Görüş Bildir

Derdimi Kime Anlatsam?

Abdullah b. Abbas r.a.'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdular: "Mümin muhtaç duruma maruz kalırsa ihtiyacını gizlesin, açığa vurmasın. Dayanamayıp ihtiyacını gizleyemeyecek durumda ise halini Kur’an ehli olan kimseye açsın. Kur’an ehlinden kimseyi bulamazsa halini hasep sahibi (şerefli, mert) kimselere arz etsin. Nitekim onlarda da imana ait bazı özellikler bulunur." (*)

Bu hadis-i şerifin açıklanmasında İmam Kelâbâzî rh.a. hazretleri şunları söylemiştir:

İnsan ömrü tek düze değildir. Hayat inişli çıkışlıdır. Allah Tealâ insan için dünya hayatında imtihan ve sıkıntılar var etmiştir. Varlık ve yokluk, her iki hal de insan için imtihandır.

Muhtaç duruma düştüğünde insanın halini başkalarından gizleyip Cenab-ı Allah’a arz etmesi ve sadece O'ndan yardım dilemesi de Allah’a kulluğun ve yakînî (şüphe ve tereddütten uzak, kalpte karar kılmış) imanın alametidir.

Fakat insanoğlu yaratılışı itibariyle zayıftır, dayanıksızdır. Zorluklara dayanma, sabretme gücü sınırlıdır. Sıkıntıya düştüğünde sabredemez, ihtiyacını kendisi gibi muhtaç ve zayıf olan başka insanlara açar, onlardan medet umar. Halbuki insanın kendisi gibi muhtaç birine derdini açması, halinden şikâyetçi olmak anlamına geldiği gibi, muhtaç birinden destek istemek de mürüvvet sahibine, mert kişiye yakışmayan yanlış bir davranıştır.

Hakk’a muhtaç, halktan müstağni

Derler ki, Allah’a muhtaç olma hali sahih olursa, yani kişi her şeyiyle yalnızca Rabbine muhtaç olduğunu anlarsa, başkalarına hiç ihtiyaç duymama hali de sahih olur. Allah Tealâ'ya muhtaçlığını tam olarak idrak etmedikçe, başkalarına ihtiyaç duymama hali de tam olmaz. Kul Hakk’a muhtaç olduğu ölçüde halktan müstağni olur. Tersi de böyledir. (Kelabâzi, et-Taarruf, s.145)

Halbuki sabredip muhtaç halini insanlardan gizlese, Allah Tealâ’nın ilmine ve kudretine havale edip sükûnet içinde bu müşkül durumdan kurtarılmayı istese, O’nun lütuf ve inayetini görecektir. İhtiyacı olduğu halde dilenmeyen fakir gibi olmak gerekir. Allah Tealâ: "İhtiyacını gizleyen ve gizlemeyen fakiri de doyurun." (Hac 36) buyurmakla sesi çıkmayan, dilenmeyen fakirlerin ihtiyaçlarını gidermeye yönlendiriyorsa, her halükârda kendisine yönelen muhtaç kullarını çaresiz bırakmaz.

Nitekim Efendimiz s.a.v.: "İhtiyacı olduğu halde insanlardan istemeyeni Allah muhtaçlıktan kurtarır. Hayâ ve iffetinden dolayı kimseye el açmayanın iffetini muhafaza eder, kimseye muhtaç bırakmaz ve zorluklara karşı sabredene dayanma gücü verir." buyurmaktadır. (En-Nesaî, Sünen, 2/25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/3)

Hz. İbrahim a.s.'ın ateşe atılması kıssasıyla ilgili şöyle bir latife anlatılır:

Hz. İbrahim a.s. mancınığa konulup fırlatılınca Hz. Cebrail a.s. gelir ve "Bir ihtiyacın var mı?" diye sorar. İbrahim a.s., "Senden ise hayır; ihtiyacım yok." der. Hz. Cebrail a.s. "Allah’tan bir şey istiyor musun?" diye sorunca şöyle cevap verir: "Halim O’na açık ya, o bana yeter." (Ebu Naim, Hilyetü’l-Evliya, 1/20)

Hz. İbrahim a.s.'ın, "Senden ise hayır, ihtiyacım yok" diyerek, zor durumda olduğu halde ihtiyacını Allah’ın görevli meleği Hz. Cebrail a.s.'dan dahi gizlemesi ve tevazu ile halini Yüce Mevlâ’ya havale etmesi teslimiyetin en yüksek mertebesidir.  

"Halim O’na açık ya, o bana yeter" sözüyle Allah Tealâ’ya olan inancın ve hali O'na arz etmenin inceliğini göstermektedir. Bu ifade şöyle de tercüme edilebilir: "Benim bu halde olduğumu, bu duruma nasıl düştüğümü en iyi bilen O’dur ve benim bu sıkıntıya tahammül edip edemeyeceğimi de yine en iyi O bilir. Dilerse beni bu dertten çekip çıkartacak ya da sabır gücü verip tahammül etmemi sağlayacak yine O’dur."

Dünyada cenneti tadanlar

Muhtaç durumda olup da durumlarını gizleyenler iki güzel halden birine erişirler. Ya sıkıntıları giderilir ve rahata kavuşurlar ya da kendilerine sabır ve tahammül gücü bahşedilir de sıkıntıyı hissetmez, ondan etkilenmezler. Bunlardan daha faziletlisi ise ihtiyaç ya da sıkıntı hangi boyutta olursa olsun, Allah Tealâ’nın iradesi deyip haline razı olmak, şükür ve ibadette sebat göstermektir. Bunun karşılığı ise, mükâfatların en güzeli olan "rıza hali"ne erişmesidir.

Rıza hali, Allah Tealâ'nın kulunu adeta hayatta iken cennete koyması, ölmeden cennet hayatı yaşatmasıdır. Nitekim şöyle demişler: Rıza, dünya cenneti ve âbidlerin istirahatgâhıdır.

Cüneyd el-Bağdâdi k.s. hazretleri, "Rıza, kulun iradesini terk etmesidir" demiştir. Hâris el-Muhasibi k.s. hazretleri, rızayı "ilahî irade hükmünü yerine getirirken kalbin huzur ve sükûn içinde olmasıdır" diye tanımlamıştır. Zünnûn el-Mısrî k.s. hazretlerine göre ise rıza, kaderin tecellileri karşısında kalbin manevi haz içinde olmasıdır. (Kelabâzi, et-Taarruf, s.152-153)

Kur’an ehli kim?

Hadis-i şerifte geçen "dayanamayıp, ihtiyacını gizleyemeyecek durumda ise" sözünden şunlar anlaşılır: İnsanların mizaç ve karakterleri farklı olduğu gibi dayanıklılıkları da farklıdır. Aralarında güçlüleri olduğu gibi zayıfları da vardır. Güçlü olan dayanır ve sıkıntısını belli etmez. Fakat zayıf yapılı olanlar dayanamaz, ihtiyaçlarını açığa vururlar. Bu durumda olanlar için en uygun yol, hallerini Kur’an ehline arz etmeleridir.

Aslında bu durumda olanlara Rasulullah s.a.v.'in emri, şikâyetlerini Kur’an’ın sahibi Allah Tealâ'ya arz etmeleridir. Bunu yapamadıkları takdirde Kur’an ehline söylemeleridir. Çünkü böyle kişiler Kur’an ahlâkı ile yani Allah Tealâ’nın ve Rasulullah s.a.v.'in ahlâkı ile ahlâklanmışlardır.

Hz. Aişe r.anha validemize Hz. Peygamber s.a.v.’in ahlâkı sorulduğunda: "O’nun ahlâkı Kur’an idi. Onun hoş gördüğüne razı olur, hoş görmediğine ise kızardı." veciz sözüyle tarif etmiştir. (Buharî, es-Sahih, Kitabu’l-İman, 1/12; Müslim, es-Sahih, Kitabu’l-İman, 1/63)

Cenab-ı Allah, iyilerin en iyisidir, kerîmdir, rahîmdir (çok cömert ve çok merhametlidir). Kulunu darda bırakmaz, kaldıramayacağı yükün, tahammül edemeyeceği sıkıntının altında bırakmaz. Ya yükünü tamamen üzerinden alır yahut sabır ihsan eder, yükünü hafifletir. Ya da haline razı olmasının karşılığı olan rıza makamını verir ki, ulaşılması arzu edilen en iyi mükâfattır. İşte Kur’an ehli de benzer özellikleri taşırlar. Kur’an-ı Azîmüşşan’ı indiren Allah Tealâ’nın ahlâkı ile ahlâklanmışlardır. Allah iyidir, iyilik yapmayı sever; kerîmdir, karşılıksız verir; rahîmdir, kullarına acır, merhametli davranır.

Kur’an ehli kişiler de bu tür sıfatlarıyla tanınırlar. Hayatları Kur’an ile adeta özdeşleşmiştir. Kur’an ahlâkı ile ahlâklanmışlardır. Kur’an’ı kendilerine hayat düsturu etmişlerdir. Bundan asla taviz vermezler. Övülmüş, beğenilmiş, güzel huyların sahibidirler. İyilik yapmayı severler. İbadette cömert oldukları gibi yardım hususunda da elleri açıktır. Kendi ihtiyaçları olsa dahi başkalarının sıkıntısını gidermeye çalışırlar. Yaptıklarını minnet beklemeden, göstermeden yaparlar.

Kur’an-ı Kerim’i sadece okuyan yahut ezberleyenlere bu manada Kur’an ehli denilmez. Onlara "kurrâ" yani Kur’an’ı okuyanlar denilir ki, Kur’an sayesinde geçinirler. Sayıları çoktur ve her yerde onlara rastlanabilir. Fakat Kur’an’ı kendilerine ahlâk edinmiş olanlar Kibrît-i Ahmer(**) gibi nadir bulunurlar.

Dolayısıyla Hz. Peygamber s.a.v. "Kur’an ehlinden kimseyi bulamazsa" sözüyle onların nadir olduklarına işaret etmiştir. Fakat ihtiyaç sahibini de bu müşkül durumda ümitsiz bırakmamak için bir çıkış yolu daha gösterir: "Kur’an ehlinden kimseyi bulamazsa halini 'hasep sahibi' kimselere arzetsin, nitekim onlarda da imana ait bazı özellikler bulunur."

Hasep ya da gerçek itibar

Kimler hasep sahibidir, ne tür özellikleri imandandır? Sözlüklerde "hasep sahibi" şerefli, soyu temiz, mert, meziyet sahibi, itibarlı, lütufkâr, saygıdeğer kimse diye tanımlanır.

Bu özelliklerin hepsi kişinin toplumsal itibarını arttıran güzel meziyetlerdir. Ancak onun bu itibarını değerli kılan, Hz. Peygamber s.a.v.'in işaret ettiği bir özellik olan kişinin hayâsıdır. Hayâ, insanı hayra yönlendiren, davranışlarını düzenleyen bir duygudur. Doğruya karşı gelmeyen, hayrı geri çevirmeyen, yanlışa düşmeyi engelleyen bir özelliktir. Bu yüzden Rasulullah s.a.v. "Hayâ, imandan bir şubedir." (Müslim, es-Sahih, Şuabul-İman 79) buyurmuştur. Hayâ, hasep sahibi, mürüvvetli insanları daha güzel gösterir, itibarını arttırır.

Hayâ sahibi, kapıya geleni gücü nisbetinde ihtiyacını karşılamadan boş çevirmez. Çünkü hayâ, sahibini darda olan kardeşinin yardımına yönlendirir. Sıkıntısını giderene yahut hafifletene kadar onu rahat bırakmaz. Kadı İyâz rh.a. hayâyı, kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı diye tarif etmiştir. (Kādî İyâz, eş-Şifa, 1/ 152)

İtibar sahibi insanlar için en çirkin şey, çevrelerinde yardıma muhtaç kimseler olduğu halde duyarsız kalmalarıdır. İmkânları olduğu halde kardeşinin sıkıntısına el atmamalarıdır. Şair Ebu Ali et-Temmar şöyle seslenmiş:

"Her çiçeğin nuru (rengi, kokusu) güzel; küskün ayrılanın uzatmadan sılası da güzel / Dara düşen bir soylunun imdadına, gizlice bir soylunun el atması çok daha güzel." 

İyi ve faydalı olana "güzeldir" denir. Zıddı ise kötü ve zararlıdır, ona da "çirkin" denir. Bir şeyin kıymeti zıddıyla bilinir. Hayâ mekârim-i ahlâktandır, büyüklerin sıfatıdır. Alçaklar utanma (hayâ) duygularını kaybetmişlerdir. Peygamber Efendimiz s.a.v. Allah Tealâ’yı: "Şüphesiz Allah hayâ sahibidir ve kerîmdir." diye vasfetmek suretiyle hayânın cömertlik ile ilişkisine vurgu yapmıştır. (Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Vitr, 2/78; et-Tirmizi, es-Sahih, Kitabu’d-Da’avat, 5/556)

Demek oluyor ki hasep sahibi olmak sadece nesep (soy sop) sahibi olmak yahut güç sahibi olmak anlamına gelmiyor. İnsanı hasep sahibi kılan, itibarını arttıran şey, dinî, ahlâkî meziyetleridir. Bunlardan yoksun olanların itibarı yapaydır; çıkar amaçlı ve düşük karakterli kimselerin şişirmesinden ibarettir.

Dinî meziyetleriyle itibar sahibi olanları Allah Tealâ şöyle haber verir:

"Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten men edenler ve Allah'ın hududunu muhafaza edenlerdir. O müminleri müjdele!" (Tevbe 112)

"Muhakkak ki müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaatkâr erkekler ve itaatkâr kadınlar, sâdık erkekler ve sâdık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah'a) gönülden bağlı olan erkekler ve (Allah'a) gönülden bağlı olan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya... Allah bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab 35)

"Şüphesiz inananlar kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşu içindedir, boş şeylerden yüz çevirirler, zekâtlarını verirler, iffetlerini muhafaza ederler." (Mü'minûn 1-5)

"Ve onlar emanetlerine ve sözlerine riayet ederler, namazlarına da riayet ederler. Onlar Firdevs cennetine vâris olup orada ebedi kalacak olanlardır." (Mü'minûn 8-11)

"Ancak namaz kılıp namazlarını da devamlı kılanlar, mallarında yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar..." (Me’aric 22-27)

Bu ve benzeri ayet-i kerimeler dinî hasebi ve iman nesebi ile itibar kazananları müjdelemektedir. Kim bu zikredilen meziyetleri haiz ve ahlâkını da bunlarla bezetmiş ise, soyu müslüman bir aileden gelmese bile hasep sahibidir, gerçek itibarı elde etmiş demektir.

İtibar sahibi ise kerimdir, eli açık ve yardımseverdir. Hayâ eder, kapıya geleni boş çevirmez. Derdi olanı çaresiz, darda olanı yalnız bırakmaz. Allah Tealâ en iyisini bilendir.

* Kelâbâzî, Bahrü’l-Fevâid, s. 645, Hadis no. 750. Hadis, İmam Kelâbâzî rh.a.’in müstakil rivayetlerindendir. Bilindiği üzere İmam Kelâbâzî hicri 4. asır muhaddis ve hafızlarındandır. Rivayetleri, meşhur hadis âlimlerine kaynak olmuştur. "Fethu’l-Bârî" müellifi İbn Hacer Askalânî, "Bahru’r-Râik" müellifi Zeyn b. İbrahim el-Hanefî, "el-Beyan" müellifi İbrahim b. Muhammed el-Hüseynî, "Muvatta" şârihi ez-Zerkânî, "Tavzîhü’l-Makâsıd" müellifi Ahmed b. İbrahim el-Hanbelî, "Câmiu’t-Tirmizî" şârihi el-Mübarekfûrî, "Feyzü’l-Kadir" müellifi Abdurrauf el-Münâvî gibi meşhur hadis âlimleri eserlerinde İmam Kelâbâzî'den nakiller yapmışlardır.

** Kibrît-i Ahmer (Kırmızı Kükürt): Eski kültürlerde kimyasal işlemle madenleri altına dönüştürücü özelliği olduğuna inanılan, nadir bulunan, çok değerli bir iksir. Bu özelliğinden dolayı Kibrît-i Ahmer kavramı zamanla kimya dışında sembolik anlatımlar için kullanılmıştır. Tasavvufun kimya dilini kullanmasından dolayı, zaman içerisinde mutluluğu elde etmek anlamına gelen “kimyâ-yı saâdet” gibi yeni kavramlar da oluşmuştur. Kibrît-i ahmer sözü ise kıymetli ve nadir bulunan varlıkları (mürşid-i kâmili) ifade etmede kullanılır. Dönüştürme ve mükemmel kılma gücü de olan kibrît-i ahmer, kazandığı tasavvufî anlamlarla klasik Türk şiirinde işlenmiştir. (Bkz. Mehmet Korkut Çeçen, Eski Kimyada Kibrit-i Ahmer Teriminin Türk Şiirine Yansımaları.)



Semerkand Dergi Logo