kendisi gibi olmasını nasıl isteyebilir? Tam tersine, bütün müslümanların kendisinden daha hayırlı bir durumda olmasını ister. Tıpkı kendi nefsinin bulunduğu halden daha hayırlı bir halde olmasını istediği gibi.

Bir kimse, Allah Tealâ’nın başkalarına vermediği bir üstünlüğü kendisine verdiğini bilir ve bunu dinî bir maslahat gereği açıklarsa ve bu açıklaması sadece verilen nimeti dile getirmeye, şükrünü yerine getirmekte kendini eksik görmeye yönelik ise, bu kişinin kendisine verilen nimeti açıklaması câizdir.

Nitekim İbn Mesud r.a. şöyle der: “Allah’ın Kitabı’nı benden daha iyi bilen birini tanımıyorum. Bunun yanında, Allah’ın bana nasip ettiği bu bilginin herkese nasip olmasını arzu ediyorum.”

İbn Abbas r.a. da şöyle der: “Allah’ın Kitabı’ndan hangi ayeti okursam, bütün insanların o ayet hakkında benim sahip olduğum bilgiye sahip olmalarını arzularım.”

İmam Şâfiî rh.a. de şöyle der: “İsterim ki insanlar (bendeki) bu ilmi öğrensinler, varsınlar benim adıma hiçbir şey nispet etmesinler.” (Ebu Nuaym, Hilye, 9/119; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, 10/55)

Utbetü’l-Gulâm rh.a. yaptığı amellerden haberdar olan dostlarına, iftar edeceği zaman şöyle derdi: “Çık da orucumuzu açmak için bize birkaç hurma ya da biraz su getir, sen de bizim ecrimize ortak ol.” (Ebu Nuaym, Hilye, 6/235)

Bütün bu açıklamalar gösteriyor ki iman ile müminlere beslenen duygular arasında güçlü bir irtibat vardır. İman kalbine yerleşmiş kişi mümin kardeşlerini “öteki” olarak görmez, kendisini de büyük İslâm ailesinin bir ferdi olarak kabul eder. Ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bize öğretilen dualarda daima “ben” yerine “biz” ifadesinin geçmesi de bu kardeşlik anlayışına işaret eder.



Semerkand Dergi Logo