Görüş Bildir

Dibi Tutan Tatil Yemeği

Şirin Kırşehirli bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre her 10 yurdum insanından 9’u, alıp başını uzaklara gitmek istiyor. Gidilmek istenen yerlerin kriterleri de çoğunlukla birbiri ile uyumlu bir tablo çiziyor.

Issız bir dağ köyünde... yahut bir bağ evinde... Olmadı bir ormanda gizlenmiş ve ille de ahşap bir kulübede yaşayıp, ömürlerinin kalanını hayatın keşmekeşinden, trafikten, internetten, gürültüden uzak geçirmek istiyorlarmış. Hadi itiraf edin, o dokuz kişilik kadroya siz de dahilsiniz değil mi?

Şu fani dünyaya geldiğimden beri, âkil bâliğ olup da bu hayali kurmamış bir tek kula rastladım mı emin değilim. Daha çocukluğumda bile arkadaşlarım köye gidip dedeleri ile yaşamak isterlerdi. Anne babalarımızın da emeklilik hayalleri çoğunlukla bu yönde idi.

Çoluk çocuk okusun, evlensin, herkes yuvasını kursun da gidip memlekete yerleşelim diye diye beklediler emekliliği. Hep bir sessizlik açlığı... Hep o aynı tarla bahçe hevesi... İnek, tavuk, kuş sesine olan hasret...

Kime sorsanız sosyal medyadan illallah etmiş! Herkes televizyonu evden atıp, feysbuk ve instagram hesabını kapatmak istiyor! Herkes, ıssız adaya düşse yanına alacağı üç şeyi çoktan belirlemiş; pusula, kitap ve çay demiş! Gelin görün ki hayaller ıssızlığın huzuru, hayatlar teknoloji narkozu...

Eskiden yanımıza alacağımız üç şey kişiye göre değişiyordu en azından. Şimdilerde herkesin ama herkesin alacağı üç şey belli: Cep telefonu, şarj aleti ve dağ köyünün wifi şifresi!

Sorsanız hepimiz bu patırtıdan bezmişiz, hepimiz kaçmak istiyoruz, ama biri de çıkıp demiyor ki, “Arkadaşım o sessiz orman evine gidersen ne yapacaksın?” Ben söyleyeyim, ister misiniz? Fotoğraf çekecek!..

Daha yola çıkmadan... hatta daha yola çıkmaya karar verildiği anda sosyal medya hesabından cemi cümleye duyurusu yapılır: “Bekle bizi huzur dolu doğa. 47 gün sonra ordayız!”

O kırk yedi gün gelinceye dek hep birlikte şafak sayarız çaresiz. Zira biz istemesek de her gün yeni bir paylaşımla hatırlatılır. 47. gün geldiğinde duvara son çentik de atılır, şafak doğan güneş olunca yola revan olunur.

Sadeliğe, huzura, minimal hayat tarzının o havalı kollarına atılmak üzere gaza basılır. Gel gör ki daha otobana çıkar çıkmaz şikâyetler başlar.

– Pffff... Telefon çekmiyo! Canlı yayın yapacaktım yaa...

– Çok normal hanım, zira telefonun çekmekten mazur olduğu yalçın dağlar arasında ilerliyoruz. Hem bismillah, daha şimdi çıktık evden, yani bavullarımızı çektiğin son canlı yayından yaklaşık altı buçuk dakika sonra. Şimdi neyi çekeceksin, kontrolsüz demiryolu geçidi tabelasını mı?

– Dalga geçme! Tam iki buçuk saat önceydi o bi’ kere, çoktan eskidi. Storim akşama kadar sahipsiz mi kalsın istiyorsun? İnstagram hesabım örümcek ağı mı bağlasın!

– Nerde o günler...

– Efendim?!

– Allah esirgesin dedim, ağzından yel alsın.

Bağlantı olduğu zamanlarda canlı yayın, olmadığı zamanlarda sonra paylaşılmak üzere arşivlenmiş fotoğraflar derken, zaman su gibi akıp geçer ve nihayet doğaya kavuşulur.

Kavuşma anı da bir görsel ile tasdik edilir ki, sonradan densizin biri çıkıp “ben sizin oraya gittiğinize inanmıyorum” falan derse, belgesi şak diye çıkarılıp o densizin gözüne sokulabilsin.

– Hanııım, hadi artık gelin de yemek yiyelim, öldüm açlıktan!

– Hemen geliyoruz babasıııı... Geç yavrum şöyle kümes kapısına sen. Kızım sen de şurdan iki civciv al kucağına, durma öyle yabani gibi! Tavuğa basma yavrum, basma evladım... dur çekiyorum... aaaa hindi! Yakalayın şunu oturtun önünüze hemen! Kaçıyo bak, tut tut! Oğlum kucakla hindiyi çökert yere! Hah... çok güzel çıktınız!

“Yavrularımın hayvan sevdiği doğrudur.”

Klik!

– Gıdaaağğkkk!

– Bak gene bastı tavuğa! Bırakın hayvanları, tamam artık. Bi’ de şöyle derenin yanında çekelim, sonra gideriz. Sen otur, sen de ayakta dur. Yok olmadı, sen otur ama sen oturma, dere çok az görünüyo. Yok olmadı... en iyisi ikiniz de ayakta durun ben aranıza oturayım selfi yapalım. Oğlum dikkat et aman, geriye doğru düşersin annecim. Ay çok mat çıkıyoruz böyle. Durun ışığı ayarlayım.

– Hanım, bari çocukları gönder sen çekmeye devam et. Bak açlıktan sarardı soldu sabiler! Sana poz vermekten heba oldular, beyinlerinde fosfor kalmadı yavrularımın!

– Geliyoruz geliyoruz, bitiyo... Fotoğraf düzenleyicisi nerdeydi bunun? Hmm... ayarlaaar... Aboooo! Girme o çamura demedim mi ben sana eşek sıpası! Dizine kadar gömülmüş bi de! Niye kardeşine bakmadın kızım sen de! Şurda iki fotoğraf çekecez burnumdan getirdiniz! Ağlama. Tamam zırlama sus! Kızım sen de düzgünce bak bu tarafa da şunu çekip gidelim artık, daha kardeşini yıkayacam mecburen. Bakın bana... gülün bakiim...

“Derenin huzur veren şırıltısı eşliğinde güneşi uğurlamak.”

Klik!

Biz de elimizde telefon, boğazımıza kadar “beyimin ilk olta takımı”, “prensesimin ilk süt sağma denemesi” paylaşımlarına bakıp iç geçiririz. Biz burada dört duvar arasında mesai bitirelim, elalem dağ evinde tatil yapsın deyip bunalıma gireriz!

Tabii hiç “Dibi tutan ilk tatil yemeği”, “Oğlana isabet eden ilk anne terliği”, “Kocişin tatilde geçirdiği ilk sinir krizi” şeklinde paylaşımlar görmediğimiz için, kaderimize razı olup nemli gözlerle bir layk bırakırız arkadaşımızın mesut gönderisine...

Hepinize, kadraja girmeden de size huzur verebilecek anlarla dolu ömürler dilerim.



Semerkand Dergi Logo