Görüş Bildir

Dünya Hali

ABD ve İngiltere Avrupa İçin Düğmeye Bastı

İngiltere, uzunca bir süredir kendini Avrupa Birliği (AB)’nin dışında tutmaya çalışıyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından “üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk” diye tanımlanan İngiltere, 1950’li yıllardan sonra küresel siyasetteki etkinliğini Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne bırakmış ve yavaş yavaş popüler tabirle “üst akıl” rolüne bürünmüştü. Bunun sebeplerini geçtiğimiz aylarda yine bu satırlarda aktarmıştık, okuyanlar hatırlar.

23 Haziran 2016’da yapılan referandumla İngiltere AB’den çıkmaya karar verdi. Bu adımla birlikte AB’nin çatırdamaya başladığı ve yakın bir gelecekte birliğin dağılacağı iddia ediliyordu. Bu gelişmeler üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Şansölyesi Merkel’le görüşerek AB’yi ayakta tutmak için bazı girişimlerde bulundu. Hatta Amerika, Çin ve Rusya’dan korunmak için “Avrupa Ordusu” gibi uluslararası arenada tepkilere neden olacak bir hedefi olduğunu da ifade etti. Macron’un bu çıkışı, en çok İngiltere’nin jandarması rolünü icra eden ABD’nin ilginç karakterli başkanı Trump’ı rahatsız etti. Trump, Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu adımına rest çekerek, “ABD imdada yetişmeden önce Nazi işgali altında Almanca öğrenmeye başlıyordunuz!” cümleleriyle sert tepki gösterdi.

Bütün bu gelişmelerin neticesinde Fransa’da petrol zamlarını bahane eden bir grup, üzerlerine sarı yelek giyerek sokağa çıktı ve Fransız hükümetini protesto etmeye başladı. Paris’te eylemler o derece büyüdü ki, büyük mağazaların girişleri olası bir saldırıyı engellemek için bariyerlerle kapatıldı. Sayıları yüz binleri bulan göstericilerden ağır yaralananlar oldu. Binlerce kişi gözaltına alındı. Fransa Maliye Bakanı “Ticaret için bir felaket, ekonomimiz için bir felaket!” diyerek bilançonun ne kadar kötü olduğunu gözler önüne serdi. Trump ise adeta alay edercesine olan bitenin Paris İklim Anlaşması’ndan kaynaklandığını dillendirdi. Fransız Dışişleri Bakanı Drian’ın buna verdiği cevap, mevzunun kimler tarafından tezgâhlandığına işaret ediyor: “Trump’a şunu söylüyorum ve Fransız Cumhurbaşkanı da aynı şeyi söylüyor: Ülkemizi rahat bırak!”

ABD’de son başkanlık seçiminin yapıldığı günden bu yana, uluslararası siyasetin bu ülke tarafından krize sokulmak istendiği ortada. Kuzey Kore ile girilen polemikler, Rusya ve İran’la çıkartılan gerilim, Türkiye ile rahip ve Halkbank krizi, Çin’le ticaret savaşı, şimdi de Fransa ve AB ile girilen söz düellosu… Senaryosunu Evanjeliklerin yazdığı, Trump’ın başrol oyuncusu olarak yer aldığı bu film, öyle görünüyor ki ABD’nin başına iş açacak. 2019’da yaşanması muhtemel küresel krizden asgari düzeyde etkilenmeyi yahut hiç etkilenmemeyi amaçlayan ABD yönetimi, söz konusu etkileşimlerle bir çıkış yolu arıyor. On binlerce kilometre ötede; Afganistan’da, Irak’ta ve şimdi de Suriye’de ne aradığı sorusunun cevabı bu detayda gizli olsa gerek. İngiltere’nin AB’den çıkmakta neden ısrarcı olduğu ve neden bütün bu hikâyenin hiçbir yerinde etkin rol almadığı sorularının cevabı da tabii ki…

Meselenin bir de Fransa ve İngiltere hariç, Avrupa ile ilgili bir tarafı da var. Türkiye’de saçma gerekçelerle çıkarılan Gezi terörünü Almanya ve Fransa başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi büyük bir iştahla izlemiş, hükümetin düşürülmesi ihtimalini sürekli masada tutarak, Gezi hadisesini büyük dezenformasyonlarla tüm dünyaya 7/24 naklen yayınlamıştı. Dünya siyasetini belirleyici ana unsurlarından biri değilseniz veya elinizdeki ekonomik/siyasal/toplumsal gücü yitirmeye başladığınızda, attığınız kurşun tıpkı bir bumerang gibi size döner. Avrupa’nın yaşadığı bundan ibaret. Macron, şansını zorlayarak İngiltere ve ABD’ye kafa tutmaya kalktı. Ancak bunun kolay olmayacağını anlamış olmalı. Bundan sonra yaşanacak benzeri olayları, Strasbourg’taki gibi bir “terör eylemi”yle de durduramaz.

Son bir detayı da ekleyerek konuyu kapatalım: Avrupa Ordusu hedefi Almanya’nın da içinde olduğu bir grup tarafından duyuruldu. Ancak ne hikmetse, sarı yelekliler eylemleri Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde çok hızlı bir şekilde etkili olmasına rağmen Almanya’da gündeme bile gelmedi. Avrupa’da önümüzdeki süreçte yaşanacakları kestirebilmek için Almanya merkezli bir perspektif geliştirmek şart.

Fırat’ın Doğusunda Yeni Bir Dönem

Suriye’nin kuzeyinde ülkemizi tehdit eden terör unsurlarını temizlemek için, 15 Temmuz hain darbe girişiminden kısa bir süre sonra “Fırat Kalkanı”, geçtiğimiz yıl da “Zeytin Dalı” harekâtı gerçekleştirilmişti. Bölgede DAEŞ ve PKK/YPG tehdidi büyük oranda bertaraf edilmişti. Fırat’ın doğusunun Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin güdümünde olduğu da malum. Türkiye, bu noktada bulunan teröristleri temizlemek için uzun zamandır girişimde bulunmaya çalışıyordu. Ancak, bölgenin ABD askerleri tarafından kontrol edilmesi sebebiyle, iki ülke arasında yaşanacak muhtemel bir krize sebebiyet vermemek için planlar masada bekletiliyordu.

Geçtiğimiz ay, ABD Başkanı Trump ilginç bir açıklamaya imza atarak bugüne kadar Fırat’ın doğusuna ilişkin yapılan yorumların neredeyse tamamını anlamsız hale getirdi. Trump, sosyal paylaşım sitesinde konuya ilişkin “Suriye’de DAEŞ’i yendik. Benim başkanlık dönemimde orada kalmak için tek sebebimiz oydu.” diyerek, “ABD Fırat’ın doğusunu mesken tuttu” tezini bir anda boşa çıkardı. İngiliz haber ajansı Reuters’a demeç veren Amerikalı yetkililer ve Washington Post’a konuyu değerlendiren Pentagon sözcüleri, ABD yönetiminin Suriye’de bulunan bütün askerî güçlerini çekeceğini, kararın en kısa sürede uygulamaya konulacağını ifade ederek, Trump’ı doğrulamış oldular.

Bu açıklamalardan, alınan ani kararın ABD’de birbirinden bağımsız güç unsurlarının şahsî tercihi olmadığı anlaşılıyor. Peki, Suriye iç savaşının başladığı dönemden bu yana ülkede bulunan, zaman zaman Akdeniz’e indirdiği gemilerinden yolladığı füzelerle rejim güçlerinin üslerini bombalayan, bölgedeki mevcudiyetini devam ettirmek üzere Rusya’yla karşı karşıya gelen ABD, niçin birdenbire hem de böyle basit bir gerekçeyle askerlerini çekme kararı almış olabilir? Öncelikle şunu ifade edelim: Suriye’nin kuzeyinde bulunan DAEŞ’li teröristlerin önemli bir kısmı, Fırat Kalkanı harekâtının sonrasında Afganistan’a konuşlandı. Başka bir planın parçası olmak üzere Afganistan’ın kırsal bölgelerinde Taliban’la çatışıyorlar. Dolayısıyla, ABD şayet DAEŞ’le mücadele etmek istiyorsa -ki böyle bir amaçları yok- askerlerini Afganistan’a göndermeli!

Hikâye, rahip Brunson’ın serbest bırakılmasıyla başladı. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerinin alımı konusunda anlaşması ve ABD’nin Türkiye’ye Patriot füzeleri satma niyetini açık etmesi, ardından da Türkiye’nin bu konuda yeşil ışık yakması, ABD’yi böyle radikal kararlar almaya sevk etti. Bir de 2001’den beri devam edegelen Afganistan ve Irak işgallerinin ülkeye verdiği ekonomik zarar, Amerikan kamuoyunu “Suriye’de ne işimiz var?” sorusunu sormaya yönlendirdi. Bir de 2019’da yaşanma ihtimali bulunan küresel kriz öncesinde, yüksek maliyetli operasyonlardan kaçınma mecburiyeti ve en az üç devleti karşısına almak zorunda kalacak olması ABD yönetimini Suriye sevdasından vazgeçirmiş olabilir. Ancak bu yorumların kişisel öngörüler olduğunu da belirtelim. Çünkü yerel siyasette yirmi dört saat çok uzun bir süreyken, küresel siyasette bir saat bile çok uzun bir zaman haline geldi. Yarın ne olacağı bilinmez. ABD bütün öngörüleri yıkarak tekrar Fırat’ın doğusuna tezgâh açmaya da kalkabilir. Malum, dış politikada dostluk yoktur, çıkarlar vardır!

Meselenin bizimle ilgili olan tarafı da şu: Türkiye, 2011’de başlayan Suriye iç savaşıyla ilgili attığı hatalı adımları, ustaca manevralarla ve büyük devletlerin yapabileceği stratejilerle düzeltiyor. Hem ABD ile hem Rusya ve dolayısıyla Çin ve İran’la arasını iyi tutan Türkiye, Fırat’ın batısından sonra doğusu için de yeni bir dönemin kapılarını aralayacak. İnşallah bu çabalar, birlik ve beraberliği sağlanmış huzurlu bir Suriye için başlangıç olur.

Yunanistan’ın “Unutma Beni” Mesajı

Cumhuriyet tarihinde pek çok krizle karşı karşıya kaldık. Kuşkusuz bunların en önemlilerinden ve elbette en ilginçlerinden biri Yunanistan’la yaşadığımız Kardak krizi idi. Hafızalarımızı tazelemekte yarar var: Türkiye’de koalisyon hükümetlerinin ürettiği krizlerin peş peşe geldiği bir dönemde, 25 Aralık 1995’te, Bodrum’un 6 km açığında bulunan ve Yunanistan’ın İmia, bizimse Kardak diye isimlendirdiğimiz Ege denizindeki bir kayalığa “Figen Akat” isimli Türk gemisi çarpmıştı. Geminin mürettebatı Türkiye’den yardım istedi. Fakat Yunanistan tarafı Kardak’ın kendi kara suları içerisinde olduğunu iddia ederek kendilerinin müdahale edebileceğini, Türkiye’nin böyle bir yetkisinin olmadığını söyledi. İşte tam bu noktada kriz koptu.

Mevzu küçük bir kaya parçasından ibaret değildi. İki ülke arasında Ege’de hakimiyet problemi ortaya çıkmıştı. Antlaşmayla, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra önce İtalya’ya, onlardan da Yunanistan’a bırakılan yerlerin haricinde kalan neresi varsa, Türkiye söz sahibinin kendisi olduğunu vurguluyordu. Mesele adaya operasyon yapacak kadar büyüdü ve sonunda Türkiye Kardak’a bayrağını dikerek, hakimiyetini ilan etti.

Bugün de Yunanistan’la benzeri bir münakaşanın eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Yunanistan Genelkurmay Başkanı Apostolakis, durup dururken Yunanistan askerlerinin bölgeyi korumakla görevli olduğunu öne sürerek gürleyiverdi: “Türkler kayalıklarımıza çıkarsa, yerle bir ederiz! Hükümetimiz de aynı görüştedir!” Ayrıca Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de baskı oluşturmaya çalıştığını dillendiren Apostolakis’e göre Yunanistan; Kıbrıs (KKTC’yi devlet olarak görmediklerini hatırlatalım), İsrail ve Mısır’la kurduğu ittifak sayesinde bölgedeki dengeleri sağlıyormuş! Yunan Genelkurmay Başkanı’nın ABD’ye mesaj vermeye çalıştığını ve Avrupa’ya da “bizi yalnız bırakmayın” mesajı verdiğini şu cümlelerin satır aralarından anlıyoruz:

“Eğer savaşacaksak, ki bunu temenni etmiyoruz ve Türkiye’nin bu yola başvuracağına inanmıyoruz, bizim yanımızda kimse savaşmayacaktır. ABD ve AB ile birlikte Türkiye’nin bu meseleyi oraya kadar vardırmayacağını güvence altına almak istiyoruz. ABD Türkiye’den asla vazgeçmeyecek. Kendi stratejik çıkarları açısından Türkiye’yi bölgede kendisine en yakın müttefiki olarak görmeye devam edecek!”

Yunanistan yıllardır ekonomik krizlerle boğuşuyor. 2009’da başlayan ve bugüne kadar üç kurtarma paketi, dört yüz elli reform, dört yılda sekiz hükümet, 2060 yılına kadar ödenmesi gereken borç ve kemer sıkarak aşılmaya çalışılan ekonomik darboğazdan çıkış, Yunanistan için kolay değil. Başbakan Çipras’ın Avrupa’dan istediği destek de herkesçe biliniyor. Türkiye, kurtlar sofrasındaki mücadelesinde kedi pozisyonuna düşen Yunanistan’la olan ilişkilerini de iyi komşuluk çerçevesinde sürdürmeyi amaçlıyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında ülkeyi ateşe boğan orman yangınları için Başkan Erdoğan, Çipras’ı bizzat arayarak destek olabileceklerini bildirmişti. Buna rağmen Yunanistan yönetimi, Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte Türkiye’ye rağmen oluşturmaya çalıştığı enerji haritası için Avrupa’ya selam göndermeye çalışıyor.

Yunanistan, Avrupa’nın ciddi kırılmalar yaşadığı bir dönemde onun desteğini bekleyerek tehlikeli sularda kulaç atmaya çalışıyor. Ancak, Türkiye için sinek vızıltısı hükmünde olan bu gayretlerin başına çorap örmek anlamına geldiğini geç de olsa fark edecek. Ekonomisi yerle yeksan olmuş devletlerin, Batı’nın itelemesiyle ne kadar ve nereye kadar ilerleyebildiğini görmek için tarih kitaplarına bakmakta fayda var. Yunanistan böyle devam ederse sonu Bizans’tan farklı olamayabilir.



Semerkand Dergi Logo