Görüş Bildir

Güldeste

Dünya Sevgisi, Ahiret Sevgisi

Dünyanın önümüze sürdüğü lüks hayat, rahat yaşam vaatleri ne yazık ki kalplerimizi ahiretten, ahiret sevgisinden koparıyor. Geçici heveslerin ve hazların peşinden sürüklüyor. Böyle olunca da kalpler gaflet perdesiyle örtülüp zamanla katılaşmaya başlıyor. Mana ve maneviyattan yüz çevirip dış görünüşün yalancı cazibesine kapılıyor. İmam Rabbanî k.s. hazretleri asırlar öncesinden bu hususta Mektubât’ında şöyle demiştir:

Defalarca dinledin! Bu tavşan uykusu yani gaflet ve aldanma hali daha ne kadar sürecek! Mutlaka uyanmak ve uyanık kalmak gerek. Bil ki dünya ehliyle birliktelik ve onların arasına karışmak öldürücü zehir gibidir. Bu zehrin öldürdüğü kişi ise ebedi bir azaba düçar olur.

Akıllı olana tek bir işaret kâfi iken, bu derece abartılı ve üzerinde durarak açıklandığı zaman nasıl olmalıdır!

Aklı başında olan dostlarımızın, dışarıdan pek cazip ve tatlı görünen değersiz dünyaya çocuklar gibi aldanmalarından korkuyorum. Onların önce mübahlardan şüpheli şeylere, şüpheli şeylerden de haramlara kaymasından ve böylece huzur-u ilahîde perişan ve hüsran üzere olmalarından endişe ediyorum. Daima tevbe edip Allah’a yönelmeli, dinin yasakladıklarını ölümcül zehir gibi görmeliyiz.

Allah Tealâ sonsuz keremiyle mübah dairesini geniş tutmuştur. Kalbinin darlığından dolayı bu kadar geniş bir alanı dar gören, bu dairenin dışına çıkıp dinin belirlediği sınırları aşan, şüpheli ve haram işlere bulaşan kimseler ne kötü bahtlıdır! Akıllı kimse ise dinin sınırlarını gözeten ve bundan kıl kadar da olsa sapmayandır.

Görünüşte namaz kılan, oruç tutan çok kimse var. Fakat şeriatın sınırlarını gözeten, haram ve şüpheli şeylerden sakınan takva sahipleri pek az. Haklı ile haksızı, samimi ile samimiyetsizi birbirinden ayıran ölçü, işte bu takva ve sakınma halidir. Çünkü namaz ve oruç, zâhiren herkesin yapabileceği şeylerdir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Dininizin esası verâdır (şüphelilerden sakınmadır).” (Deylemî, el-Firdevs, nr. 6491; Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/59)

Bir başka hadis-i şerifte de şöyle denilmiştir:

“Hiçbir şey verâya (şüphelilerden sakınmaya) denk değildir.” (Tirmizî, nr. 2519; Beyhakî, ez-Zühd, nr. 831)

Dostlar belki bugün lezzetli yemekler yiyor, şık kıyafetler giyiyorlar. Ama asıl yiğitlik, fakirlerin yiyecek ve giyecekleriyle haz almaktır. Diğeri sıradan insanların harcıdır. Bu ikisi arasında çok büyük fark vardır. Biri Yüce Mevlâ’nın rızasına çok yakınken, diğeri çok uzaktır. Ayrıca birinin hesabını vermek çok kolay iken, diğerinin hesabını vermek pek çetindir.

“Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!” (Kehf 10)

Hak Tealâ bize bu fani dünyanın gerçek yüzünü göstersin! Onun çirkinliğini, aldatıcı, süslü yönlerini basiret gözü ile görmeyi nasip etsin. Ahiret saadetini ve güzelliğini sevdirsin, cennetlerin ve içindeki ırmakların eşsiz güzelliği ile gözümüzü aydınlatsın. Hepsinden daha tatlı olan, cemaline kavuşma arzusunu gönlümüze yerleştirsin. Peygamberlerin Efendisi Muhammed Mustafa s.a.v.’in hürmetine bu duamızı kabul buyursun. Böylece içimizde, hazları çabucak kaybolan bu çirkin dünyaya karşı bir nefret hissi uyandırsın. Ona karşı isteksizlik hali belirsin ve Yüce Mevlâ’nın rızasının bulunduğu yere, beka âlemine bütünüyle yönelmek mümkün olsun.

Mürşid Huzurunda Kalp

Mürid ve mürşid hukukuna dikkat etmek tasavvuf yolunun temel esaslarındandır. Bu manada mürşide karşı gösterilmesi gereken zâhirî edeplerin yanı sıra manevi edeplere uymak çok önemlidir. Müridin mürşidinden istifade edebilmesi, feyz alabilmesi için bu şartı vurgulayan Mevlâna Halid-i Bağdadî k.s. hazretleri şöyle der:

Mürid, kalbi gafil veya mürşidine karşı kalbinde vesvese, itiraz yahut onu beğenmeme gibi düşünceler ârız olduğunda mürşidinin huzuruna çıkmaz. Çünkü bunların hepsi, mürşidin kalbinin müridden çevrilmesine, çoğu zaman gözünden düşmesine ve kalbinden çıkmasına sebep olur. Her müridin, mürşidinin kalbinde bir yeri vardır. Nitekim bu mesele ile ilgili şöyle denilmiştir:

“Bâtın ehli bir velinin/kâmil bir mürşidin kalbinden düşmektense, yedi kat semadan yeryüzüne düşmek daha iyidir.”

Allah Tealâ bizi ve sizleri bu duruma düşmekten korusun.

Mürid, mürşidinin huzurunda bulunurken kalbinden gafleti atıp bâtınî feyz talep ettiği halde vukuf-i kalbîye (kalbi zikirde toplamaya) devam eder. Ayrıca kalbini mürşidinin kalbine muhabbetle bağlayıp, onun kendisine (manen) iltifat ve teveccüh etmesini bekler.

Mürid, mürşidinin feyzinin adeta ufku doldurup kapladığına, mürşidden feyz almanın ise yalnız kendi talebine bağlı olduğuna inanır. Yine mürid, her ne kadar feyzi idrak etmese de var olduğuna inanır. Çünkü feyzi idrak etmek, feyzin gelmesi için şart değildir. Feyzin gelmesinin şartı, geleceğine inanmak ve bu hususta güzel zan üzere olmaktır.

Mürid, mürşidinin hoşnutsuzluğundan sakınarak huzurunda gereğinden fazla durmaz. Allah Tealâ bu duruma düşmekten bizleri korusun.

Mürşidin zâhirî görünüşü, müridi mürşidinin bâtınından alıkoymamalıdır. Çünkü böyle bir durumda mürid, mürşidinin bâtınî feyzinden mahrum olur. Mürşidin zâhiri, dış görünüşe önem veren, bâtından habersiz olan kimseler için önemlidir. Bâtını ise maneviyat ehli kimseler için önemlidir.



Semerkand Dergi Logo